Bir dönemin bilgisayarları insanlardı, çoğu da kadın. 1950’li yıllara gelindiğinde ise bazıları siyahiydi. Onlar Ay’a giden yolun haritasını çıkardılar.
Bilimin gelişmesinde kadınların oynadığı rolün değerlendirilmesi kolay bir iş değil. Mevcut belgeler ışığında değerlendirme yapmak ise tarihçilere düşer. Çoğu zaman en iyi muhafaza edilmiş bilgiler parasal bilgilerdir. Bu yüzden nörolog Cecila Vogt ya da deniz biyologu Jeanne Villepreux-Power gibi parasal açıdan ailelerine bağımlı kadınların meslektaşları tarafından kabul görmeyi başarmış bilimsel katkılarını kimi dikkatsiz yazarlar hafife almaya meyillidir.
Entelektüel sınıf unutmuş dahi olsa, bilime emeği geçmiş kadınların görülemeyişinin diğer nedenlerini merak edenimiz yok mudur?
Roller ve ünvanlar değişir. Bugün bize sıradan gelen bazı işler eskiden hiç de öyle değildi. Bilgisayarların yaptığı işleri bir zamanlar insanlar -çoğunlukla da kadınlar- yapardı ve bu kadınlar köle değillerdi. İki güncel biyografik tarih, modern astronomiye ve uzay bilimine katkıda bulunan kadınların kariyer yaşamlarını inceliyor. Bugünün şartlarıyla karşılaştırdığımızda onların hayatının hiç kolay olmadığını görürüz ama onlar tanındı, kabul gördü ve takdir edildiler.
‘‘Hesaplayıcı kişi bir hizmetçi kadındı. 10 yeni yıldızın keşfedilmesinde ve 10.000’den fazla yıldızın sınıflandırılmasında onun payı vardır’’
Dava Sobel’in “The Glass Universe” adlı eseri Harvard Gözlemevi’nde başlar. 1877 yılında Edward Pickering henüz 30 yaşında iken buranın müdürü olmuştu. Pickering şöyle der: “Fotoğrafa tutulan bir büyüteç, gökyüzüne tutulan güçlü bir teleskoptan çok daha fazlasını gösterecektir.” Bu bakış açısı yarım milyon fotoğrafı ve bazı yaratıcı keşifleri arkasında miras bıraktı.
Sobel 8×10 inç boyutundaki her bir fotoğraf plakasını “cennetin küçük bir parçası” olarak tanımlar. Büyüteçten yansıyanlar evreni meydana getirdi. Fotoğrafları erkekler çekmiş olabilir ama fotoğrafları inceleyen ve içerdiği bilgileri deşifre eden yetenekli ve başarılı bir “bilgisayar” grubuydu.
Yeni fotometri alanının şampiyonu Pickering parlaklıkları zamanla değişen yıldızların gözlemlenmesine dayanan bir yıldız parlaklık ölçeği oluşturmak istiyordu. Catherine Wolfe Bruce ve Anna Palmer Draper dul kalmış iki mirasçı kadındı ve gözlemevine maddi destek sağladılar. Bilhassa Draper başarılı bir yıldız fotoğrafçısı olan kocasının hatırasına bir yıldız spektrum kataloğu istiyordu.
Önceleri erkek çalışanların kadın akrabaları gözlemevinde bilgisayar olarak işe alınmışlardı ama kısa süre sonra akademiden yeni mezun olan kadınlar da gruba dahil oldular. Aralarında oldukça mütevazi yerden gelen biri vardı: Williamina Fleming, Pickering’in eşi tarafından işe alınmış bir hizmetçiydi. Fleming’in yetenekleri hızla fark edildi. 10 yıldızın keşfinde, sayısı 300’e yakın parlaklığı değişen yıldızın bulunmasında ve 10.000’lerce yıldızın sınıflandırılmasında kendi kurduğu sistem ile katkıda bulundu. 1899 yılında Harvard’ın gökbilimsel fotoğraflar küratörü olarak atandı.
2 yıl sonra Annie Jump Cannon, gözlemevinde teleskopları kullanmasına izin verilen ilk kadın oldu. Günümüzde hala kullanılan yıldız sınıflandırma sistemini geliştirdi: O, B, A, F, G, K, M. Nesiller boyu öğrenciler bu karışık harf dizisini akılda tutmak için münasebetsiz kelimeler seçtiler: “Oh, Be A Fine Girl, Kiss Me” (Oh, iyi bir kız ol, beni öp).
1912 yılında Henrietta Swan Leavitt, Cepheid değişkenleri adı verilen bir grup yıldızın parlaklığındaki düzenli değişim örüntüsünü keşfetti. Edwin Hubble, Samanyolu’nun evrendeki tek galaksi olmadığını ve evrenin sürekli genişlediğini gösteren çalışmalarında bu keşiften büyük ölçüde yararlanmıştır. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nin bazı üyeleri Leavitt’i sadece bu keşfiyle 1926 Nobel ödülüne aday göstermek istedi ama o 1921’de ölmüştü.
1925’te Nobel ödülünü, yıldızlardaki en büyük bileşenin hidrojen olduğunu keşfeden çalışması ile İngiliz asıllı Cecilia Payne almalıydı. O, hiç değilse Harvard’da astronomi doktorasına kabul edilen ilk kadın oldu. 1956 yılında ise üniversitedeki ilk kadın profesör olmayı başardı.
‘‘İnsan bilgisayarları artık yıldızları ölçmüyor, Ay’a giden yolun hesaplanmasına yardım ediyorlardı’’
Dünya’nın ilk yörünge uydusu Sputnik 5 Ekim 1957’de Sovyetler Birliği tarafından uzaya fırlatıldı. O günden sonra bilgisayarlar yıldızları ölçmediler, onlar Ay’a giden yolu hesaplamaya çalışan matematikçilerdi artık. Margot Lee Shetterly’ nin babası 40 yıldır NASA çalışanıydı ve Virjinya’daki Langley Araştırma Merkezi’nde görevliydi. O, kızına siyahi kadın bilgisayarların hikayesini anlattı. Onlar beyaz meslektaşlarından ayrı bir yerde mühendisler için hesaplamalar yapmaktaydılar. Genç Shetterly birçok Afro-Amerikan’ın fen, matematik ve mühendislik alanlarında çalıştığını biliyordu ve hatta bu işi sadece siyahi halkın yaptığını düşünüyordu.
“Hidden Figures” onların hikayesini anlatıyor. Okuması keyifli ve Amerika’da film uyarlaması da yapılmış bir kitap. Shetterly sıradışı bir grup kadının kişisel ve mesleki öykülerini onlarla birlikte yaşamış gibi anlatıyor. Uzay yarışının kazanılmasına destek verirken bir yandan da ırk ve cinsiyet engelleriyle başa çıkan kadınları konu alıyor.
‘‘Siyahi halkın yaptığı şey’’
The Chicago Defender gazetesi o dönemde “Amerika’yı kronik bir nöbet gibi huzursuz eden ayrımcılık, şiddet ve zulüm hastalığı” anlamına gelen “Mississippiitis” terimini kullanmıştır. Kimilerine göre ülkenin Sovyetler Birliği’nin gerisinde kalmasının sebebi de budur.
Shetterly yetenekleri, başarıları ve azimleri nedeniyle Dorothy Vaughan, Katherine Johnson ve Mary Jackson gibi uzaya roketlerin ve insanların gönderilmesinde payı olan kadınları kutluyor.
1953 yılında Vaughan, Ulusal Havacılık Danışma Komitesi’ndeydi ve NASA’da siyahi kadın bilgisayarlar departmanının kurulmasına öncülük yapmıştır. John Glenn’in Dünya yörüngesine oturtulduğu ve Apollo 11’in Ay’a iniş yolunun çizildiği çalışmalarda yer alan Katherine Johnson ile birlikte ilklere imza atmışlardır.
Kıssadan hisse: Neil Armstrong’un “insanlık için büyük bir adım” sözü şu an zihnimizde canlanıyorsa bunu o gün orada bulunan kadın ya da erkek tüm insanlara borçluyuz.
Yazar: Manjit Kumar
Çeviren: İpek Çavuşoğlu
Kaynak: New Scientist
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.