Paylaş

Sosyal medyadan kaçış olanaksız. Çok faydalı olabiliyor. Örneğin sizi yıllardır göremediğiniz arkadaşlarınıza kavuşturabiliyor. Ancak kimi zaman baş ağrıtıyor. Sosyal medya ortamında karşılıklı sohbetler esnasında söylemek istediğiniz çok ama çok basit bir şeyi bir türlü karşıya doğru şekilde anlatamadığınız hatta oldukça yanlış anlaşıldığınız olur. Hatta karşılıklı üç cümle ile arkadaşlıklar bitme noktasına geliverir. Sonradan bir türlü nasıl olduğunu anlayamadığınız nahoş bir tartışma süreci yaşanır. Sosyal medya yazılı mesajının yanlış anlaşılmasının ve bazen birden yükselen tansiyonun nedeni dilin doğasında yatmaktadır. Örneğin Ali karşıdaki kadına “Ayşe seni gerçekten çok seviyorum” dedi. Bu cümlenin anlam ve yapıbilimsel olarak bir hatası var mı? Yok! Ne anlatıyor? Ali’nin Ayşe’yi gerçekten çok sevdiğini belirtiyor, değil mi? Ali gerçekten vücut duruşu yüz ifadesi ve ses tonu ile yazılı anlamı kast ediyor olabilir. Ancak günlük hayatta yüz yüze Ali, Ayşe’ye bunu kaç değişik ses tonu ve jest-mimik ile söyleyebilir? Yani Ali öyle bir ses tonu ve yüz ifadesi ile bu cümleyi söyler ki Ayşe’nin tüyleri diken diken olur ve Ali’nin iğneleyici öfkesini her hücresinde hisseder. Ya da yine ses tonu jest ve mimikleri öyle değişir ki cümle aslında “Ayşe çok safsın bu da yapılır mı?” anlamına gelir ve Ayşe hayal kırıklığı ile karışık alayı hisseder. Çocukluğunuza dönün, mümkünse de ergenlik yıllarınıza; annenizin adınızı sadece adınızı kaç farklı anlamda söyleyebildiğini anımsamaya çalışın. Aynı heceleri içeren isminiz annenizin ses tonuna, yüz ifadesine ya da vücut duruşuna göre “Güzel çocuğum, canım” anlamına da “Gel buraya canına okuyacağım” anlamına da ya da “Yine işini/ödevini yapmamışsın!” anlamına da gelir. Dil ile iletişim esnasında söylediğimiz cümlelerin anlamını çoğunlukla cümlenin anlambilimsel (semantik) ve yapıbilimsel (sentaks) içeriği belirlemez. Esas anlamı sesin tonlaması, melodisi, tınısı, yüz mimikleri ve vücut jestleri belirler. İletişime gerçek anlamını veren bu özellikler bütününe prozodi diyoruz. İşte yazılı sosyal medya mesajları bu özellikten yoksun olduğu için anlam kaymalarına ve karşılıklı tepkiselliğe neden olmaktadır. Neyse ki teknoloji kendi açıklarını ilginç ve değişik yollarla da olsa kapatabiliyor. Bu soruna kökten olmasa da oldukça faydalı bir çözüm üretti; emojiler. Sorunun esas çözümü tabii ki arkadaşınız ile yüz yüze görüşmek; hadi bu mümkün olmadı, sesli iletişim kurmak. Ancak bunun her zaman olası olmadığı durumlarda ya da örneğin ortak bir grupta birden fazla kişi bir konuyu tartışırken emojiler gerçekten tansiyonu düşürmek, sohbete biraz duygu ve mizah katmak için oldukça faydalı olabilmektedir.

Kısaca biraz anatomiye değinelim. Beynimiz, sağ ve sol yarımküreler olmak üzere kabaca ikiye ayrılır. İnsanda sağlakların tümünde solakların da yine büyük çoğunluğunda (yani toplamda tüm insanların yaklaşık %97-99’unda) sözlü ve yazılı dilin anlaşılması ve tekrar üretimi ile yani dilin anlam ve yapıbilimsel yönü ile ilgili işlevlerde sol yarımküre baskındır. Kalan küçük azınlıkta ise sağ yarımküre baskındır. Lisanın anlaşılıp çözümlenmesi, okuma, yazma, aritmetik hesap ve konuşma işlevleri bu baskın (sol) yarımküredeki merkezlerce yürütülür. Baskın olmayan (çoğu insanda sağ) yarımkürede de lisan ile ilgili merkezler vardır. Sağ yarımküredeki merkezler ise mimiklerin, jestlerin, ses renginin ve ses tonunun anlaşılıp çözümlenmesi ve bunların ifade edilmesi ile ilgilidir. Beynimizdeki konuşma ile ilgili alanlar tek bir beyin lobunda değil değişik beyin loblarında yer alır. Lisanın gelişiminin erken dönemlerinde jest mimik ve el hareketleri iletişimde kullanılan esas unsurlardır. Hâlen özellikle heyecanlandığımız kızdığımız ya da zorda kaldığımız durumlarda el hareketlerinin yardımı olmadan derdimizi anlatamayız. Evrimsel olarak jest, mimik, ve işaret ile anlaşmayı kullanma yetimiz sesli sembolik iletişimi kullanma yetimizden daha eskidir. Hem insanlar hem de diğer primatlar sosyal işaretler vermek için yüz ifadelerini kullanırlar. Daha önemli olan husus ise insan olmayan primatların, sözel işaretler ve iletişim kapasiteleri bizlere kıyasla çok daha kısıtlı olduğu için bu işleve bizden daha çok bağımlı olmalarıdır. Hatta maymunlar yüz ve yüz ifadelerini tanıma konusunda oldukça ustadır. Pascalis ve Bachevalier (1998), yetişkin insan ve rezus maymunlarını insan, maymun yüzleri ve diğer nesneleri ayırt etme konusunda deneye tabi tutmuştur. Her iki grup da bu işlevden tam not alır. İnsanlar insan yüzlerini maymunlar ise maymun yüzlerini ayırt etme konusunda karşı gruptan daha iyi performans gösterir. İnsanlarda yapılan bir çalışmada bebeklerin maymun yüzlerini ayırt edebilme yetisi açısından yetişkinlerden daha iyi sonuçlar aldıklarını göstermiştir (Nelson, 2001). Bu sonuç bebeklerin bu yeti açısından algısal pencerelerinin daha geniş olduğunu yetişkinliğe ulaşırken insanların toplum hayatı içinde görsel olarak devamlı diğer insan yüzleri ile ilişki içinde olmalarından dolayı bu geniş algısal pencerenin daraldığını göstermektedir.

Görünen o ki bize eşsiz olanaklar sağlayan devasa bir kültür oluşturabilmemize olanak veren sembolik lisanımız bazı daha eski yeteneklerimizi kısmen gölgeleyebiliyor. Sembolik lisanımızın yapı ve anlambilimsel tarafının ağırlıklı olarak oluşumundan sorumlu olan sol beyin yarıküresinin işlevleri özellikle yazının yaygın kullanımından sonra giderek öncelik kazanırken, sağ beyin yarıküresinin lisana ait işlevleri sanki biraz gözden düşmüştür. Bir kişinin size bir şey anlattığını varsayın, söylediği sözler, cümle yapısı ve cümlenin iç mantığı kendi içinde düzgün ve tutarlı ise bir de size istatistikî veriler veriyor ve güvenilir yerlerden alıntılar yapıyorsa hemen bu sözleri ve kişiyi dikkate alır anlatılanlara da güven duyar hatta inanırız. Ama tüm bunlara rağmen ses tonu, yüz ifadesi ve mimikleri ise size bu kişinin samimi olmadığını hatta bilerek yalan söylediğini söylüyorsa ne yaparsınız? İyi düşünün gözümüzün içine baka, baka yıllardır bize yalan söyleyen ama yine de ara sıra da olsa sözlerine aldandığımız insanlar yok mu? Genellikle yıllar içinde eğitim aldıkça ve büyüdükçe iletişimin anlam ve yapı bilimsel yapısına güvenir ancak jest, mimik ve prozodiye dayanan iletişimin diğer yanına farkında olmadan sıklıkla kayıtsız kalmaya başlarız. Ancak bu kayıtsız kaldığımız yön daha samimidir ve yalan söylemede daha beceriksizdir. Basit bir örnek evcil hayvanlar sembolik lisan kullanmazlar. Hayvanların iletişim sistemi türe ve kendilerine özgüdür. Biz onlara bir şeyler anlatmak istediğimizde söylediklerimizin yapısal ve anlambilimsel çözümlemesine değil hangi duygu ve isteği içerdiğini belirten duygusal yönüne yani jest, mimik ve prozodiye önem verirler. Ses tonunuza aslında vermek istemediğiniz bir komutun tınısını (çok yetenekli ve iyi eğitimli bir tiyatro sanatçısı değilseniz) veremezsiniz. Siz öyle yapabildiğinizi zannetseniz bile o buna kanmaz. Bir kangal çoban köpeğine gerçek bir tehlike yok ise (kurt gibi) istediğiniz kadar ustaca taklit etseniz de “tehlike var!” sinyalini eğer gerçekten bir tehlike yok ise veremezsiniz. Beynin sol tarafında herhangi bir hastalık nedeniyle zedelenmesi olan ve dilin anlam ve yapıbilim yeteneklerini kaybeden “afazi” hastaları değişik biçimlerde sözlü ve yazılı lisanı anlayamaz ve ifade edemezler. Bu hastalarda özellikle ilk dönemlerde beynin sağ yanındaki prozodi merkezleri hemen ön plana çıkarlar. Hastaların iletişimi sembolik lisan öncesi dönemdeki gibi daha ağırlıklı olarak jest, mimik ve prozodiye dayanır. Bu sayede tekrar (uygun tedavi ve konuşma terapisi ile) sembolik lisanı kazanabilirler.

Bu devrede bu insanlar örneğin dinleyicilerin gözüne baka, baka yalan söyleyen bir hatibin konuşmasına kahkahalarla gülebilirler. Çünkü onlar diğerleri gibi konuşmanın yapı ve anlambilimsel derinliğine ve de hatibin rol yeteneğinin inceliklerine kendilerini kaptırmazlar. Onlar yalancı hatibin aslında gizleyemediği vücut diline ve gerçek duygularını gizleyemeyen prozodisine kulak verirler ve aleni yalanı görebilirler. Bu konuda enfes bir örneği usta bir nörolog ve yazar olan Oliver Sacks’ın Karısını Şapka Sanan Adam adlı eserinde bulabilirsiniz (Sacks,  1996).

Bundan ötesi hepimizin bildiği bir diğer yaşamsal gerçeğe değinelim; yazılı bir kelime tam olarak konuşmanın yerine geçemez aynı şekilde konuşma da jestlerin yerine tam olarak geçemez. Kısacık üstelik dilbilgisi ve yazım kuralları ihmal edilmiş cümlelerle gerçek duygu ve düşüncelerimizi aktaramayız hele de sosyal medya ortamlarında. Bundan mümkün olabildiğince kaçınalım. Özellikle de ciddi tartışma konularında. Olmadı kaçınamadık, işte o zaman kısacık cümlemizin yanlış anlaşılmasının önüne geçebilmek için cümlede anlatmak istediğimiz anlamı ifade edebilen emojiyi kullanmak yanlış anlaşılma olasılığımızı en aza indirebilir. Gerilimi de düşürebilir. Arkadaşınıza “Ben bilirim!” dediğinizde kast ettiğiniz anlama uygun emojiyi eklediğinizde yanlış anlaşılma olasılığınız oldukça azalır. Çünkü hararetli bir yazışmada bu kelime kızgınlık, meydan okuma, alay gibi anlamlar içerebildiği gibi yanına koyacağınız uygun bir kahkaha emojisi ile güzel bir espri anlamı da içerebilir. Siz yine de yüz yüze sohbeti hiçbir şeye değişmeyin derim ben!

Adı Geçen Kaynaklar:

PASCALIS O ve Bachevalier J (1998) “Face recognition in the primates: a cross-species study. Behavioral Processes” 43;87-96.(Özet)

NELSON CA (2001) “The development and neural bases of face recognition.” Inf. Child Dev. 10;3-18.

SACKS O., Karısını Şapka Sanan Adam Çev. Çiğdem Çalkılıç, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı Ağustos 1996, s.94-96.

Yazar: H. Tuğrul Atasoy

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Tuğrul Atasoy

Doğmak nedense 1967 yılına nasip olmuş. Ankara’da geçen ve oldukça uzun gelen okul yıllarını Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden 1991'de mezun olarak tamamladım. Yetmedi yine aynı ciddi şehirde uzmanlık eğitimi alıp 1997’de nöroloji uzmanı oldum. Sonrasında Haziran 2001 tarihinde yolum Zonguldak'a düştü. Halen bu şehirde Üniversitenin Nöroloji Kliniğinde Öğretim Üyesi olarak hayatımı kazanmaktayım. Davranış bilimleri dışında, müzik, edebiyat ve doğa fotoğrafçılığı diğer ilgi alanlarım. Okumak dışında elimden geldiğince yazmayı ve yazdıklarımı paylaşmayı da seviyorum. Yazdıklarımı bir araya getirdiğim yayımlanan kitaplarım var; Yeni Yetenlere (Şiir); Olduğu Gibi (Şiir); Sormadan Gidilir Bazen (Öykü); Yarının Dünüdür Bugün (Öykü); Gölgeler Güneşte Gezinir (Öykü); Bir Nöroloğun Gözünden İnsan Neden Sanat Yapar? (Araştırma-İnceleme).