Komplo öyküleri hep belirli bir inanan kitlesi bulur. Dedikoduyu, kişiler arası ilişkilerdeki olası boşlukları doldurmayı çok severiz. Bir maçtaki bir tartışmalı pozisyona birçok farklı yorum getirilir. Aynı olaya şahit olan insanlar çok farklı öyküler anlatabilir. İyi ama bu büyük beyinlerimize ve o çok öğündüğümüz devasa kültürümüze rağmen tüm bunlar nasıl oluyor?
Aslında olan biten toplumsal bir tür olarak beynimizin çalışma şeklinin bir sonucu. Sosyal ağ içinde kişilerin niyetlerini ve olası davranış şekillerini hızlıca tahmin etmeye ve onlara göre davranmaya eğimli, bu konuda ustalaşmış bir beyin yapısına sahibiz. Toplumsal yaşam içinde beyniniz, kim sizin hakkınızda ne düşünüyor, kimler size ve çıkarlarınıza yönelik tehdit oluşturuyor, kimlerle güvenli ilişkiler ve ortaklıklar kurabilirim gibi sorulara yoğunlaşmakta ustalaşmıştır. İçinde bulunduğumuz toplumsal çevrede niyet algılamaya hazır bir sinir sistemimiz var.
Fritz Heider ve Marianne Simmel adlı iki psikoloğun 1944 yılında yaptığı kısa film bu yönümüzü çok güzel bir şekilde açığa çıkarmaktadır. Filmde sadece bir daire ve birisi büyük diğeri küçük iki üçgenin yer değiştiren hareketleri izlenmektedir. Bu kısa filmi izleyen deneklere ne gördüklerini anlatmaları istendiğinde, denekler çok ilginç şeylerden bahsetmiştir. Geometrik şekillerin yer değiştirmelerini değil, izleyiciler bir aşk, kavga, kovalamaca ve zafer öyküsü anlatmıştır. Denekler hareket eden basit şekiller yerine amaç ve duygu içeren toplumsal bir öykü görmüştür (Eagleman, 2016).
Türümüze özgü bir şekilde, nesnelere ait öyküler anlatırız. Sözlü ve yazılı tarihimiz, çevremizdeki canlı ve cansız nesnelerin hareketlerine hep bir amaç ve niyet yüklediğimizi ve böylelikle bu nesne ve hareketlerden öyküler çıkardığımızı göstermektedir. Yıldızların hareketlerinden hayvanların göçlerinden rüzgârın sesinden birçok anlam çıkarırız. Devamlı toplumsal yargılar üreten beynimiz bunu yapmayı nereden öğrenmiştir? Bu türümüze ait doğuştan bir davranış kalıbı mıdır yoksa sonradan mı öğreniriz?
Bir yaşından küçük bebeklere kısa ve konuşma içermeyen bir oyun izlettirilir. Bu oyunda farklı renkte tişört giymiş iki oyuncak ayı ve bir ördek rol almaktadır. Oyun içinde ayılardan birisi ördeğe yardım eden iyi ayıyı, diğeri ise ördeğe zorluk çıkaran kötü ayıyı canlandırmaktadır. Oyun bitip perde kapandıktan kısa bir süre sonra perde tekrar açılıp az önceki ayılar bebeklere götürüldüğünde neredeyse tüm bebekler oynamak için iyi ayıyı tercih etmiştir (Eagleman, 2016).
Bu bebekler henüz yürüyüp konuşamasalar da bir başkası için yargıda bulunabilecek donanıma sahip gözükmektedir. İyi ve güvenilir olanı seçip kötü ve zararlı olabilecek olası tehditleri erkenden fark edip, bu tehditlerden zamanında kaçınabilmemizi sağlayabilecek kimi yeteneklere sahip olarak dünyaya geliyoruz. İleride yaşanılan deneyimlerle bu donanımımız şekilleniyor. Yanlış kişiye güven veya bize zararlı olabilecek olandan kaçınamamak yapılabilecek en büyük hatalardır. Algılanması gereken niyet ve tutumlar içinde bize yönelik tehdit ve tehlikeleri daha hızlı tanımalı ve olabildiğince hızlı reaksiyon vermeliyiz.
Çetin doğal şartlar içinde rakip gruplar ile çatışma halinde milyonlarca yıl yaşamanın sonucu biyolojik donanım tehdit unsurunu ve tehlikeyi çabuk algılamayı, en hızlı şekilde yargı oluşturmayı ve karar vermeyi sağlayabilmek için evrilmiştir. Olaya ilişkin uyarılmış potansiyeller ile yapılan çalışmalar insan beyninin olumsuz duygusal uyarılara, olumlu ya da yansız olan uyarılardan daha hızlı yanıt verdiğini göstermiştir (Carretié ve ark. 2004). Doğal ortamda görsel dikkat özellikle seçici olarak tehditleri saptamaya odaklanmıştır. Diğer olumlu sosyal duygulanımlara göre kızgın yüz ifadesi dikkati daha önce çekmektedir (Fox ve ark. 2001). Birçok durumda dikkatin yöneltildiği birey ile bu bireye dair anımsananların arasında pozitif bir ilişki vardır. Sosyal anlaşmaları ihlal edenler, yani aldatanlar, çok daha kolay anımsanırlar (Oda 1997, Yamagishi ve ark. 2003). Gördüğümüz gibi tehdit unsuru içerebilecek uyarılara karşı bilincinde olmasak bile beynimiz devamlı olarak daha fazla odaklanmaktadır.
Bundan sonrası biraz karışıyor.
Öyküye devam edecek olursak…
Ne yazık ki sosyal yaşam içinde beynimiz diğerlerine karşı kolaylıkla kalıp ön yargılar (stereotipler) üretebilmektedir. Toplumsal kalıp ön yargılar yukarıdaki güzel çocukların üzerine kâbus gibi çöküyor. Sonrasında beynimiz kalıp yargılar ile dolu hale geliyor. Beynimizin sadece kendimize bakışı değil diğerlerine bakışı da nesnelliğini yitirmeye başlıyor.
En tipik ve en eski kalıp ön yargılardan birisi ırkçılıktır.
Kaynaklar:
Carretié L ve ark. (2004) Automatic attention to emotional stimuli: neural correlates. Human Brain Mapping 22;290-299.
Eagleman D. (2016) “Beyin: Bu Senin Hikayen” Çeviri: Zeynep Arık Tozar. Domingo Yay. 4.Baskı Syf.:161-19
Fine C. (2010) “Başına Buyruk Beyin” Çev.:Pınar Turhanlı Sel Yayınevi. Syf.:127-144.
Fox E. ve ark. (2001) Do threatining stimuli draw or hold visual attention in subclinical anxiety. Journal of Experimental Psychology: General, 130;681-700.
Oda R (1997) Biased face recognition in the prisoner’s dilemma games. Evolution and Human Behavior, 18:309-315.
Yamagishi T ve ark. (2003) You can judge a book by its cover: evidence that cheaters may look different from cooperators. Evolution and Human Behavior. 24;290-301.
Yazar: Tuğrul Atasoy
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.