Hepimiz et yemekten kaçınan birilerini tanıyoruzdur. Bu hayat tarzı bize, bu tür insanların bir çeşit farkındalığa sahip olduğunu düşündürür.
- Vejetaryenliğin ardındaki ahlaki argümanlar oldukça eski, çeşitli ve iyi kurulmuş argümanlardır.
- Et üretimi sırasında yapılanlara odaklanma eğilimindedirler.
- Etik beslenme şeklinin ne olduğu sorusu cevapsız kalsa da bu türden yaklaşımlar ve düşünürler bize iyi bir başlangıç noktası sunarlar.
Vejetaryenlik altın çağını yaşıyor. Çok sayıda insan vejetaryen olmayı deniyor, vejetaryen yemek servisi yapan yerler giderek artıyor; et ürünlerine vejetaryen alternatiflerin sayısı ve kalitesi de yükseliyor.
Peki bütün bunlar yanlış yönlendirilmiş bir çevreci endişe, bir tür gereksiz duyarlılık ve hippi saçmalıklarından mı ibaret? Nihayetinde toplumdaki vejetaryen imajı sevimsizliğini koruyor. Yoksa pastırmayı bile reddeden bu çılgınlığın gerçekten de bir mantığı var mı? Bu yazıda, vejetaryenliği destekleyen üç felsefe akımını inceleyecek, ana hatlarıyla bu akımların argümanlarını belirtecek ve elimizdeki bifteği yavaşça yere bırakmamız gerekiyor mu göreceğiz.
Peter Singer’ın yararcılığı: kurtarabileceğin hayat bir domuzunki olabilir
Peter Singer yararcı etik alanındaki çalışmalarıyla tanınmış Avustralyalı bir filozoftur. 1975 tarihli Hayvan Özgürleşmesi kitabı, hayvanlara günümüzde olduğundan çok daha iyi davranılması adına cüretkâr bir plan sunan ve hayvan hakları alanında çığır açan bir çalışmadır.
Singer, basit bir fikirle işe koyulur: Hayvanların çıkarları insanların benzer çıkarlarıyla eşit tutulmalıdır. İnsanlara gereksiz yere acı çektirmek yanlışsa bu, hayvanlar için de geçerlidir.
Hayvanları ve insanları, aralarındaki farklılıklar üzerinden ayrıştıran birçok görüş olsa da Singer bu görüşleri hiçbir zaman insan ırkının diğer mensuplarına yöneltmediğimize dikkat çeker. Çok düşük zekaya sahip ya da dilsiz insanlara zarar veremediğimize ve onları yiyemediğimize göre neden söz dizimi (syntax) kullanmadıkları gerekçesiyle hayvanları yemeyi meşrulaştırıyoruz? Hayvanların hissedebildiği bilinen bir gerçek olduğuna göre neden bir eylemin yol açtığı toplam haz ve acıyı hesaplarken, hayvanları da eşit derecede dikkate almayalım?
Singer, kimin çektiği acının önemseneceği konusunda insanlar ve diğer hayvanlar arasında ahlaki yönden ayrım yapan herhangi bir girişimin tutarlı bir mantıktan ziyade, öncelikle türcülüğe; diğer hayvanlara karşı duyulan ön yargıya dayandığını ve dolayısıyla bunun reddedilmesi gerektiğini ileri sürer. Dahası, endüstriyel çiftçiliğin doğası ve birçok hayvanın bu yüzden katlandığı acı göz önünde tutulduğunda, Singer, toplam mutluluğu en üst seviyeye çıkarmak adına vejetaryen ve vegan beslenme biçimlerine geçmemiz gerektiği sonucuna ulaşır.
Singer’ın düşüncesinin gözden kaçmaması gereken iki ince noktası vardır. İlk olarak, o saf anlamıyla “hayvan haklarından” bahsetmemektedir. Elbette Singer bir file oy kullanma hakkı verilmesini savunmuyor. Sadece insanların ve fillerin duyduğu acı arasındaki farkın ahlaken önemsiz olduğunu ve yapılacak şeye karar verirken fillerin çıkarlarının insanlarınkiyle eşit görülmesi gerektiğini savunuyor.
İkinci olarak, Singer bir yararcıdır ve bunun getirdiği birtakım çelişkileri de barındırmaktadır. En dikkat çekicilerden biri; araştırmanın sağladığı yararın laboratuvardaki hayvanın çektiği acıdan fazla olduğu durumlarda, bazı tıbbi hayvan deneylerinin ahlaki açıdan desteklenebileceği iddiasıdır. Benzer olarak organik çiftçilik (free-range) sistemini fikir olarak beğeniyor olsa da kimi zaman çevre için fabrika çiftçiliğinden daha zararlı olabileceğinden bu tip çiftçiliği her durumda teşvik etmemektedir. Yarar-zarar hesabı Singer için pek de işe yarıyor gibi görünmüyor.
Singer’ın çalışmaları geniş yankı uyandırdı ve bu anlamda o, modern hayvan kurtuluş hareketinin en çok atıfta bulunulan düşünürlerinden biridir. Öte yandan Richard Sorabji gibi bazı filozoflar bu ahlak teorisinin fazla basit olduğunu ve kimi durumlarda tuhaf ahlaki yönlendirmelere yol açtığını iddia ederler.
Dini itirazlar: hiçbir şeyi öldürmemelisin
Birçok dinin vejetaryenliği teşvik ettiği ve hatta zorunlu kıldığı yönünde yorumlanan ayetleri vardır.
Hindistan’daki Dharma’cı dinler vejetaryenliğe yönelik eğilimleri ile bilinmektedirler. (1) Jainizm’de hayvanlara zarar vermek kötü karma ile ilişkilendirildiğinden vejetaryenlik zorunludur. (2) Hinduizm ve Budizm’in de hayvanlara yönelik şiddeti yasaklayan yazılı kuralları bulunmaktadır fakat bunların hayvanları yemek için öldürmeye ne ölçüde uyarlanabileceği hala tartışmalıdır. Et yiyenler içinse hayvanın ölmeden önce çektiği acının en alt düzeye indirilmesine yönelik artık ritüel halini almış yöntemler bulunmaktadır.
Hinduların üçte biri vejetaryendir. Budist vejetaryenlerin sayısıysa kesin olarak bilinmemektedir. Dalay Lama bir süre vejetaryen beslenme biçimini denemiş olsa da sağlık sebepleriyle tekrar hepçil beslenmeye dönmek zorunda kalmıştır. Hayvanların çektiği acının azaltılması adına vejetaryenliği teşvik etmeye devam etmiştir.
Bu kadar katı olmamakla birlikte benzer fikirler semavi dinlerde de mevcuttur. Bazı hahamlar Yahudiliğin vejetaryenliği desteklediğini iddia etmişlerdir; tarihteki birçok Hristiyan keşiş sınıfı da vejetaryendir. Savaş ve Barış’ın yazarı Lev Tolstoy hayatının ileri dönemlerinde, et yemek “ahlaki duyguyla çelişen bir eylem olarak öldürmeyi” gerektirdiği için, vejetaryenliği kendi Hristiyan pasifist anlayışına dahil etmiştir.
Teoremiyle tanınan Pisagor, yaşadığı dönemde kendi adıyla anılan ve vejetaryenliği de kapsayan bir yaşam tarzını savundu. (3) Bu, belki de reenkarnasyona olan inancından ve şiddete yönelik nefretinden kaynaklanıyordu.
Çevrecilik: ve karşınızda Hippiler!
Son olarak, aralarında Steve Best ve Peter Singer’ın da bulunduğu birçok yeni düşünür, hayvan tüketimini azaltmak için endüstriyel hayvan çiftçiliğinin çevreye olan zararlarına dayandırdıkları fikirler ileri sürdüler. Bu düşünürler, iklim değişikliğiyle mücadeledeki hedeflerimize ulaşmak istiyorsak, et tüketiminin bıraktığı karbon ayak izini ne ölçüde azaltmamız gerektiğini gösteren çalışmalara (Nature’daki gibi) işaret etmektedirler. (4)
Bu düşünce akımlarının ve düşünürlerin benzer bir temayı paylaştığını fark etmiş olmanız muhtemel. Onlar, et yeme eyleminin kendisinden ziyade et üretimini, hayvanlara acı çektirmeyi ve onları öldürmeyi reddetme eğilimindedirler. Bazılarıysa bu sınırlar çerçevesinde fikirler üretseler de sayıca azınlıkta kalmaktadırlar.
Hepsi olmasa da yukarıda bahsedilen çoğu düşünür, hiç şüphesiz üretim sırasındaki enerji maliyeti düşülebildiği sürece, laboratuvar ortamında üretilmiş bir et fikrine karşı çıkmayacaklardır. Benzer şekilde, muhtemelen acı hissetmeyen ve bitkimsi hayvanlardan olan istiridye yemenin etik olup olmadığı üzerine birçok tartışma, ahlaki vejetaryenliğin daha kapsamlı tartışılmasının önünü açmıştır.
Filozoflar genellikle vejetaryenliği desteklerler ve et yiyorsanız da neden daha az yemeniz gerektiğine dair parlak fikirler ortaya atarlar. Herkesi tofu yemeye ikna edemeseler de etik beslenme biçiminin ne olduğu tartışması üzerine mükemmel bir başlangıç noktası belirlemişlerdir çoktan.
Dipnotlar:
(1) Dharma’cılık; Hinduizm, Budizm, Jainizm ve Sihizm gibi Hint kökenli dinleri ifade eden bir din ailesidir. (ç.n.)
(2) Hindistan’daki dört büyük dinden biri olan Jainizm, yaklaşık M.Ö. 4. yüzyılda ortaya çıkan, manevi saflık ve aydınlanma yolunu öğreten bir dini akımdır. (ç.n.)
(3) Yaklaşık M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış ünlü matematikçi ve filozof Pisagor’un (diğer adıyla Pitagoras) kurucusu olduğu Pisagorculuk adı verilen bu felsefi ve dini hareket, matematiğin evrenin temeli olarak görülmesi, reenkarnasyon inancı ve et yeme yasağı gibi ögeler içerir ve bu doğrultuda oluşturulmuş kurallara dayalı bir yaşam tarzını savunur. (ç.n.)
(4) “Karbon Ayak izi birim karbondioksit cinsinden ölçülen, üretilen sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsüdür.” Bkz. http://www.karbonayakizi.com/ (ç.n.)
©® Düşünbil (2020)
Yazar: Scotty Hendriks
Çeviren: Ayça Özkadif
Çeviri Editörü: Onur Demir
Kaynak: bigthink.com