Site icon Düşünbil Portal

Yanlış insanla neden evlenirsiniz?

Paylaş

Bu, başımıza gelmesinden en çok korktuğumuz şeylerden birisidir. Ondan kaçmak için de büyük çaba gösteririz. Ancak yine aynı şeyi yaparız: Yanlış insanla evleniriz.

Kısmen bu durum, başkalarıyla yakınlaşmaya çalıştığımızda ortaya çıkan bir dizi kafa karıştırıcı soruna sahip olmamızdan kaynaklanır. Bizi yalnızca çok da iyi tanımayan kişilere normal gözükürüz. Bu yüzden bizden daha bilge ve kendini daha iyi tanıyan bir toplumda, ilk buluşma esnasında “Peki sen ne kadar delisin?” sorusunun karşı tarafa standart olarak soruluyor olması fazlasıyla muhtemel.

Belki de biri bizim fikrimize katılmadığında ya da biz çalışırken o yatıp dinlendiğinde içten içe öfke duyuyoruz. Belki de cinsel ilişki sonrasında yakınlık konusunda aldatıcıyız ya da aşağılanma karşısında tepki olarak sesimizi çıkaramıyoruz. Fakat kimse mükemmel değildir. Sorun şu ki evlilik öncesi anlaşmazlıklarımızı nadiren irdeliyoruz. Gündelik ilişkiler ne zaman kusurlarımızı açığa çıkarma konusunda tehdit edici görünse hemen partnerlerimizi suçlayıp ilişkiyi bitirmeye adım atarız. Arkadaşlarımıza gelince bizi aydınlatma zahmetine bile girmezler. İşte bu yüzden kendi kendimize olmanın ayrıcalıklı gelen yanlarından birisi de yaşanması oldukça kolay bir insan olduğumuzu zannetmemizdir.

Partnerlerimiz artık kendilerinin farkında değiller. Doğal olarak onları anlamak için büyük çabalar sarfediyoruz. Ailelerini ziyaret ediyor, fotoğraflarına bakıyor, okul arkadaşlarıyla tanışıyoruz ve sonunda ödevimizi tamamlamanın rahatlığına varıyoruz. Fakat tamamlamadık. Ve nihayetinde ne kendini ne de partneri tanıyan, kendilerini idrak edemedikleri bir geleceğe bağlayan ve bu geleceğin nasıl olabileceğini eşelemekten özenle kaçınan iki insanın oynadıkları umutlu, cömert ve son derece olumlu bir kumar olan bu evlilik son buluyor.

Geçmişe bakıldığında insanlar, bazı mantıklı sebeplerden dolayı evlenmiştir: Örneğin, onun arazisi sizin topraklarınıza bitişikti, ailesinin parlak bir işi vardı, babası şehirde yargıçtı, idame ettirilmesi gereken bir şato vardı ya da her iki tarafın ailesi de kutsal bir kitabın aynı tefsirine inanırdı. Bu tür mantık evliliklerinden yalnızlık, ihanet, istismar, gaddarlık ve çocuk odasının kapılarından uzanan çığlıklar cereyan ediyordu. Şöyle bir dönüp bakıldığında, mantık evliliği hiç de mantıklı değildi; çoğunlukla kendi menfaatine düşkün, dar görüşlü, züppe ve sömürücü bir müesseseydi. İşte bu sebeple onun yerini alan aşk evliliği, kendini açıklama gereksiniminden büyük oranda kurtuldu.

Aşk evliliğinde önemli olan, iki insanın karşı koyamadıkları bir içgüdüyle birbirlerine çekilmesi ve bunun doğru olduğunu kalpten bilmeleridir. Doğrusu bir evlilik ne kadar kontrolsüzse (belki de tanışalı sadece altı ay olmuştur, içlerinden birisinin işi yoktur ya da ikisi de ergenlik çağından yeni çıkmışlardır) o kadar güvende hissettirebilir. Kontrolsüzlük, tüm mantık hatalarına bir denge oluşturur; ızdırabın yönünü değiştirir; bu konuda hesaplar yapanın gereksinimidir. İçgüdünün itibarı, yüzyıllardır süre gelen bu mantıksız mantığa karşı sarsıcı bir tepkidir.

Her ne kadar aradığımız mutluluğu evlilikte bulacağımıza inansak da bu, o kadar da kolay değildir. Asıl aradığımız şey aşinalıktır ki mutluluk için tüm planlarımızı karmaşık hâle getirebilir. Biz çocuklukta çok iyi bildiğimiz o hisleri ilişkilerimizde yeniden canlandırmayı bekliyoruz. Çoğumuzun erken yaşta tatmış olduğu aşk, çoğunlukla diğer daha yıkıcı dinamiklerle birlikte anlaşılmaz hale geldi: kontrolünü kaybeden bir yetişkine yardım etme isteği, ebeveynin sıcaklığından yoksun olma ya da onun öfkesinden korkma hissi, isteklerimizi ifade edebilmek için yeterince güvende hissetmeme. Öyleyse yetişkinler olarak kimi adayları yanlış oldukları için değil; fazlasıyla doğru –dengeli, olgun, anlayışlı ve güvenilir– oldukları için ve bu doğruluk bize yabancı olduğu için reddediyoruz ki bunun da pek bir mantığı yokmuş gibi gözüküyor. Yanlış insanla evleniyoruz çünkü âşık olunmayı mutlu hissetmek ile ilişkilendiremiyoruz.

Çok yalnız olduğumuz için de fazlasıyla hata yapıyoruz. Elbette tek kalmak dayanılmaz olmaya başladığı zamanlarda kimse eş seçimi için en uygun şekilde davranamayabilir. Ancak gereğine uygun bir şekilde seçici olmak için uzun yıllar yalnızlık ihtimaliyle barışık olmalıyız, aksi takdirde bizi bu kaderden kurtaran partnerimizi sevmekten ziyade artık yalnız olmama hissini sever hâle geliriz.

Neticede güzel bir hissi kalıcı kılmak adına evleniyoruz. Evliliğin, evlilik teklifi etme fikri ilk aklımıza geldiğinde yaşadığımız sevinci bir şişeye doldurup bize vereceğine inanırız ki bu teklifi düşündüğümüzde muhtemelen sonrasında risotto yapan bir yerde akşam yemeği beklentisiyle Venedik’te, bir kıyı gölünde, motorlu bir teknede gezerken denizde ışıldayan akşam güneşi eşliğinde ruhumuzun daha önce kimsenin dokunmadığı kısımlarıyla ilgili sohbet ediyor oluruz. Bu gibi heyecanları kalıcı kılmak için evlendik ancak maalesef gördük ki bu hisler ile evlilik kurumu arasında sağlam hiçbir bağlantı yok.

Aslında evlilik bizi oldukça kararlı bir biçimde çok daha farklı ve daha idari bir düzleme taşıma eğilimindedir: Bu düzlem, muhtemelen bir banliyö eviyle iş arasında mekik dokunması ve oluştukları tutkuyu öldüren çıldırtıcı çocuklar ile baş gösteriyor. Öncesi ve sonrasında ortak olan tek malzeme partnerimizdir. Ve bu malzeme, şişelemek için pek de uygun olmayabilirdi.

Güzel haber ise yanlış insanla evlenip evlenmediğimizi anlamanın çok da önemli olmadığıdır.

Dışarıda bir yerlerde her türlü ihtiyacımızı karşılayıp tüm arzularımızı tatmin edecek mükemmel birinin var olduğu gibi yalnızca son 250 yıldır Romantik düşüncenin şekillendirdiği Batılı evlilik anlayışının dayandığı bu fikre bel bağlayıp sakın birlikte olduğunuz kişiyi terk etmeyiniz.

Bu Romantik yaklaşımı, her insanın bizi üzüp kızdırabileceği, çıldırtabileceği, hayal kırıklığına uğratabileceği, bizim canımızı sıkabileceği ve aynı zamanda herhangi bir art niyet olmadan aynı şeyi bizim de onlara yapabileceğimiz trajik (ve bazı noktalarda mizahi) bir farkındalıkla değiştirmemiz gerekir. Boşluk ve eksiklik duygumuz, sonu gelmez olabilir. Ancak bu duyguların hiçbiri olağandışı olmadığı gibi boşanmak için de bir sebep değildir. Kendimizi kime adayacağımızı seçmek, en çok hangi acı için kendimizi feda etmek istediğimizi tanımlama durumudur.

Bu karamsar felsefe, evlilik etrafında dolanan dert ve sıkıntıya bir çözüm getiriyor. Kulağa hoş gelmese de pesimizim, romantik kültürümüzün evliliği şekillendirmesindeki o aşırıya kaçan hayali baskıyı ortadan kaldırıyor. Bizi kederimizden ve melankoliden kurtaracak belirli bir partnerin bu konudaki başarısızlığı, ona karşı kullanılabilecek bir argüman olmadığı gibi ilişkiye çekidüzen verilmesi ya da bitirilmesi için de bir işaret değildir.

Tam bize göre olan kişi, tüm zevklerimizin ortak olduğu biri olmak zorunda değildir ki zaten böyle birisi yoktur. Aksine bu kişi, farklı zevklerde zekice uzlaşabilen ve anlaşmazlıkta iyi olan biri olmalıdır. Bu, mükemmel tamamlayıcılık gibi kavramsal bir düşünceden ziyade “çok da yanlış olmayan kişi”nin esas göstergesi olan cömertçe farklılıklara katlanma kapasitedir. Uyumluluk, sevginin başarısıdır; onun ön koşulu olmamalıdır.

Ayrıca Romantisizm’in bize pek de yardımı dokunduğu söylenemez; o, acımasız bir felsefedir. Evlilikte başımıza gelen şeylerin çoğunu istisnai ve dehşet verici olarak nitelemeye bizi itti. En sonunda yalnız kaldık ve ilişkimizin eksiklikleriyle birlikte normal olmadığına kanaat getirdik. Bu doğrultuda kendimize ve partnerimize karşı her zaman daha affedici, nükteli ve şefkatli bir bakış açısıyla bakmaya çalışarak “yanlışlığa” uyum sağlamayı öğrenmemiz gerekiyor.

©® Düşünbil (2022)

Yazar: Alain de Botton
Çeviren:
Özlem Yavuz
Çeviri Editörü:
Selin Melikler
Kaynak:
nytimes.com


Paylaş
Exit mobile version