Büyük insansı maymunlarla ve büyük ölçekte tüm diğer hayvanlarla benzerliklerimize yönelik, son zamanlarda git gide artan bir ilgi uyandı. Bu araştırma bazen tamamıyla merak sebebiyle sürdürülse de, öte yandan aslında diğer hayvanlara karşı olan ahlaki sorumluluk için bir zemin oluşturuyor. Daha önceki felsefi çabalar, bizi diğer hayvanlardan ayrımsayarak bir insan biricikliği oluşturmayı denedi; örneğin, Arsitoteles bizi düşünen hayvan olarak ele aldı ve Descartes dil yetimizin altını çizdi. Yeni bir araştırma projesi, (bizim hayvanlara değil de) onların bize benzerliğini göstererek diğer hayvanların sahip olduğu düşünülen ahlaki ehemmiyetler savının tersini inşa etmeye çalışıyor. Bazen bu benzerlik, insan ve hayvan genomlarının farklılaşmaktan ziyade benzeştikleri genetik bağlamda teşhis ediliyor. Bunun dışında ise benzerlikler; sezgi, duygular, hatta diğer pek çok varlıkla paylaştığımız bilişsel yetilerimiz gibi gündelik zeminde bulunuyor. Bu gibi ortak özellikler, hemcinsimiz insanlara borçlu olduğumuzla aynı (veya benzer) ahlaki hürmet ve muameleyi diğer hayvanlara karşı da gerektirir.
Fakat iyi niyetli olsa da, bu projenin, iki sebepten dolayı, tıpkı (tepki olarak geliştirildiği) önceki proje gibi, yanlış yola saptığını düşünüyorum.
İlki; tüm hayvanlar, bizler de dahil, “özünde” önemlidirler – ne olursa olsunlar, tam da oldukları şey için. Diğer hayvanlar, bizim sıklıkla yaptığımızın aksine, kendi içsel değerlerine sahip olabilmek için, diğer başka hayvanlarla benzerliklerini gösterme ihtiyacı duymazlar. Tıpkı insanın bir insandan gelen insan olduğu gibi, fare de fareden gelen bir faredir. Hürmet görebilmesi için bir farenin insan olması gerektiği neden düşünülmüş olsun ki? Bu tutum kısmen önyargı, narsisizm ya da kibre isnat edilebilir: bu, kimliği ne olursa olsun, bir aidiyetin diğerlerinin hepsinden daha üstün olduğu kabul edilen egoist bir düşüncenin genişletilmiş halidir.
Oysa, daha makul bir açıklama da mümkündür. Ahlaklılık, bazen, benzer hassaslığa sahip diğerleriyle karşılıklı olarak, belli sınırlama ve yükümlülükler için mutabık kalınarak, kişinin kendi güvenliğini temin ettiği bir çeşit yazısız sözleşme olarak düşünülür. Bu sebeple, hepimizin diğerleri tarafından zarara uğratılma ihtimaline binaen, diğerlerini zarara uğratmama konusunda anlaşmaya varırız; diğerlerinin yardımının faydası dokunacağından, biz de diğerlerine yardım etme konusunda hemfikir oluruz – bunun örnekleri hayli çoktur. Fakat bu türden bir anlaşmaya, ancak biz insanlar kadar rasyonel ve bilişsel yeti bahşedilen varlıkların dahil edilebileceği açıktır. Bu yüzden, ahlaki kaygımız sadece diğer insanlara yöneliktir. Bir fareye karşı herhangi bir söz verip tutmanın hiçbir getirisi yoktur. Farenin bundan bir kazancı olsa bile, karşılık verebilmesine imkan yoktur.
Gelgelelim, ahlaklılık eğer bir iş anlaşması değilse… Bunun yerine, ahlaki irade ve özünde haysiyet yahut itibar olan diğer varlıklar arasındaki ilişkiden doğarak kurulmuşsa… O halde, ahlaki irade gösterme yetisine sahip olmayan varlıklara karşı, sırf bu yetiye sahip değiller diye, ahlaki saygı göstermeyi reddetmek için herhangi bir açık neden görünmemektedir. Bir başka deyişle, (Tom Regan’ın söylediği gibi) ahlaki statüleri ahlaki irade sergilemelerine göre değil de başka bir şeylerle belirlenen, ahlaki diye adlandırılabilecek hastalar olabilir. Herhangi bir ev hayvanı olan kimse, aynı çatı altında yaşadığı hayvanına ne tür bir bakım borçlu olduğu meselesini düşündüğünde, bu ifadeyi anlayabilir. Kedisini nezaketten uzak bir biçimde besleyemez, hem de onu beslemeye mecburdur (ya da nezaketin kendisi kişinin mecburiyetidir). Eğer kedi “gördüğü iyiliğin karşılığını vermek” konusunda başarısız olursa ve soğuk durmaya devam ederse, kişi kedisini ihmal ediyor ya da başından atmaya çalışıyor olarak düşünülemez – bunun en çok görüldüğü durum da çocuğunuz onun için hazırladığınız yemek karşılığında size teşekkür etmediği ve bunun her gün tekrarlandığı durumdur. Belki de kişi, kedinin davranışlarını gözlemlemekten zevk duyuyordur; kişinin ilgilerinin bu temiz niyetli rastlantısı, ilk etapta, onu niye satın aldığı ya da sahiplendiği konusunu açıklasa bile, kişinin kediye karşı sorumlulukları için yeterli bir açıklama değildir.
Ev hayvanlarının, özünde değerli oluşlarının açığa çıktığı bir başka yol, diğer kültürlerde köpeğin yenmesine karşı Batılıların verdikleri tipik tepkiden geçer. Bu tüketimde tam olarak yanlış kabul edilen şey, köpeğin kendinde bir amaç olması değil de amaca yönelik bir araç olarak muamele görmesidir. Öyleyse, Batılı ya da bir başkasının, (köpekle eşit derecede akıllı ve sevimli bir hayvan olan) domuza karşı herhangi bir yükümlülük hissetmiyor oluşu merak konusudur. Kaldı ki, domuzları sadece yemekle kalmazlar, eceli gelmeden, insaflı bir şekilde (veya tüyler ürperterek) öldürene dek, onlara zalimce davranırlar ya da davranılmasına ses çıkarmazlar. Bir varlığın ahlaki değeri varlığın doğasına bağlı olmalıdır, bizim ona karşı olan tutumuza değil.
Diğer hayvanlardaki insan hususiyetlerini keşfetmeye çalışan araştırma projelerinin ahlaki savlarına karşı çıkmamın ikinci nedeni, bu çalışmalarda ilişkinin yönünün geri kalmış olana çevrilmesidir. Çünkü mesele, diğer hayvanların değerinin insana benzerlikleriyle doğru orantılı oluşu değildir, aksine insanlar değerlidir çünkü biz de hayvanız. Bir varlığı ahlaken ehemmiyetli kılan yukarıda bahsettiğim “başka bir şey”, varlığın ilgisini uyandıran şeylerin olmasıdır; bu, şeylere dikkat etmesi, belli şeylere değer vermesidir. Bunu şu şekilde ifade edebiliriz; bir şeyin kendi önemi, bir şeylerin kendisine ne kadar önemli geldiğiyle ölçülür.
Bu ifadenin ahlaki anlamda “önemli olmak” ile psikolojik anlamda “önemli olmak” arasındaki belirsizlikten faydalandığını kabul ediyorum. Fakat bu belirsizliğin altını çizen anlamlı bir eşitliğin olduğunu düşünüyorum. Çünkü kediler yemek yemeye, sıcak ortamda durmaya ve üzerlerine basılmamasına dikkat ederler (çünkü bunlar onun için değerlidir, ona önemli gelen şeylerdir). İlgilerine yanıt verme yeteneğine sahip olan bizler gibi varlıklar üzerinde bir çeşit ahlaki nüfuza sahiptirler. Bununla, herhangi bir değer biçene, değer vermesi sebebiyle istediği her şeyin verilmesi gerektiğini söylemiyorum. Sadece, onun değer biçen olması, o şekilde davranma kapasitesi olan varlıklar tarafından itibar gösterilen değerlere sahip olma hakkını verir.
Görüşümü tamamlayacak olursam: şimdiye dek bildiklerimize göre, tek değer biçenler hayvanlardır ve tüm hayvanlar değer biçer. Bu sebeple hayvanlar etiğin merkezine kayarlar. İnsan olmayan hayvanlar tartışması “uygulamalı etiğin” özel bir alanı olmaktan çıkmış, etiğin merkezi olmuştur (biz insan olan hayvanlar da onun kalanıdır). O halde, etik, hayvan etiğidir, diyorum.
Yazar: Joel Marks
Çevirmen: Müleyke Barutçu
Kaynak: Philosophy Now, Sayı 67, syf. 36
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.