Paylaş

“Büyük Balık” filminde değişik görüntüler ve acayip fikirli olarak gösterilen karmaşık karakterlerden fazlası var mı?

Tim Burtonun en sürrealist filmlerinden ve kendi yetişkin kişiliğini yansıttığına inanılan Büyük Balık filminde Edward Bloom adındaki genç bir adam sözde olağanüstü bir yaşam sürerken, içten ve düş ürünü bir görüntü sergilenir. Bu olağanüstü yaşamda hayalî olaylar, şüphe uyandıracak kadar iyi şans ve hatta mutlu bir son var. Bu filmde izleyicileri cezbeden şey tekrar eden abartılı olaylar, olan bitenin imkânsızlığı, tasasız ama göz korkutucu loş bir atmosfer ve en büyüleyicisi hayatın nadiren söylendiği kadar heyecan verici olduğunu öğretmesi. Olayların kronolojisini anlatan gerçek bir insanın bakışından aktarılıyor zira var olan insanlar şimdi ya da gelecekte herhangi bir hikâyenin karakteri değiller ve böylece kurgusal karakterlerin sahip olduğu abartılı nitelikleri gözetleyemiyorlar. Akıl sağlımızı korumamıza ve fiziksel dünya ile hayalî dünya arasındaki çok ince çizgiyi çekmeye devam ederken hayattaki aksaklık ve rahatsızlıklarından bağımızı koparmamıza yardım eden hayatı yorumlama biçimimizle aktarılıyor hikâye.

“Psikoanalatik eleştiri, yazarları yorumlayabilir. Karakterleri yorumlayabilir. Edebi formu yorumlayabilir. Ya da izleyicileri, yani okuyucuları ve onların etrafındaki kültürü yorumlayabilir… ama karakterler gerçek insan değildir ve gerçek insanlarmış gibi davranmak edebi karakterliklerini, filmsel ve sözel eserler olma durumlarını çarpıtır.” (Parker 2015: 122-124)

Bir cadının yardımıyla Ayna Evresi

Büyük Balık’ta karakterlerin “Ayna Evresi”ni canlandırmalarını sağlayan birçok olay gerçekleşiyor (“Ayna Evresi” kişinin aynada kendini, etrafındaki şeylerden ayırt edebilmeye başladığı zamandır). Edward çocukken, arkadaşlarıyla birlikte dağınık ve gelişigüzel bir evde yaşayan, gözlerine dikkatli bakan kişinin ölümünü bildiği iddia edilen bir cadı tarafından korkutulurlar. Diğer çocuklar kendi ölümlerini görünce çaresizce ağlayıp korkuyla kaçarlar, ama Edward, büyük ihtimalle hayatı daha basit yorumlayıp hayattan daha az beklentisi olduğundan, gördüğü ölüme karşı umursamaz görünür. Edward daha gençliğinde hayatında başarı için çok miktarda hırs ve plan olduğunu ve ölümün sadece bu güzel yolculuğun sonunu getireceğini anlar. Edward filmde küçük bir göletteki büyük bir balık olduğunu söyler. Buradan çıkarılan düşünce; hayatın, içinde yaşayan geniş insan kitlesinin yorumlamalarından başka bir şey olmadığıdır.

Edward cadının gözünde gördüğü yaşlı haliyle kendisini özdeşleştirir ve kendi hikâyesinin sonundan hoşnuttur. Bu bir özdeşim düşüncesidir. Dr. Erik Liddell’ın dediği gibi “Kendinizi hiçbir zaman göremezsiniz, sadece kendinizin bir yansımasını görürsünüz ve kendinizi bu yansıma ile özdeşleştirirsiniz.” (Liddell, 2015).

Yapıtların amacının dile getirilmesi

Burton’un filmi büyük ölçüde Daniel Wallace’ın Büyük Balık: Efsanevi Ölçülerde Bir Roman adlı eserinden etkilense de hikâyenin yorumu, Burton’ın daha hayalî bakış açısıyla anlatılıyor ve bu da bizim onun filmi yaparken psikanalitik açıdan nelerden yararlandığına göz atabilmemizi sağlıyor.

Parker psikanalitik eleştiri hakkında “okuyucular [ya da izleyiciler] sanatı biyografiye indirgeyebilirler ve yazarların çocukluk dönemleriyle ve birkaç fallik sembolle eserlerindeki her şeyi açıklayabilirler” (Parker 2015:111). Bu cümlede izleyicinin bir çeşit psikanaliz yoluyla sembolizmi ve sanat eserini yapısökümle analiz edebileceği ve yapıtın arkasındaki amacı dile getirebileceği varsayılmaktadır. “Eleştirmenler neredeyse yazara psikanaliz yapar gibi onu psikanalitik açıdan yorumlayabilirler.” (123).

İçsel-benlerimizi yansıtmak ve yerimizi bulmak

Psikanalizin herhangi bir formuyla ilgilenirken, görünen ve görüneni maskeleyen arasındaki belirleyici çizgi anlaşılmalıdır. İnsanlar sıklıkla gerçekliklerini daha büyük bir şeyin dışa vurumu olarak görürler. Düşünceler, değerler ve fiziksel objeler daha çekici gerçeklere yol gösterecek basamaklar olarak düşünülür. Gerçeklerden kaçınmak kişinin gerçek duygularının gizlenmesi ile ilgili olsun ya da olmasın, gösterilen hikâye bir zamanlar giden birilerini hatırlayacak olanlarda daha büyük etki bırakmaktadır. Fantastik maceraların doğru olduğu fikri, uzun bir hikâyenin klasik çözümüdür. Ama Büyük Balık’ta Edward’ın hikâyesinin gerçekliği sonuçla alakasızdır. Böyle hikâyeleri üretmek hayatımıza anlam katmamızı sağlıyor ve hayatı bırakıp depresyon ya da intiharı seçmek yerine bir şekilde yaşamamıza imkân veriyor. Ve hikâye anlatarak ya da film çekerek belki de birbirimize en derinlerden dokunabiliyoruz (Kehr 2003:14).

Yönlendirme şeklinde baş etme

Benzer şekilde, insanlar dünyadaki anlamlarını bulma fikriyle sık sık karşı karşıya kalırlar ve bu tehlikeli ve cüretkâr bir yolculuk olabilir. İster kendisini gizleyen birinin isterse saf ve çıplak kişinin diliyle yapılsın bu yolculuk, kişinin hayatı ve kendisini nasıl yorumladığına bağlıdır. Pek çok insan korkularını daha önemsiz ve kolayca hazmedilecek şeylere yönlendirir ki böylece kendisini rahatsız eden şeyin acısını daha iyi yaşayabilsin. Faulker’in Döşeğimde Ölürken adlı kitabında “annesinin ölümünden dolayı olan kaygılarını bir balığın ölümüne yönlendiriyor ve böylece annesinin ölümünü hazmedebiliyor”. (Parker 2015:30)

Benzer şekilde, bir dev olarak Ashton kentine düşen ve hikâyede hayati bir karakter olan Karl, dünyayı görme ve kendine daha uygun bir yer bulma umuduyla Edward ile birlikte küçük şehirden ayrılma fırsatıyla karşılaşır. İkili Ashton şehrinden ayrıldıktan sonra Edward ayrı yollara gitmelerini ve yolun sonunda buluşmalarını önerir. Karl yalnız başına geçirilmiş bir hayattan sonra, Edward’ın ondan kaçmak için bu öneriyle geldiğini düşünüp kaygılanır ve öneriyi reddeder. Edward ondan kaçmak istemediğinin güvencesini verir ve sözünün eri olduğunu anlasın diye Karl’a eşyalarını verir. Edward’ın çantasını güvende tutması ve onu kaybetmemesi görevi verilmiştir Karl’a.

Hâlâ yeni arkadaşının kendisini terk edeceğinden korkan nazik dev, ödünç verilen sırt çantasını kendini avutmak için kullanır. Karl, Edward’ı kaybetme korkusunu onun eşyalarını kaybetmemeye yönlendirir. Bu daha kolay ve önemsiz bir görev olunca Karl, Edward hakkındaki kaygılarından kurtulur ve arkadaşını tekrar görebilmek ve onun eşyalarını geri verebilmek için yolu bitirmeye odaklanır.

Maceradan değil, macera başladığında yetinmekten korkun

Edward dünyayı görebilmek için yolcuğuna devam ederken, ona can attığı maceranın tatminini verecek belirgin bir işaret bulmayı umar. Acaba mı dediği pek çok olası olmayan olayla karşılaşır. Örneğin Karl’ı tekrar bulmak için ormana doğru yönünü değiştirdiğinde, ormanın içinde Spectre adında ütopik bir şehir bulur. Bu şehir herkesin hayalindeki şehirdir; öyle ki içindeki atmosfer huzurlu, şehir halkı samimiden öte misafirperver, sevgi dolu aile huzuruyla çok çekicidir. Edward gün boyu şehirde kalır; ama şehir pek çok açıdan mükemmel olsa da daha dünyayı görmediğinden orayla yetinemeyeceğine karar verir.

Bu filmde sunulan muğlaklık bir düzensizlik hissi uyandırmaz; farklı farklı olayları birleştirip şaşırtıcı olaylardan oluşan bir zaman çizelgesi oluşturur. Edward sıklıkla garip ve karmaşık durumlarla karşılaşır ama hepsi daha da ilerlemesini ve kaderine doğru gitmesini sağlar. Nathan Szajnberg Bulletin of the Menninger Clinic’deki makalesinde şöyle der: “Muğlaklık kaotik değildir: Yapısı gizemli bir nitelik taşır; iki resim arası bir köprü kurmakla kalmaz, aynı zamanda birinden diğerine yolu gösterir.” (Szajnberg 2011:4).

Algımız tecrübelerimizi yansıtıyor olabilir

Belirtildiği gibi Spectre’nin belirli tek bir anlamı veya önemi yoktur; şehir farklı zamanlarda farklı anlamlara gelir. Edward yolculuğu boyunca hem muazzam zorluklarla hem de inanılmaz lütuflarla karşılaşır; ama ikisinin de önemi aynıdır. Edward Spectre’yi ilk keşfettiğinde, çok güzel bir şehirdir; ama sonraki sahnelerde şehir tekrar ziyaret edildiğinde unutulmuş ev ve işyerlerinden oluşan ıssız ve harap bir yer olmuştur. İnsanlar daha katı ve atmosferi daha duyarsız ve kederli bir terk ediliş ele geçirmiştir. Bunun da anlamı, şehrin belirli tek bir anlamının olmaması, Edward’a farklı açılardan bir şeyler ifade etmesidir.

Spectre Edward’ın hep hayalini kurduğu cennettir önceden. Şehre ilk gelişinde, o zamana kadar sadece büyüdüğü küçük şehri görmüştür ve dünyanın pek çok yeriyle ilgili bir fikri yoktur. Bu şehrin mükemmel bir şehir olduğunu ve görünürde daha iyi bir yer olmadığını –ve daha iyi bir yer bulamayacağını– düşünmesine rağmen, şehrin onun dönüşünü beklemesi umuduyla, Edward dünyayı kendi gözleriyle görmek istemiştir. Filmin ilerleyen sahnelerinde Edward şehre döner; ama şehir terk edilmiş bir şehir olarak görünür. Bunun nedeni de Edward’ın dünyanın başka yerlerinde neler olduğunu görmüş olması, ütopik toplum düşüncesinin artık gerçekçi görünmemesi olabilir. Edward’ın çevresi değişmiş ve onunla birlikte bakış açısı da değişmiştir. Beklentileri de farkına varmadan yükselmiştir.

Düzensiz bir zaman çizelgesi zihnin karmaşıklıklarını yansıtıyor olabilir

Film boyunca izleyiciler, olayların karışık şekilde birbirine bağlanmasını izlerler. Büyük Balık’ta birçok “o andan çıkarak“ geleceği gösteren ya da geçmişe dönen sahneler var. Önceden göstermek, izleyicilere filmde daha sonra olacaklara dair bir fikir veriyor ve geçmiş olayları açıklığa kavuşturuyor. Senaristler veya yönetmenler de filme bilmeden, her zaman fark edilemeyen ipucu verici unsurlar koyabilirler; ama yararlı bir etki yaparlar. Bonnie S. Kaufman’ın tanımladığı gibi “Patografi, temel olarak Freud’un yaklaşımıdır; ama bilinçdışını anlamanın sanata nasıl katkı sağladığına vurgu yapılır. Bu yaklaşımın hâlâ sınırlamaları vardır; ama doğru koşullarda yararlı katkılar sağlayabilir.” (Kaufman 2011:368).

“Hayatın kısıtlamaları ile mükemmelliği arayan hayali bir arzu arasındaki aralıksız mücadele, okuyucuların / izleyicilerin yazarın zihnine gerçekten girmesini sağlıyor”

Burton’un sembol kullanımı ve gençliğinde ayıplandığı topluma ayak uyduramama halinin örneği gibi görünen tuhaf referanslara geri dönersek, “İkinci bir yöntem de filmi, sinemacının bilinçdışının yansıması olarak düşünmektir. Klinik sürecinde analiz edilen kişinin serbest çağrışımlarının yerini, yaratıcının biyografik materyali ve alıntıları alır; böylece film de sinemacının iç ruhsal çatışmalarının ve geçmişinin doğal bir sonucu olarak görülür.” (Gabbard 2011: 368)

Ek olarak, Burton 1950’li yıllarda, Amerikan rüyasının ülke çapında yayıldığı ve toplumun bir bütün olarak uyumlu bir medeniyet olmasının beklendiği zamanlarda doğdu. Bu beklentiler, toplumda “farklı” olduğu düşünülen ve uyumsuz olmayı isteyen kişiler için sorunlar yarattı. O süreç Burton’ın tüm filmlerinde (Makas Eller, Ed Wood, Büyük Balık vs.) harika bir şekilde anlatılır; toplumdan dışlanmış olarak resmedilen, garip ama çekici karakterler ekrana hakim olur: Büyük Balık’ta bir sirke rastlayana kadar dünyada yerini bulamamış bir dev olan Karl, Karl’ın katıldığı sirkin lideri ve içindeki kurt adamı saklayan Amos Calloway ve Edward’ın memleketi Ashton’a ün kazandıran ama asla ilgi odağı olamayan Don Price.

Hayatın kısıtlamaları ile mükemmelliği arayan hayali bir arzu arasındaki aralıksız mücadele, okuyucuların / izleyicilerin yazarın zihnine gerçekten girmesini sağlıyor. Son zamanlarda filmde karakterlerin sadece filmdeki rollerinin mi gösterilmesi gerekir yoksa sembolik anlamlarıyla nasıl biri olabilecekleri mi gösterilmelidir konusu tartışılıyor. Pek çok film uzmanı, bir filmdeki karakterlerin psikanaliz sürecinde analiz edilen kişiler olmadığını ve karakterlerin davranışlarının altında yatan dürtüleri incelemek yerine hikâyedeki rollerine odaklanılması gerektiğini savunuyor (Gabbard 2001:245).

Benim Büyük Balık’a olan açık sevgimi toparlarsak

Özellikle bu film yaygın olarak bilinen bir film olmasa da ben bu filmin Tim Burton’un yönettiği en güzel filmlerden biri olduğunu düşünüyorum. Değişik sahne dekoru, acayip karakterleri, imkânsız olaylar ve muhteşem hayal gücüyle izleyicileri nerdeyse öforik bir ruh haline sokuyor. Filmin sonu da gayet tatmin edici. Filmin sonunda Edward Bloom hasta yatağında yatarken, oğlunun hikâyesiyle son bir macera daha yaşıyor. Macera dolu hayatında edindiği birçok sıra dışı arkadaşının çevrelediği küçük bir gölde azat ediliyor. Edward’ın oğlu William’ın dediği gibi: “Hep olduğun şeye dönüştün, yani çok büyük bir balığa.”

Basılı kaynaklar:
Parker, Robert Dale
2015 “Psychoanalysis” How to Interpret Literature: Critical Theory for Literary and
Cultural Studies,
111-147. Oxford University Press, New York.

Yazan: Hayli England-Weldon
Çeviren: Güner Yılmaz
Kaynak: Odyssey


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com