En küçük mutlulukta da en büyük mutlulukta olduğu gibi, her zaman mutluluğu mutluluk yapan bir şey vardır: unutma yeteneği ya da daha bilimsel söylemle, bir an için zamanın dışındaymış gibi hissetme yeteneği” (Nietzsche, Second Considerations)
Nietzsche’den yapılan bu alıntı, “Gattaca”nın yanı sıra, 90’ların güzel ve psikolojik filmlerinde biri olan “Sil Baştan” tezini mükemmel şekilde tasvir ediyor. Hafızayı, kimliğin temeli olarak ve sonuçta, kişinin istikrarı olarak kabul eden Locke ve birçok düşünürün aksine Sil Baştan, Nietzsche’nin unutmanın insan için hayati olduğuyla, hafızanın ve dolayısıyla hatıraların birikip kişiye ağır geldiği ve hareketlerinin durduğuyla ilgili tezini destekliyor. Bellek kaybı; hafiflik, yaratıcılık kaynağı ve özgürlük olarak temsil ediliyor. Bunun yanında, “hipermnezi” (unutmama yeteneği), saf saklama, saf nostalji olabilir. Nietzsche’ye göre, zamanın dışında, tarihselliğini koparıyor, saf hediyeyi tadıyor, özgürlüğünü fethediyor ve hissediyor.
Sil Baştan Analizi
Michel Gondry tarafından yönetilen ve 2004’te vizyona giren Sil Baştan, ilişkilerinin sadece kötü taraflarını gören bir çiftin hikayesini anlatıyor. Clementine, ilişkinin tüm izlerini hafızasından sildirmeye karar verir. Yıkılan Joel, Lacuna’nın yaratıcısı Dr. Howard Mierzwiak ile bir anlaşma imzalayarak o da Clementine ile ilgili tüm anılarını sildirir.
Kişinin hafızasını silebilecek bir ilaç hala bilim kurgunun bir parçasıdır, fakat kabul edelim, eğer böyle bir ilaçtan yararlanabiliyor olsaydık, hafızamızdan silmek istediğimiz belirli anılarımız olurdu.
Sürekli kişisel gelişim peşinde koşan bir adam, çevresindeki insanların onun hedeflerine bağlı kalmasını ister. Bir ilişkiye başlar başlamaz kişi, karşısındakini düzenli olarak idealleştirmeye meyillidir. Bu idealleştirme, hırslarının kendine dönüşeceğini güvence altına alır ve ikna edici bir şekilde, olayların algıladığı şekilde olduğunu düşünebilir. Partneri, onun kolay tamamlayıcısı değil onun karşıtı olabilir.
İlişkinin bizim isteklerimiz dışında gelişme gösterdiği ve karşı tarafın, ilişkinin başlarında idealize ettiğimiz resimle örtüşmemeye başladığı an, yılmış hissederiz ve bazen, gerçek ruh eşimizi aramaya devam etmek için ilişkiyi bitirmeyi düşünürüz. Ama unutmamalıyız ki, ilişkinin başında gördüğümüzü düşündüğümüz kişiyi zamanla unutamayız. İnsanı insan yapanın ve “kusur” olarak düşünülen karşıtlığın, kişiyi diğerlerinden ayıran bir kişilik özelliği olabileceğini genellikle unuturuz.
Joel’un hafızasını sildirme işlemi sırasında fark ettiği şey buydu: Clementine’nın sevdiği huyları, doğallığı, düşüncesizliği, konuşkanlığı, kısacası, kendiyle çelişen kişilik özellikleri. Ve iki kişilik arasındaki bu zıtlaşma, önce çiftin arasında sürtüşmeye, daha sonra ayrılığa neden olur. Fakat aynı zamanda, bu iki zıtlık birbirini çeker.
“…Benimle Montauk’ta buluş…” cümlesi, filmlerden yapılan en iyi alıntıların panteonu olmalıdır.
Clementine tarafından dile getirilen bu üç küçük kelime, zihnin içinde nefes alıyormuş gibi, Joel’a ilk buluşmalarının gerçekleştiği Montauk’a dönmesi gerektiği anlatır. Joel uyandığında, Clementine’a ait hiçbir anısı yoktur. Bu nedenle, aşklarının hikayesi, ortak hafızalarından tamamen kaybolur. Montauk’a geri döndükleri için durum aslında böyle değildir, bir gün sona ereceğini bildikleri halde sevgililer aşklarını sürdürürler.
Nietzsche’nin Sil Baştan’ın Felsefesine Etkisi
Bu tema, tekrar Nietzsche’yi akla getiriyor, özellikle de “Ebedi Döngü” temasını. Nietzsche’nin Stoacılardan miras aldığı edebi döngü teması, bir şeyi yapmadan önce o şeyi sonsuza dek isteyip istemeyeceğimize dair soru soran bir düşünce deneyidir. Kısacası, soru şudur: Şu an ne istiyorum, bunu sonsuza dek isteyecek miyim? Nietzsche, bu konuyu soruya “evet” cevabını verecek bir adama bir dizi hareket ve soyluluk testi uygulayarak gündeme getirmiştir. Öte yandan, her iki karakter de bu tekrar eden duruma geri döner ve seçimlerini yeniden yaşamayı her seferinde kabul ederler. Hafızasını yitirmiş insanlar gibi, yaşadıklarından ve çektikleri acılardan hiçbir ders çıkarmazlar ve hiçbir şey öğrenmezler. Başaramadıkları bir donuk bilgelikle, hayatın yoğunluğunu yaşamayı seçerler. Joel and Clementine’nın, Nietzsche karakterleri olduklarını söyleyebiliriz çünkü safça geri dönüyorlar, acılarını aşıyorlar, kısacası yaşamı salt bir şekilde onaylıyorlar.
Filmin son sahnesi, berrak bir öpücük ya da sarılmanın izleniminin hiçbir şeyle değiştirilemez olduğunun sonucuna varmış gibi görünüyor. İki taraf da bulundukları durumun farkındadır, hayatlarına aşkla başlamaya niyetlidirler, ilk başarısızlıklarını unutmak istiyorlardır; çünkü yaşayacakları güzel zamanların kaçınılmaz olan acıların üstesinden geleceğine inanıyorlardır.
Çevirmen: Cansu Balku
Kaynak: the-philosophy.com
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.