Site icon Düşünbil Portal

Temel eğitimden ortaöğretime nasıl geçmeli? (IV)

Paylaş

Amasya Tamimi yayınlandıktan sonra, Mustafa Kemal Paşa… pardon, 02/12/2016 tarih ve 6764 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 9 Aralık 2016 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdikten sonra, Bakanlık Makamının 14/12/2016 tarih ve 14140378 sayılı Onayları ile “Bakanlık Maarif Müfettişi Mülakat ve Atama Kılavuzu” yayımlandı. Anladın değil mi? Anladım hocam, gayet net ve açık! Normal şartlar altında, kanun yayımlanıp yürürlüğe girdikten sonra, sırasıyla, arkasından yönetmelik, yönetmelik doğrultusunda sınav yönergesi yayınlanması gerekirken, konu memleket meselesi olduğundan, mevzuatın gerekleri es geçilmiş, ayrıntılarla zaman kaybedilmemiştir. MEB’in kullandığı bu inisiyatif, aynı zamanda memleket meseleleri karşısında kararlı duruşumuzun bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. “Mevzubahis vatansa, gerisi teferruattır!” bilirsin. Bilmez miyim hocam!

Bu yüzden mülakat kılavuzundaki ayrıntıları ben de es geçiyorum. Teşekkür ederim hocam! Çok iyisiniz! Amaç, anlatacaklarımızın kısa ve öz anlatılması ve teferruatlara takılmadan, hedefe çarçabuk ulaşmamız değil mi? Aynen hocam! Hocam açık konuşmak gerekirse, sizin kadar kısa ve öz anlatan birini görmedim ben daha (!) Gerçekten TEOG bir memleket meselesiymiş. Buna beni inandırdınız hocam. Önceleri sadece benim gibi çocuğu okuyanların meselesi sanıyordum. Ohoo, baksanıza müfettişler bile geçmiş bu sınavdan!  Teşekkür ederim hem aydınlattınız, hem de rahatlattınız beni!

Kılavuz yayımlandıktan sonra, şu an TEOG’da olduğu gibi müfettişler arasında da bir kargaşa başladı. Yok efendim otuz yıldır müfettişlik yapıyormuşmuş; müfettiş olan bir müfettiş, müfettiş olmak içim müfettişlik mülakatına alınır mıymış, yok efendim bu mesleğe ömrünü vermişmiş, müfettiş olmak için zamanında neler çekmişmiş, bir taraftan öğretmenlik yaparken, diğer taraftan dört yıl boyunca ikinci bir üniversite okumuşmuş, yüksek lisans yapmışmış, bu sınava daha önce girmişmiş, kazanmışmış, bu yapılan haksızlıkmışmış, yetkilerinin gasp edilmesiymişmiş, yazılı sınav yapılmadan mülakat yolu ile seçme yapılır mıymış, böyle bir mülakat olmaz olsunmuş…muş…muş…muş!

Hocam biraz önce neden Malazgirt olayına girdiğinizi yeni anladım. Bu kadar muş’lu geçmiş zamanla kargaşa yaratanların Malazgirt Meydan Savaşı ile mutlaka bir bağlantısı vardır. Bizans’la da vardır. Kim bilir bekli de çoğunluğu Bizans ajanıdır. Demek ki Romen Diyojen de Muş-Malazgirt yöresinde “muş, muş, muş” diyerek böyle kargaşa yaratmış ki Alparslan üzerine yürümüş! Yoksa durduk yerde kim kime yan gözle bakar hocam!

Aferin lan! Neyse, gelelim mülakata! Gelelim, hem de çok çabuk gelelim hocam! Bunlar yeni TEOG’un ayak sesleri çünkü. Heyecanlandım valla!

Bakanlık dedi ki: “Arkadaş, aranızdan bana 500 kişi lazım. Ankara’yı yurdun her yerinde temsil edebilecek, babayiğit, tuttuğunu koparan, beş yüz metreden müfettiş olduğu anlaşılabilecek yiğitler lazım. Var mı aranızda? Varsa üç adım öne çıksın!”  Hiç kimse çıkmamıştır herhalde hocam. Hepsi “muş muş muş” falan diye eleştirip duruyorlardı ya! Tam aksine, neredeyse tamamı öne çıktı ve “Varım!” dediler! Bu müfettişler de çok garipmiş valla hocam! Demin ne diyorlardı, şimdi ne yapıyorlar? Gerçi Hababam Sınıfı’ndaki Müfettiş Hüseyin Şevki Topuz da çok garipti. Sınıfa girdikten sonra bir hoş olur, sinirlenip pancar gibi çıkardı geri sınıftan. Demek ki o zamandan bu yana hiç değişmemişler. Bakanlık ne yapsa az bence! Her neyse bakanlık baktı ki gönüllü fazla; “O zaman mülakat yaparım arkadaş!” dedi. Der tabii ki hocam. Bakanlık ne yapsın? 500 kişi lazım sonuçta… Mülakatın ne olduğunu biliyor musun peki? Bana mı soruyorsunuz hocam? Evet! Pardon, ben müfettişlere dediğinizi sandım. Valla adını biliyorum, çok yerde geçiyor ama açık konuşmak gerekirse ne anlama geldiğini bilmiyorum. Ayıp olmasın diye size de soramadım. Hiçbir şey bilmiyormuşum gibi bir şey oluşmasın diye sizin gözünüzde. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp. Soracaksın! Hiç kimse bir şey sormazsa bizim eğitimciliğimiz ne işe yarayacak? Haklısınız hocam! Mülakat demek, şu demek: Alırsın vatandaşı karşına, inciğini cıncığını; gelmişini geçmişini… Hocam ayıp olmaz mı öyle? Düşündüğün gibi değil ya! Küfür olmaz tabii, saçmalama! Yani o kişinin, seçmek istediğiniz kişi olup olmadığını en ince ayrıntılara kadar inerek inceleyip, istediğiniz özelliklere ve niteliklere sahip olup olmadığını anlamak için çok ayrıntılı bir görüşme yaparsınız. Mülakat bu demek. Öyle kolay iş değil, zor ve uzun bir süreçtir. Objektif karar vermeyi gerektirir… Anladım hocam. Mülakata girenlere de, mülakatı yapanlara da Allah yardım etsin, zor iş valla! Sonra bakanlık dedi ki: “Arkadaş, bak şimdiden söyleyeyim, sonra efendim şöyle olduydu da, böyle olduydu da falan demeyin. Aha mülakat kılavuzuna da yazıyorum. Her şey net olsun. Aramızda anlaşmazlık çıkmasın sonra. Her şeyi önceden konuşmakta fayda var. Mülakata girecek kişiyi oturturum üç kişilik sınav komisyonunun karşısına; sohbet ederim, sohbet arasında sorular sorarım, bakarım bir konuyu kavrayıp özetleyebiliyor mu? İfade yeteneği nasıl,  muhakeme gücü var mı? Dinlerim, izlerim, gözlemlerim. Efendime söyleyeyim, temsil kabiliyeti nasıl, yani müfettişliği temsil edebilecek mi? Konuşurken, dinlerken, oturup kalkarken davranışı nasıl, herhangi bir durum karşısında tepkileri mesleğe uygun mu? Hemen parlıyor mu, yoksa ağırbaşlı bir tutum mu sergiliyor? Sonra liyakati ne, yani bu mesleğe uygun mu, bu mesleği yapmak için akademik bir yeterliliği ve birikimi var mı? Öte yandan, genel görünümü ve fiziki görünümü nasıl? Pis pasaklı mı, yoksa gayet estetik ve imrenilesi bir görüntü mü sergiliyor? Hem üstü başı, hem de fikirleri hijyenik mi? Şık giyinebiliyor mu? Giydiğini yakıştırabiliyor mu? Günlük öz bakımını yapmış mı? Bunların dışında özgüveni var mı? İnsanların karşısında gayet rahat, evde çor çocuğuyla konuşur gibi konuşabiliyor mu? İnsanları ikna edebiliyor mu, ikna kabiliyetinin ve inandırıcılığının derecesi ne? Ayrıca genel yetenek ve genel kültürü nasıl? Her konuya müdahil olabiliyor mu, o konu hakkında üç beş önemli ve bilimsel cümle kurabiliyor mu? Ama bunlar da yetmez ha! Çağdaş, bilimsel ve teknolojik gelişmelere açık mı, her yeniliği merak edip, öğrenmeye çalışıyor mu? Dünyadaki gelişmeleri takip ediyor mu? İşte kriterler özet olarak bunlar arkadaş! Tamam, hepiniz müfettiş olabilirsiniz ama bana müfettişin müfettişi lazım. Hedefimiz büyük. Öyle ‘muş muş muş’ la olmaz bu iş! Buyurun 100 üzerinden 70 alan başarılı sayılır. Anlaştık mı? Hadi bakalım mülakatta görüşürüz. Bye!”

Of of of! Hocam bu ne ya? Var mı memlekette böyle bir insan profili? Bu ne titiz ve incelikli bir seçim. Ayrıca bu sıraladığınız kriterleri ölçmek için sabah ezanında oturup başlasanız, yatsıya kadar bir adamın yarısını bitiremezsiniz. Şu Milli Eğitim Bakanlığı bu kadar meşakkatli bir işe girişmiş ya, ne diyeyim, aşk olsun diyorum hocam! Çocuklarımız adına gurur duyuyorum! Keşke her bakanlık böyle olsa, memlekette tek bir sorun kalmaz.  Tüylerim diken diken olmaktan yoruldu valla hocam! Yalnız hocam, kriterleri görünce bu defa pes edip, vazgeçmişlerdir mülakata girmekten herhalde değil mi?

Bu soruna bir görselle cevap veriyorum. (Bkz. Fotoğraf–1) Soğuk ve karlı bir Ankara günüydü. Aylardan Ocak idi. Tarihe “Müfettiş Kuyruğu” olarak geçen bu kare, sanırım her şeyi anlatıyordur. Hepsi bakanlığın kapısına üşüştüler. İnanamıyorum, ciddi misiniz hocam? Allah Allah ya! Uydurmuyoruz ya kardeşim, basına çıktı diyoruz. Gazetelerde yazdı, internete düştü bu haber. Aha fotoğrafı! Kafadan konuşmuyoruz, baksana belgeyle konuşuyoruz burada! Pardon hocam, hani kriterleri görünce gözleri korkar, girmezler diye düşünüyordum da! Girmezler mi? Meslek elden gidiyor! Hayır gir kardeşim, girme diyen yok sana. Zaten sınavı bakanlık açmış gir diye. Bir hizmet sunmuş sana. Gir girmesine de böyle bir görüntü sergilemeden, kamuoyunda “bakanlığın önünde n’oluyor” görüntüsü oluşturmayacak şekilde gir. Müfettişlik mesleğine yakışır şekilde müracaat et. Sen müfettişsin arkadaş! Öyle tüp gaz, ekmek, gazyağı kuyruğuna girer gibi ne bu böyle? Dağ başında değilsin, Ankara’dasın. Kızılay Meydanı’nın göbeğindesin. Geç otur orada bakanlığın karşısında bir kafeteryaya, çayını, kahveni iç, bir yandan da kapıyı gözetle, sıra olmadığı bir anda git müracaatını yap çık! Öyle 2000-2500 kişi kapının önüne üşüşülür mü? Ama amaç farklı! Ne? Bakanlığı karalamak. Mağduriyet görüntüsü vermek. Toplumda infial yaratmak. Basına çıkmak. Bir kamuoyu yaratıp bakanlığı bu yüksek hedefinden vazgeçirebilir miyiz? Dert sınava girme derdi değil, gaye başka. Örgütlenmiş bir eylem. Belli bir yaşa gelmişsin arkadaş, prostatın vardır, şekerin vardır, tansiyonun vardır, bilmem neyin vardır. Hadi canına acımıyorsun, bari memleketinin istikbalini, bakanlığın itibarını düşün. Ama nerede sende öyle bir ruh, nerede 1453, nerede Malazgirt? Muş’ta hocam! Sana sormuyorum! Lâfı da berbat ettin. Sende de o ruhun olup olmadığından şüpheliyim ama hadi her neyse başladık bir kere, anlatıyoruz! Tabii halk itibar gösterir mi böyle şeylere? Göstermez! Seslerini hiç kimseye duyuramadılar. Halk uyanık, bizim halkımız bakmaz böyle şeylere! Sen duydun mu mesela? Ben mi hocam? Yok hocam, nereden duyayım? Ben bunların ne iş yaptıklarını bile bilmem! Demin sana sordum ya! Maarif ne demek nereden bileyim ben? Sağ olun, siz açıkladınız da öğrendim! Her neyse, İşte durum bu. Bakanlığın kapısından, Ankaray gişelerine kadar kuyrukçuluk oynadınız da elinize ne geçti? Hiçbir şey! Kendi kendilerine söylenip, kendileri dinlediler dertlerini kuyrukta. Öyle sabahtan akşama kadar soğuk altında tir tir titredikleri kâr kaldı yanlarına. Birbirlerine dert yandılar. Dert yanarak ısınacaklarını sanıyorlar. Hatta Antalya’dan gelen ve şair geçinen biri ısınmak için:“Ankara’nın kışına bak/Gözlerimin yaşına bak/Biz yıllardır teftiş ettik/Şu bakanlığın işine bak. Pek gamlıyız” diye türkü yaktığı bile söyleniyor. Beyefendi her yeri Antalya gibi sanıyor! Alışmış ya Konyaaltı Plajı’nda denize girmeye. Burası Ankara Ankara! Adamın gözyaşını sümüğüne karıştırır. İki saat soğuğuna dayanamıyorsan Ankara’da nasıl müfettişlik yapacaksın? Ankara’dan kalkıp Muş’a, Malazgirt’e nasıl gideceksin? İstersen ağıt yak, kim duyar seni? Buz tutasıcalar sizi ya! Sonra kuzu kuzu sınava girmek zorunda kaldılar tabii ki… Hocam bunların yatacak yeri yok desene! Şunlara bak ya! Ben utandım valla, koca koca adamlar tövbe tövbe! Gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Bakanlığın böyle güzel bir çalışmasına engel olmaya çalışılır mı ya? Çalışacaksan derse çalış, mülakata hazırlan! Çocuklara örnek ol! Bakanlık daha ne yapsın? En güzelinden bir imkân vermiş sana! Yok hocam yok, dediğiniz gibi kimsede Malazgirt ruhu falan kalmamış!

Yazar: Muhammet Akyıldız

Not: Yazı beş bölümden oluşmaktadır ve bu kısım dördüncü bölümdür. İlk üç bölüm siteden bulunabilir.

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş
Exit mobile version