Paylaş

Fransız yapımı bir belgesel, Lacanyen psikanalizi acımasız bir kılığa sokuyor. Psikanalizin otizm tedavisinde kullanılması ile ilgili olarak başlayan tartışma şiddetleniyor.

Sophie Robert’ın The Wall: Psychoanalysis Put to the Test for Autism (Duvar: Psikanaliz Otizm Testinde) adlı dikkat çeken olağanüstü belgeselini izleyip de sarsılmamak mümkün değildir herhalde. Robert’ın Fransa’da 2011 yılında gösterime giren, ustaca işlenmiş tartışması, günümüzde otizmli insanların içinde bulunduğu ciddi durumu gözler önüne seriyor. Otizmli kişilere önce “psikozlu” yaftası yapıştırılıyor, gösterdikleri belirtiler “delilik sınırında” olarak görülüyor ve psikanaliz tedavisinden belki yararlanabilecekleri düşünülüyor ki bu, konuşmayan çocuklar için konuşma tedavisi uygulamak demek.

Hangi amaçlarla analiz yaptıkları sorulduğunda dünyanın en saygıdeğer psikiyatrlarından bazıları, düzmece olamayacak yanıtlar veriyorlar: Robert: “Otizmli bir çocuk analiz sürecinden ne tür makul sonuçlar bekleyebilir?” Laurent Danon-Boileau: “Sabun köpüğüyle ilgilenmenin hazzını. Başka bir şey söyleyemem.”

Benim filme verdiğim tepki, sanırım, çoğu kişinin vereceği gibiydi: Önce inanamama tebessümü, sonra uzun iç geçirmeler ve ardından gözyaşları. Fransa’nın o zaman Başbakanı olan François Fillon’un durumla ilgili öfkesini hemen bir açıklama yaparak duyurması ve 2012 yılında ele alacakları en önemli meselenin otizm olacağını ilan etmesi pek şaşırtıcı olmasa gerek. Ve tabii filmle birlikte konunun Fransa genelinde tartışma konusu olmasına da şaşırmamak gerek.

Filmin anında etkili olan ve muhtemelen geri döndürülemez etkileri oldu ve psikanaliz Fransa’da şeytanla bir tutuluyor. Özellikle de Lacanyen psikanalistler artık çoğu kişi tarafından acımasız ve kendini beğenmiş soytarılar olarak görülüyor.

Ben otizmli bir insanım ve aynı zamanda Jacques Lacan çalışmaları uzmanıyım. Filmde gösterilen ve anlatılan çocuklar için psikanalizin muhtemelen en iyi tedavi olmadığını hemen kabul edebilirim. Bendeki Asperger sendromu ile ilgili olarak Lacanyen bir psikiyatr ile analizlere ve bir Ulusal Sağlık Servisi psikoloğu ile bilişsel davranışçı terapilere (BDT) devam ediyorum. Uygulama ile ilgili sorunlarla baş etmede BDT daha iyi. Benim durumumda kötü bilinen sosyal açık sözlülük üzerinde çalışıyoruz. Tespit ettiğim bir sorun olarak “sosyal becerilerimi” geliştirmeye uğraşıyorum ve BDT kendi “baş etme stratejilerimi” oluşturmamı ve sosyal ipuçlarını daha fazla fark etmemi gayet iyi sağlıyor.

Psikanaliz seanslarında ise istediklerinizin ya da talep ettiklerinizin hiç önemi yoktur: Psikanaliz sonuçta bilinçdışının anlatısı. Lacanyen birine göre otizmli bir kişide aslında bilinçdışı olmaması bir yana, istekler, Lacan’ın sözleriyle, “gerçeğin sözleridir ve dilin etkisindedir”. Bu örnekte Lacanyen kişinin bir çeşit çözümsüz varoluş krizi gibi psikanalizde ısrar etmesinin cesur, son derece özgürlükçü ve hatta huzur bozucu olarak anlaşılabileceğini görebiliriz. Lacanyen’e göre ise toplumun istedikleri unutulur gider, geçerlilik kazanamaz.

Bu açıklama, böyle derinden bir düşünsel tutumun, altı yaşında olduğu halde konuşmayan ve kimseyle oynamayan küçük Jean için hiçbir yararı olmayacağını da söylüyor. Robert’ın belgeseliyle Fransa’nın psikanalize karşı tutumu sonsuza dek değişecek ve İngiltere’deki ölçülebilir hedeflere ve sonuçlara odaklı sisteme benzer bir sisteme geçilecek gibi görünüyor.

Peki, bizim İngiltere’de otizm için kullandığımız yöntemler tamamen kusursuz mu? İngiltere’de, NHS otizm için doğum öncesinde tarama olanağı sunabilir hale gelsin diye, her yıl vergi verenlerin onlarca milyon poundu otizmin DNA kombinasyonunu ayırmaya çalışan araştırmalara harcanıyor. Down sendromu için bu tarama artık yapılabiliyor. Bugünkü tahminlere göre hedefe ulaşabilmek için otizm araştırmalarına bir 50 yıl daha aynı düzeyde yatırım yapılması gerek. Ve biz de daha fazla seçeneğimiz, otizmli bir bebek dünyaya getirecek gebeliği sonlandırmanın uygun olup olmayacağını düşünme özgürlüğümüz olsun diye kaygısızca gayret ediyoruz.

Belki de bu noktada filmde Alexandre Stevens, Danon-Boileau, Eric Laurent ve diğerlerinin The Wall‘da ifade etmeye çalıştıklarını biraz anlamaya başlamalıyız: Doğmak çoktan sosyal olarak kodlanmıştır. Yeni doğan bir çocuk bu dünyadaki yaşama nasıl tepki vermelidir? Bunun da sosyal olarak kodlanmış mı olması gerekir? Otizmli bir çocuğun sessiz kalma hakkı var mıdır? Yakın zamandaki bir otizm konferansında saygıdeğer bir konuşmacının dediği gibi: “Kimse ‘normal’ olduğu için sevilmek istemez; herkes kendilerine özgü şeyler için sevilmek ister.”

Belki de bu nitelikleri aklımızda tutarak The Wall‘u tekrar izleyip ilk başta kendini beğenmiş ve acımasız olarak görünenler aslında otizm etrafında dönüp duran ve şu anki kafa karışıklığı ile çözülmesi mümkün olmayan bazı etik ve felsefi sorunları dile getiriyorlar mı diye bakmalıyız.

Yazan: Henry Bond
Çeviren: Burçin İçdem
Kaynak: The Guardian


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com