22 Ocak 2018’de, Ursula K. Le Guin Portland, Oregon’da öldü. O zamandan beri, kendi türüne meydan okuyan çalışma yapısını, feminizme ve bilim kurguya olan katkılarını ve insan toplumuna ve hükümetine olan ilgisini anlatan çok şey yazıldı.
Ama kendim de kültürel bir antropolog olarak, her zaman Le Guin ile babası antropolog Alfred Louis Kroeber arasındaki ilişkiye ilgi duydum.
Kroeber’in fikirleri –kızının yazdığı yazılar üzerinde derin bir etki yarattı– antropoloji disiplinindeki önemli bir gelişmeden kökleniyordu; insan kültürünü sabitlenmiş değil, öğretilmesi ve öğrenilmesi gereken bir şey olarak görüyordu.
Kültür genetik değildir
Kroeber’in akıl hocası Franz Boas, Columbia Üniversitesi’nde antropologdur. Kroeber, dikkati özellikle Boas’ın yeni geliştirilen kültür kavramına ve daha geniş “kültürel görecelik” teorisi üzerine çekmiştir.
Kültürel görecelik, 19. yüzyılın sonlarında, kültürü evrime bağlayan sosyal Darwinizm gibi teorilere alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Bu teoriler –zamanında geniş çapta kabul görmüş– insan toplumlarını evrimsel bir ölçekte sıralamaya eğilimliydi. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Batı Avrupa medeniyetleri kültürün zirvesi olarak görülüyordu.
Ama Boas radikal olarak farklı bir şey önerdi. Alan temelli araştırmalara dayanarak insanların dilin şekillendirdiği farklı kültür dünyalarında yaşadıklarını, bunun da kurumları, estetikleri, fikirleri ve doğru-yanlış kavramları yarattığını iddia etmiştir. Ayrıca, her toplumun kültürünü öğretme ve öğrenme yoluyla yeniden üretmesi gerektiğini savunmuştur.
Kroeber kültürü “süperorganik” olarak nitelendirmiştir. Bu düşünceye göre, herhangi bir grup insanın “medeniyetsel kazanımları”, biyolojik olarak nesil nesle geçmemiş ve sadece öğretilmiştir. İnsan eğitimine, kitaplara, rehberlere, öğretmenlere erişimimizden mahrum kalırsak, binaları nasıl inşa edeceğimizi, nasıl şiir yazacağımızı ve nasıl müzik besteleyeceğimizi bilemeyiz. Kroeber insanların yaratılmış bir donanım olduğunu biliyordu – ama insanların, belirli şeyleri nasıl yeniden üretebileceğini sezgisel olarak bilmelerini sağlayan “kalıtsal hafıza” diye bir şeyin olmadığını da biliyordu.
Kroeber, Fransa’dan alınan ve Çin’e getirilen bir bebeğin farazi öyküsünü anlatır. Mükemmel Çince konuşarak büyüyeceğini ve hiç Fransızca bilmeyeceğini iddia eder. Asıl mesele –bugün açıkça göründüğü gibi–, Fransız ebeveynlerinden doğan bir çocuğa genetik olarak taşınacak “Fransızlık”ın kalıtsal bir nitelik olmamasıydı.
Kültürün “süperorganik” olduğu fikri; insanların karıncalar, köpekler ya da balıklar gibi organik yaşam formları olduğunu, ancak insanlara davranışlarını etkileyen kültürün “eklendiğini” söylüyor. Karıncalar ve köpekler davranışlarını yeniden üretmek için kültüre ihtiyaç duymazlar: Kendi türlerinden soyutlanarak yetiştirildiklerinde, yapmaya programlandıkları şeyleri hala yapmaya devam ederler.
Statükoyu altüst etmek
Kroeber, pek çok diğer antropologla birlikte, bu fikirlere çekti; çünkü bunlar kültürü evrensel insan olarak tasvir ettiler, fakat evrensel olarak karşılaştırılabilir, ırksal olarak önceden belirlenmiş ya da doğuştan hemen hemen gelişmiş değillerdi.
Örneğin, 19. yüzyılın sonlarında, yayılmacıların emperyalist arzularını, Yerli Amerikalıların kültürel açıdan daha aşağılayıcı olduğuna dair “bilimsel” kanıtlarla meşrulaştırmaları bilinmekteydi. Dile işaret ettiler: Yerli Amerikalıların, zamanın akışı için sözlerinin olmadığını iddia ettiler. Bu nedenle, tarih gibi karmaşık bir kavramı anlayamazlardı.
Ancak Kroeber ve meslektaşları, Hopi’nin zamanın hesaplanması için karmaşık bir yöntemi olduğunu belirttiler. Onlar sadece, günler veya saatler gibi şeyleri saymak için, gerçekte görebileceğiniz nesneler olan insanları veya kayaları veya bulutları saymak için kullandıkları terminolojiyi kullanmıyorlardı. Hopi’ye göre, bir gün, hiçbir şekilde kaya gibi değildir. Yani güne, kaya gibi davranılmamalıdır.
Kroeber’in akranları arasında Afrikalı-Amerikalı antropolog ve halk araştırmacısı Zora Neale Hurston, Yahudi dilbilimci ve antropolog Edward Sapir ile Ruth Benedict ve Margaret Mead gibi kadın akademisyenler vardı. Hepsi ayrımcılık ve kültürel yozlaşma ile uğraşmıştır.
Buna karşılık, Kroeber tarih, coğrafya ve çevrenin kültürel farklılıkları etkilediğini yazmak zorunda kaldı. Hiçbir kültür doğal olarak ortaya çıkmadı.
“Sosyal kurumlar her birimiz üzerinde son derece büyük bir etkiye sahiptir. Eğer farklı ırksal fakülteler doğuştan gelseydi, doğuştan gelenlerin derecesini oldukça iyi bir şekilde ortaya koyacak bir test bulmanın çok zor” olduğunu yazmıştır.
Kroeber’e göre, birinin insan nüfusu arasındaki doğal farklılıklarda ısrar etmesinin tek nedeni, mevcut durumu korumaktır: Toplumlar, ırksal ayrımcılık ve sömürgecilik üzerine kurulmuştur.
‘Ama onların düşünmelerini sağlıyor mu?’
Berkeley, California’daki çocukluk döneminde Ursula Le Guin, bu fikirlere maruz kaldı. Büyük olasılıkla dünya görüşünün temelini oluşturdular.
Yazdığı yazı asla büyülü ya da tuhaf bir dünya yaratmıyordu. Okurları, kültürel önyargının diğer insanlarla ilgili görüşlerini nasıl renklendirdiği hakkında düşünmeye zorlayacak bir şekilde, –ırk, etnik köken, cinsiyet, cinsellik ya da sınıf gibi– kimliklerle oynamak için bir laboratuvar hazırlamaktan ibarettir.
New York Times gazetesi muhabiri John Wray’a “Onları eğlendirmek iyi ve güzel” dedi, “ama bu, onların düşünmelerini sağlıyor mu?”
Le Guin ile, her zaman hayal ettikleri evrenler noktasının, insanın evrensel olmadığını ve “yabancı” olan şeyin yalnızca bir perspektif meselesi olduğunu tam olarak göstermesi bende her zaman hayranlık uyandırmıştır.
“Karanlığın Sol Elinde” Le Guin, toplumsal cinsiyet normları fikrini ele aldı. Burada, Magraret Mead’in toplumsal cinsiyet normlarının kültürler arasında önemli ölçüde farklılaşabileceğini gösterdiği “Üç İlkel Toplumda Cinsiyet ve Mizaç” başlıklı çığır açan çalışmasına meydan okuduğunu, düşünüyorum.
“Dünyaya Orman Denir”de Le Guin, bir ormanın ve onun halkının yok edilmesiyle ilgili çevreci bir masalı kaleme almamıştır. Yerli halkların seslerini ve dünya görüşlerini yerli haklar hareketinin merkezine yerleştiren Vine Deloria Jr. gibi yerli akademisyenlerin görüşlerini inşa etmiştir. “Mülksüzler” eserinde, iki komşu dünyanın farklı siyasi sistemlerini, hangisinin en iyi olduğunu tartışmak için değil, bu sistemlerin var olabilmesi için, insanların aktif olarak onlara katılmaya ve onları yeniden üretmeye ihtiyaç duyduğunu göstermek için tezat oluşturmaktadır.
2015 yılında spekülatif kurgu ve fanteziyi kültürel antropolojideki temel kavramları anlamanın bir yolu olarak kullanabileceğimi umduğum bir antropoloji dersi planladım. Ders, Kroeber ve Le Guin çevresinde inşa edildi.
Ortak bir arkadaşımız, müfredatımı Le Guin’e verdi ve kendisi bana yazdı. Le Guin, bazı çalışmalar önerdi ve ders anlayışımı takdir ediyor gibiydi.
“Babamın ve benim aynı müfredetta bulunduğumuzu bilseydi sanırım babam çok sevinirdi” diye yazmış.
Yazar: Philip W. Scher
Çevirmen: Şeyma Merve KAYMAZ
Kaynak: The Conservation