Paylaş

Freud’un dünyasının merkezinde dil vardı. Sorumluluklarının odağı olarak tüm dikkatini talep eden hasta görüşmelerinin yanı sıra, içerisinde bulunduğu şüpheci topluluğu ikna edebilmek için itinayla seçip kağıda dökmesi gereken kelimeler, hatta dinlenmeye ayrılan bir pazar gününde dahi annesi ile yaptığı konuşmalar olurdu. Ardından çalışmalarının başına, dağınık masasına döner ve bu sefer de arkadaşlarına yazacağı mektuplar için alırdı eline kalemini. Kullandığı kelimelerin seçiminde gösterdiği özen, bu mektuplar için de geçerliydi. Örneğin mektuplaştığı kişilerden birisi olan Fliess’e yazarken gereğinden fazla açık olur ise bu Freud için rahatsız edici olabilir, öte yandan eğer resmiyette aşırıya kaçar ise de karşı taraf için gücendirici bir durum oluşturabilirdi. Hafif bir alaycılık ile harmanlanmış samimiyet, açıklık ve katılık arasında arafta kalmış gibidir. Buradan yola çıkarak hastaların da aynı zamanda hem kurban, hem de kurban eden konumunda olduğu söylenebilir.

Söylenmesi gerekeni sınırlandırarak karşılıklı diyaloğu mümkün kılan biçimler kullanmak Freud’a özgü bir davranış değildir. Tüm sınırlamalar/kısıtlamalar, içlerinde kendi ayartanlarını taşırlar. Bu ayartıcıları ortadan kaldırmak da bastırmalar vasıtası ile gerçekleşir. Dil bu şekilde koşullanmıştır. Sohbet esnasında kullanılan kelimeler ve duraksama anları gibi önemsiz gözüken detaylarda, baskılama ve arzunun izleri bulunur. Konuşmanın ince detaylarını analiz eden çalışmalar incelendiği takdirde tüm bunları gözlemlemek mümkündür.

Dilin temeline bakıldığında uygulamalı bir faaliyet olan konuşmayı görmek kimseyi şaşırtmayacaktır. Fakat üzerinde durulması gereken asıl nokta, biçimsel dilbilimcilerin, konuşmanın pratiğinden ziyade gramatik yapısına yönelmiş olmalarıdır. Dilbilimciler çalışmalarında, de Saussure’nin dilin formal yapısına (la language) ve insanların bu yapıyı yaşamın içindeki ifade biçimlerine (la parole) dair yapmış olduğu ayrımı takip etmişlerdir. Yapısal dilbilimciler dilin yapısındaki derin gizemi çözmeyi kendilerine görev edinmiş, belirli sözcelerin bu bilinmeyenden türediğini düşünmüşler ve bu sebeple de la parole ya da sözcelere, gündelik ifadelere altta yatan daha derin ve anlamlı bir yapının yüzeydeki yansımaları olarak yaklaşmışlardır. Günümüzdeki yaklaşım ve genel olarak tüm söylemsel psikoloji ise kendilerini oldukça keskin sınırlarla la parole’ün tarafında tutmuştur.

Jacques Lacan ve onun ekolünden gelenlerin yaptığı çalışmalar yoluyla, biçimsel dilbilimin psikanalizin gelişmesinde hayli derin etkileri olmuştur. Biçimsel dilbilimin özünü oluşturan soyut dil teorisi, Lacanyenlerin elinde bir bastırma teorisine dönüşmüştür. Lacan’ın, bu konuya dair durduğu yer oldukça iyi bilinen sözü “Bilinçdışı dil gibi yapılanmıştır” (1) ile anlaşılabilir. Lacan “dilin yapısı”nın ne olduğunu açıkça belirtmediğinden, “bilinçdışı” gibi üzerinde gözlem yapılamayan bir kavramın yapısının ne olduğunu anlayabilmek de zordur.  (2) Nitekim, Lacan ve Lacanyenler psikanaliz tarihindeki anlaşılması en güç çalışmaları ortaya koymuş, metinlerini insanların edimsel olarak kullandığı kelimeler ve davranışlar ile ilgisiz teknik terimlerle bezemişlerdir ki Lacan’ın metinlerine baktığımızda hastalarından çok nadir bahsedildiğini de görebiliriz. (3)

Burada, Lacanyen psikolojinin seçtiği tarzdan ve kuramsal konumundan kaçınılır. “Dil”e temelinde bir yapı olan bir şeymiş ve gerçekte önemli olan da bu gizlenmiş yapıymış gibi yaklaşılmaz. Bu bakış açısı bilinçdışını da bir nesne olarak görmemizin önüne geçer ve dikkatimizi şeylerden ziyade eylemlere veririz. Dolayısıyla dil, -bilhassa konuşmada- kullanılan bir şeydir. Bilinçdışı ise yalnızca bastırılanın kapsamında var olur. İnsanların bastırma esnasında ne yaptıklarını anlayabilmemiz için öncelikle konuşurken ne yaptıklarını anlamamız gerekir. “Yapı” hakkında gösterişli ifadelerde bulunmaktan ziyade detayların yakından gözlemlenmesi daha faydalı olacaktır.

Bu bağlamda, şu anda bulunduğumuz nokta her ne kadar bazı açılardan ayrı düşse de Mikhail Bakhtin’in ve hatta Freud ekolünü tamamiyle reddeden Voloşinov’un yaklaşımları ile paraleldir. (4) Dilin kendi mevcudiyeti içerisinde barındırdığı gizli yapıları ortaya çıkarmayı araştıran biçimsel dilbilmcilerin aksine Bakhtin, dilbilimcileri, edimsel konuşmaya veya kendi deyimiyle “’somut sözce”ye bakmaları için teşvik eder. Dilin doğası hakkındaki tüm bu karmaşık teoriler oldukça iyi tasarlanmıştır fakat dil esasen pratikte kulanılan bir şeydir. Eğer kişi dili anlamak isterse, bakması gereken şey konuşmanın nasıl işlediğidir: “Sonuçta dil hayata sözceler vasıtasıyla … ve hayat da dile yine sözceler yolu ile sızar”. (5) Sözceler sıklıkla sohbet yahut diyalog süregelirken üretilirler ve bu sebeple  “gerçek hayatın içindeki diyaloglar”, “dilsel iletişiminin en yalın ve klasik formu”dur. (6)

Genellikle, bir konuşmacının sözceleri yalnızca kendisinin içsel düşüncelerinin doğrudan ifadesi olmakla kalmaz; aynı zamanda bu ifadeler, özellikle belirli bir dinleyici tarafından duyulmak için yine konuşmacı tarafından şekillendirilir. Konuşmacının kelimeleri, süregelen bir diyaloğun parçası haline dönüşür çünkü “her bir konuşmacı, … bir dereceye kadar savunmadadır.” Bakhtin’e göre, tüm bunların sonunda dönüp bakıldığında hiçbir konuşmacı “evrenin sonsuz sessizliğini” bozan ilk insan olmamıştır (7) ve konuşmacı, kendisini dinleyicilerin tepkilerine göre “konumlandırır” (8). Freud’un Fliess ile konuşması, Martha ya da annesi ile konuşmasından farklı olacaktır. Neyi nasıl söylediği, kiminle konuştuğuna ve karşısındaki insanın ne söylediğine göre değişecektir. Sözceleri içsel psikenin doğrudan dışavurumu olarak tanımlamak doğru olmaz. Sözcelerin, belirli bir bağlamdan ortaya çıktıkları söylenebilir. “Her bir somut sözce, doğrudan küçük bir sosyal hadisenin yansımasıdır.” (9)

Bakhtin’in günlük sohbetlerin detayları üzerinde çalışma fikri ancak kayıt cihazlarının geniş kullanımı ile mümkün oldu. Geçtiğimiz 25 yıl içerisinde konuşma analistleri, konuşmanın yapıtaşlarını oluşturan ayrıntıları, kaydettikleri sohbetlerin deşifre metinleri üzerinde çalışmışlar (10) ve çalışmaları ile Bakhtin’in öngörüsünü doğrulamışlardır. Söylenen şey, diyaloğun bağlamını yansıtır. Katılımcılar, sözcelerinde kendilerini ötekinin cevaplarına göre konumlandırır ve bu görünmeyen bir düzlemde gerçekleşir. Tüm bunların arasında belki de en dikkate değer olan şey ise sohbetin açık, görünüşte sıradan ve bir anlık görülen kısımlarının kayda değer zenginliğidir ve çalışmaların tekrar tekrar ortaya çıkardığı ise şudur: Günlük hayatımızın normali haline gelmiş olan karşılıklı sohbetler, çok büyük bir karmaşıklığın içinden başarı ile çıkmamızdır.

Konuşmanın kulağa gelen en basmakalıp şekli ile meşgul olunduğunda dahi, diyaloğun katılımcılarına oldukça fazla iş düşmektedir. Selamlaşma ve vedalaşmalar, sorulan sıradanlaşmış sorular ve bu sorulara verilen cevaplar, kendi aralarında zamanlama ve yetenek gerektiren söyleşimsel bir dans gerçekleştirirler. Konuşmanın her bir aktörü ötekini belirli bir yanıt vermeye iter. Bir analistin de ortaya koyduğu gibi; “konuşma, katılımcıların iddialarını, değerlendirmelerini, tekliflerini, davetlerini vb. birçok şeyi karşılıklı olarak destekledikleri bir sosyalleşme halidir.” (11) Konuşmacılar bu hali devam ettirdikleri müddetçe konuşma basite indirgenemez. Diyaloğun süregelmesi için rollerini işbirliği içerisinde sürdürmek zorundadırlar ve tam da bu yüzden aktörlerin söyleşimsel davranışlarının düzenlenmesi için bir takım kompleks düzenekler gerekmektedir.

Diyaloğun oldukça basit, fakat konuşmanın yolunu belirlemek için çok önemli olan bir koşulu vardır: katılımcıların konuşmacı ve dinleyici olarak devinimi. Bu da dinleme ve konuşma arasındaki değişimi karşıdakine göre ayarlama yeteneği gerektirir. Bir katılımcı, sürekli sahneyi domine eden konuşmacı yahut tamamiyle sessizliğe bürünen dinleyici olamaz. Bakthin’e göre “Söylemsel iletişiminin bir birimi olan somut sözcenin sınırı, konuşan öznenin değişimi yani konuşmacının değişimi tarafından belirlenir”. (12)

Konuşma analistleri “söz sırası sistemlerinin” kuruluşuna oldukça fazla önem atfetmişlerdir. (13) Konuşmacıların, sessizliğin sona ereceği ve konuşma sıralarının geleceğin zamanı bilmeleri büyük önem taşır. Söz sırasının sona erdiğine dair ortaklaşa bir karara varılamadığı zamanlarda birbirinin üzerine binen seslerden yahut sessizlikten başka bir şey olmayacaktır ve dinlemesi gereken yerde konuşan insanlar ya da tam tersi bir durum ortaya çıkacaktır. Sohbet esnasındaki sıralamanın daha geniş anlamda bir önemi de şudur: Eğer konuşma, sosyal hayatın devamını sağlıyor ise konuşma ve dinleme sıralaması da aynı sosyal hayatın varlığı için hayati önem taşımaktadır. Konuşma analistlerine göre, sosyal etkileşimin “özünde söz sırası ve ardışık yapılanan eylem vardır”. (14) Konuşmacı tarafından konuşma esnasında kullanılan tonlamalar, ses perdesi, bakışlar, iletinin hızı gibi şeylerin tümü konuşmanın sonuna gelindiğinin ve konuşmacının sahneyi bir başkasına teslim edeceğinin göstergesi olarak kullanılabilir. Bunun yanı sıra konuşmacının sırası henüz sona ermese de konuşması esnasında sessizliğe büründüğü zamanlar vardır ve bu seferki işaretler de anlık duraksamasına rağmen konuşmasının devamının geleceğine dair olur. Tüm bunlar insanın doğasında varolan içgüdüsel pratiklerdir.

Konuya daha geniş bir perspektiften bakarsak söz sırası, konuşma esnasındaki öneminden dolayı evrensel dilbilim kurallarından biri haline gelmiştir. Hiçbir dil ortaklığı onlarsız kurulamaz. (15) Erving Goffman’ın da belirttiği üzere, sözlü etkileşimlerde “mesaj akışını düzenlemek ve yönünü belirlemek için üzerinde uzlaşılmış, sürece dair kurallar devreye girmektedir.” (16) Böylece, konuşmanın her türlü durumuna dair sosyal normlar bulunacaktır. Önceden de bahsedildiği üzere Freud, bu kuralların baştan çıkarma ve arzunun mevcudiyetine işaret ettiğinden şüphelenmişti. Bu şüphe, ilginç bir olasılığın önünü açmıştır. Sohbet, sözcüklerin diziliş sırasının daimi teamülüne bağlı olduğundan ve o veya bu şekilde baskılanmaya maruz kaldığından, konuşmanın her zaman olduğu gibi başarıyla tamamlanabilmesi için tam da dilin şartları -düzenli bir şekilde bastırılması gereken- gizli kalmış baştan çıkarmaları yaratıyor olabilir.

Dipnotlar

  1. Lacan (1979), s. 20.
  2. Roustang’a göre Lacan’ın bu sözü tabiatı gereği muğlaktır çünkü “’yapı’ ve ‘gibi’ kelimelerinin anlamını hiçbir zaman tam olarak bilemeyiz” (Roustag, 1990, s. 113). Saussure’ün la langueve la parole ayrımına dayanarak, Lacan’ın ilkinin tarafında olduğu söylenebilir (Billig, 1997c). Forrester (1990) ise ilginçtir ki Lacan’ın -en azından erken dönem çalışmalarında- dilin kullanımının pragmatik yollarını tanımaya dayanan bir yaklaşımı olduğunu söylemektedir fakat Lacan’ın sözcelerin detaylarını pragmatik olarak yahut dil felsefesinin ve söylemsel psikolojinin benimsediği şekilde analiz etmek için herhangi bir atılımda bulunduğu söylenemez.
  3. Billig (1997c), Lacan psikolojisinin “insansızlaşma”sına atıfta bulunmuştur.
  4. Özellikle bkz. Voloşinov (1976 ve 1994) Voloşinov’a göre Freud kişilerin psikolojik durumlarındaki kültürel yapılaşmayı göz ardı etmiştir. Fakat Freud’a karşı yapmış olduğu olumsuz eleştirilerinin ardından konuşma ile bastırma arasında nasıl bir ilişki olduğuna dair bir değerlendirme girişiminde bulunmamıştır.
  5. Bakhtin (1986), s. 63.
  6. a.g.e. s. 75.
  7. a.g.e. s. 69.
  8. a.g.e.
  9. 9. Voloşinov (1973), s.86, vurgular orijinal metne aittir.
  10. Konuşma analizine dair ana metin için bkz. Inter Alia, Drew (1995), Heritage (1984 ve 1988), Atkinson ve Heritage (1984), Nofsinger (1991).
  11. Buttny (1993), s. 44.
  12. Bakhtin (1986), s. 71, vurgular orijinal metne aittir.
  13. 13. Bkz. Nofsinger Bölüm 4. Ek olarak, konuşma sırası alma hakkında klasikleşmiş çalışmalar için için bkz. Shegloff ve Sacks (1974); Sacks, Schegloff ve Jeffreson(1978) .Güncel bir çalışma için bkz: Schegloff (1995).
  14. 14. Boden (1994), 53.
  15. Biçimsel dilbilimciler, la langue ile la parole‘den daha fazla ilgilenmişlerdir. Evrensel dilbilime dair çalışmalarında söz sırası alma konusunu göz önünde bulundurmamışlardır. Örneğin Aitchinson (1996), tüm diller için geçerli olan 10 olası özellik hakkında yaptığı çalışmalara dilbilgisel ve sesbilimsel yapıları dahil ederken, söz sırasına dair kurallar gibi pragmatik bakış açılarını göz ardı etmiştir.
  16. Goffman (1976), s. 33.

©® Düşünbil (2020)

Yazar: Michael Billig
Çeviren: Yağmur Güney
Çeviri Editörü: Cemre Yılmaz
Kaynak: Billig, M. (1999). “Language and Dialogue”, Freudian Repression: Conversation Creating the Unconscious içinde, s. 80-84, Cambridge University Press.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com