Nietzsche’yi bir mizojin, bir kadın düşmanı olarak okumak için pek çok haklı sebep sıralanabilir; fakat Nietzsche üzerinden bir feminizm okuması yapmak da kaydadeğer bir çaba olabilir. Nietzsche pek çok kitabında “kadınlar”a dair, çoğu kötü anlaşılabilecek şeyler söylemiştir. Örnek pasajlar Tan Kızıllığı, Putların Alacakaranlığı ya da İyinin ve Kötünün Ötesinde’den verilebilir. Eğer ki Nietzsche’nin fikirsel dönüşümünü kavramaktan âciz, onun her tümcesinin ayrı bir bağlamda incelenmesi gerektiği fikrini özümseyememiş “cılız” bir okur isek, Nietzsche’nin bahsi geçen kitaplarda ve daha birçok metninde kadınlara dair söylediklerini “kaba bir kadın düşmanlığı” olarak algılamamız oldukça olasıdır. Lâkin Nietzsche hakkında bilinmesi gereken ilk şey, onun söylemek istediği şeyi, bizim onun söylemesini istediğimiz şekilde söylemediğidir. Yani bir Nietzsche okuması, örneğin bir Descartes okuması kadar düz ve “olduğu gibi” yapılamaz. Yirminci yüzyıldaki Nietzsche tartışmaları, örneğin Deleuze ve Heidegger arasındaki “Nietzscheci yorum farkı” bunu hemen sezdirmektedir. Öyleyse Nietzsche için farklı kapılar aralamak her zaman mümkündür ve bu imkânları araştırmak/soruşturmak, özgür ve özgün bir felsefe okurunun başlıca görevlerindendir.
Öncelikle ortaya konulması gereken şey, Nietzsche’nin “kadın”a dair düşünsel altyapısı değil, tepkisel altyapısıdır. Nietzshce henüz beş yaşındayken kaybettiği babasının ardından, ilk gençlik yıllarına değin beş kadınla (kız kardeşi, annesi, anneannesi ve iki teyzesi) birlikte yaşamış; kadın nüfusunun yoğunluğundan ve dinî-sosyal birtakım baskılardan ötürü içine kapanık bir çocukluk geçirmiştir. Nietzsche’nin kadınlara dair ilk “tepki”leri bu döneme denk gelmektedir lâkin bu tepkilerin usavurumu ve de dışavurumu çok daha sonra olacaktır. Nietzsche’nin kadınlara dair tepkisini geliştirecek hadise ise pek bilindik Lou Salomé hadisesidir. Nietzsche onunla otuzlu yaşlarının sonunda tanışır ve ona karşı beslediği derin hislere bir karşılık bulamaz. Reddedilmenin verdiği derin öfke ve çocukluk dönemini kadın nüfusunun baskın olduğu bir hânede geçirmenin verdiği bilinçaltı bastırılmışlık hissiyle Nietzsche, kadınlar hakkında çok sert algılanabilecek sözlere, çoğu zaman felsefî bütünlükten yoksun hâlde kitaplarında yer vermiştir. Fakat bu tepkiler “salt kadın düşmanlığı” ile yargılanabilir mi?
Nietzsche, en temel anlamıyla “toplumsal ahlak”ı hedef alan ve onu yıkmaya çalışan bir bozgun filozofudur. Toplumsal ahlak (buna dinî ahlak da denebilir), “insan”ı, “kadın”ı, “erkek”i ve hatta “eşya”yı, toplum içindeki rollerine göre tanımlayıp tasnif etmekle işe başlayan ve bu tanımların dışına çıkılan durumları “ahlakdışı” olarak niteleyerek nihayet bir infâz kurumuna dönüşen bir “otorite” olarak algılanmalıdır. Nietzsche felsefesinin temel derdi, bu otoriteye bir başkaldırı geliştirmek ve “tüm değerleri yeniden değerlendirmek”tir. Gelenekçi ve itaatçi anlamda “…ahlak, sürü hayvanının içgüdüsüdür” (Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Madde 202). Ve Nietzsche’ye göre, dayatılan, dizayn etmeyi arzulayan her türden ahlakî kural reddedilmelidir. Toplumsal uzlaşımların bireylere dayatmış olduğu kalıp önermeler Nietzsche için geçersizdir, her bireyin ve her olayın kendi ahlakî perspektifi vardır. Bir başka ifade ile; “…ahlaksal olay yoktur, yalnızca olayların ahlaksal yorumları vardır” (Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Madde 108). Nietzsche’nin “ahlak” kavramı üzerine oturtulmuş olan bu felsefesi yirminci yüzyıl için vazgeçilmez bir dinamiktir; ahlakın sorguya açılmış olması, yirminci yüzyılda gelişecek birçok sosyolojik ve felsefî refleksin de hareket noktası sayılabilecektir.
Bu temelden hareketle, feminizm hareketi incelendiğinde her ne kadar kavram ilk kez on dokuzuncu yüzyılda Charles Fourier (1772-1837) tarafından kullanılmışsa da, feminizmin sistemli bir felsefî argüman hâlini alması yirminci yüzyılın başlarını bulur. Feminist teorinin en önde gelen isimlerinden birisi olan Beauvoir, “kadın doğulmaz, kadın olunur” cümlesiyle toplumsal rollere dikkati çeker. Kadını bir “İkinci Cins” olarak tanımlayan ve tasnif eden “ahlak” vasıtasiyle toplumun ta kendisidir. Bu açıdan Nietzsche’ye tekrar dönecek olursak, Nietzsche’nin “kadın” hakkında yazdıklarında “toplumun kadın yaptığı kadın”dan bahsettiği pekâlâ düşünülebilir. Çünkü Nietzsche’nin “kadın”a yönelttiği tüm suçlamalar, “geleneksel kadın”a atıf yapıyor gibidir. Bu açıdan “toplum tarafından kadın yapılmış kadın”ın eleştirisi, Nietzsche’yi belki bir feminist yapmaz lâkin feminizm için bir kapı aralayabilir. Bu en başta zorlama ve kulak tırmalayan bir yorum gibi dursa da, Nietzsche’nin yıkımcı felsefesinin nerelere varabileceği hakkında ufak bir fikri, onun “üstinsan”ının Nazi propagandasında “süperman” olarak nakledilmesinden edinebiliriz. Yani Nietzsche, bir ırkçı tarafından da sahiplenilebilir, bir anti-ırkçı tarafından da özümsenebilir. Fakat doğru olan şudur ki, Nietzsche ne bir ırkçıdır, ne de klasik anlamda bir anti-ırkçı. Aynı şey “kadın” hususunda da geçerlidir, Nietzsche’nin bir cinsiyet olarak “kadın”a düşman olması pek söz konusu olmadığı gibi, ondan bir feminist olarak bahsetmek de pek mümkün değildir. Sadece diyeceğim odur ki; feminizmi Nietzsche ile okumak oldukça zihin açıcı olabilir.
Kaynakça ve Okumalar:
NIETZSCHE, Friedrich, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Oda Yayınları, 2012.
NIETZSCHE, Friedrich, Putların Alacakaranlığı, İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
BEAUVOIR, Simone de, Kadın “İkinci Cins” 2 Evlilik Çağı, Payel Yayınları, 1993.
Yazar: Hamza Celaleddin Okumuş
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.