Yazının 1. bölümü için tıklayınız.
Yazının 2. bölümü için tıklayınız.
(…)
Bilişsel yaklaşımlara karşı psikanalizin hareket liderlerinden gelen en kışkırtıcı suçlama ise [bilişsel yaklaşımların] fiilen kaş yapayım derken göz çıkarmalarıdır: Depresif veya endişeli düşünceleri yönetmek için yöntem bulmak, örneğin kendini anlamayı ve kalıcı değişim geçirmeyi göze alma zamanını ertelemeye neden olabilir. BDT’nin örtülü vaadi, ıstıraba karşı ipleri ele geçirmek için nispeten basit ve adım adım bir yolun var olduğudur. Fakat muhtemelen hayatlarımızın, duygularımızın ve diğer insanların eylemlerinin üzerindeki kontrolümüzün ne kadar az olduğunu kabul edersek daha fazla bir kazancımız olabilir mi? BDT’nin ipleri ele geçirme vaadi sadece hastalar için değil, terapistler için de baştan çıkarıcıdır. ABD’li psikolog Louis Cozolino, Why Therapy Works (Tedavi Nasıl İşe Yarar) adlı kitabında, “Terapi, danışanları endişelendirir ve deneyimsiz terapistler de ne yapacaklarına dair ipucuna sahip olmadıkları için endişelenirler,” diyor, “Bu nedenle her iki taraf için de odaklanabilecekleri bir görevin olması rahatlatıcıdır.”
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, BDT’nin önde gelen savunucuları, BDT’nin yüzeysel olarak karikatürize edildiğini savunarak etkinliğinin bir miktar azalmasının beklenebilir bir şey olduğunu zira popülerliğinin çok arttığını ileri sürüyorlar. İlk çalışmalarda küçük örneklemler ve yeni yaklaşımdan heyecan duyan öncü terapistler kullanılmıştır; daha yeni çalışmalarda ise daha büyük örneklemler ve kaçınılmaz şekilde daha farklı yetenek seviyelerinden terapistler kullanılıyor. Tek bir terapinin bütün hastalıklar için en iyi çözüm olmadığını öne süren Londra’daki King’s College Psikiyatri, Psikoloji ve Sinirbilim Enstitüsü’nden bilişsel davranışçı psikoterapi profesörü Trudie Chalder, “BDT’nin yüzeysel olduğunu söyleyen insanlar, asıl konuyu gözden kaçırıyorlar” diyor. “Evet, insanların inançlarını hedefliyorsunuz ancak yalnızca kolayca erişilebilen inançları hedeflemiyorsunuz. Bu sadece ‘Şu kişi bana tuhaf baktı, yani benden hoşlanmıyor olmalı’ gibi inançlar değil; daha önceki deneyimlerden gelen ‘ben sevilmeyecek biriyim’ gibi inançlardır. Geçmiş çokça hesaba katılır.”
Bununla birlikte, terapiler arasındaki anlaşmazlık, çatışan çalışmalar arasında hakemlik edilerek çözülecek gibi değil, daha derinlere iniyor. Araştırmacıların hangi terapilerin en iyi sonuçlara sahip olduğu konusunda çok farklı vargıları olabilir. Peki, neler başarılı sonuç sayılmalıdır? Çalışmalar belirtilerin hafifletilmesini ölçüyor; ancak psikanalizin elzem önermelerinden biri, anlamlı bir yaşamda belirti göstermemekten daha önemli şeyler olduğudur. Prensip olarak, bir psikanaliz sürecinden eskisinden daha üzgün -ama daha bilge, önceki bilinçdışı tepkilerinizin daha bilincinde ve hayatı daha sorumlu bir şekilde yaşar hale gelmiş olarak- de ayrılabilirsiniz ve psikanaliz deneyimi yine de başarılı sayılır. Freud amacını, ünlü sözüyle, “nevrotik ıstırabı ortak mutsuzluğa” dönüştürmek olduğunu ifade etmişti. Carl Jung ise “insanlığın zorluklara ihtiyacı var; zorluklar sağlık için gereklidir.” demişti. Hayat acı vericidir. Acı veren duygular için “tedavi” yönünden mi düşünmemiz gerekir gerçekten?
***
Terapinin bir bilim meselesi olarak ele alınmaması düşüncesi kulağa çok cazip geliyor çünkü bireysel yaşamlarımız, bilimin ilerlemesi için gereken insafsız genellemeye tabi tutulamayacak kadar farklıdır. Bu düşünce, Stephen Grosz’un, 2013’te çıkardığı, İngiltere’nin çok satanlar listelerinde haftalarca kalan ve 30’dan fazla dile tercüme edilen, analistin kanepesinden gelen öyküler koleksiyonu, İncelenen Hayatlar’ın ticari başarısını açıklamaya yardımcı olabilir. Kitabın bölümleri, deneysel bulgular ya da klinik teşhislerden değil, birçoğunda hastanın kendi derinliklerini aniden anlayarak bir içgörü sarsıntısı geçirdiği hikâyelerden oluşuyor. Örneğin tıpkı yatağını ıslattığı günlerde kanıtları saklayan annesi gibi sahtekârlıklarına katılmaya ikna edebileceği kişilerle gizli bir samimiyet kurmak için kronik bir şekilde yalan söyleyen bir adamın hikâyesi ya da birisinin bulaşık makinesini ne kadar düzgün bir şekilde yerleştirdiğini fark ettiğinde, kocasının sadakatsizliğini görmemek için nasıl da uğraştığının sonunda farkına varan kadınınki.
Grosz görüştüğümüzde “Her hayat benzersizdir ve sizin bir analist olarak rolünüz, hastanın kendine özgü öyküsünü bulmaktır.” demişti, “Sadece dil sürçmeleriyle, birinin anlattığı bir hayalle ya da belirli bir kelimenin kullanılmasıyla ortaya çıkan çok şey var.” Analistin görevi, tetikte kalarak hepsini algılamak ve daha sonra bu tip içerik öğeleriyle “insanlara hayatlarını anlamlandırmak için yardım etmektir”.
Şaşırtıcı bir şekilde, belki de, görünüşte bilimsel olmayan bu bakış açısına yönelik son destek, zihin çalışmalarının en deneysel köşesinden geldi, yani sinirbilimden. Birçok sinirbilim deneyi beynin bilgiyi bilinçli farkındalığın izleyebileceğinden çok daha hızlı bir şekilde işlediğini göstermiştir; yani sinirbilimci sürücü koltuğundaki bilinçli zihin, David Eagleman’ın ifadesiyle “kaputun altında” devam eden sayısız zihinsel işlemi görmez. Bu nedenle, Louis Cozolino’nun Why Therapy Works kitabında yazdığı gibi, “bir deneyimden bilinçli olarak haberdar olduğumuz ana kadar o deneyim çoktan pek çok kez işlenmiş, anıları harekete geçirmiş ve karmaşık davranış kalıplarını başlatmıştır.”
Kanıtları nasıl yorumladığımıza bağlı olarak, görünüşe göre yaptığımızın daha farkına bile varmadan -zihinsel aritmetikten, kaza yapmamak için otomobilin frenlerine basmaya veya evleneceğimiz kişiyi seçmeye kadar- sayısız karmaşık şeyi yapabiliyoruz. Bu da BDT’nin temel varsayımıyla, yani yararsız zihinsel tepkilerimizin çoğunu eylemde yakalamayı eğitimle öğrenebileceğimiz düşüncesiyle iyi örtüşmüyor. Aksine, bilinçdışının devasa büyüklükte olduğunu ve kontrolün çoğunlukla onda olduğunu ve bizim hayatı geçmişte oluşan pencerelerden görmekten kaçamadığımızı, yalnızca kısmen, yavaş yavaş ve büyük çaba göstererek değişebileceğimizi söyleyen psikanaliz sezgisinin doğrulandığı görülüyor.
Belki de terapistler arasındaki uyuşmazlıklardan çıkabilecek inkâr edilemez tek gerçek, zihinlerin nasıl çalıştığına dair hâlâ pek bir fikrimizin olmamasıdır. Zihinsel acıyı azaltmak söz konusu olunca “sanki elimizde çekiç, testere, çivi tabancası ve tuvalet fırçası varmış ve bu kutu her zaman düzgün çalışmadığı için bu aletlerden hangisinin işe yaradığını görmek amacıyla her biriyle kutuya vurmaya devam ediyormuşuz gibi.” diyor Londra Üniversitesi’nin Queen Mary’deki Duyguların Tarihi Merkezi’nde politika müdürü olan Jules Evans.
Birçok araştırmacının “Kuş Dodo’nun hükmü” olarak bilinen, yani bazı araştırmalar tarafından desteklenen, terapinin belirli bir türünün çok az fark yarattığı fikrine yönelme nedeni de bu olabilir (Adı, Alice Harikalar Diyarı’ndaki Dodo’nun şu sözünden gelir: “Herkes kazandı ve hepsinin ödülü olmalı.”). Terapi türünden çok daha önemli olan, merhametli ve özverili bir terapist ile değişmeye kararlı bir hastanın varlığıdır. Eğer sorunların tümü ya da çoğu için diğer terapilerden daha iyi olan bir terapi varsa da henüz keşfedilmedi. David Pollens, Yukarı Doğu Yakası’ndaki görüşme odasında, psikanaliz tutkusuna rağmen bu hükme biraz sempati duyduğunu söylüyor. “Tıbbî eğitimle çok uğraşan, harika bir İngiliz analist olan Michael Balint’in [doktorlara] sormayı sevdiği bir soru vardı” diye devam ediyor Pollens. Soru şuymuş: “‘Verdiğiniz en etkili ilaç sizce nedir?’ Ve insanlar buna cevap vermeye çalışırken sonunda yanıtı o verirmiş: ‘ilişki’dir [en etkili ilaç].”
Bu sonuç, yani hangi terapilerin en çok işe yaradığını bilmememiz bile Freud ve haleflerinin lehine bir puan olarak görülebilir. Psikanaliz, en nihayetinde, zihinlerimizin işleyişi hakkında ne kadar az şey kavrayabildiğimiz konusunda bu saygı ve korkuyla karışık alçakgönüllülüğü bünyesinde barındırıyor (Kimsenin hiçbir zaman cevaplayamayacağı tek soru, diye yazıyor Jungyen analist James Hollis, şudur: “neyin bilincinde değilsiniz?”). Freud, kibirde sınır tanımayan adamdı. Fakat onun mirası bize, hayatın tamamen mutlu olmasını beklemememiz ve içeride neler olup bittiğini gerçekten öğrenebileceğimizi varsaymamamız gerektiğini, aslında duygularımızı genelde rahatsız edici gerçeklerden habersiz kalmaya adadığımızı hatırlatıyor.
“Terapi sırasında olan şudur,” diyor Pollens, “insanlar yardım istemeye gelirler, sonra da onlara yardım etmenizi engellemeye çalışırlar”. Gülüşü, durumdaki ve belki de terapi işinin tamamındaki saçmalığı anlatıyor. “Size bir şekilde ‘bana yardım etmeyin’ diyen birine nasıl yardım ederiz? İşte, analiz tedavisinde mesele budur.”
Yazan:Oliver Burkeman
Çeviren: Jülide Yapıcı
Kaynak: The Guardian