Paylaş

Zihnin tam olarak ne olduğu sorusu bilim insanları ve filozofları yüzyıllardır meşgul ediyor. Bazı bilgisayar uzmanları bu soruyu, Go oynamak gibi özünde insanlara ait aktiviteleri yapacak programlar yaratarak ele alıyor. 1982 yılından bu yana Yale Üniversitesi, Bilgisayar Bilimi bölümünde ders veren Profesör David Gelernter, yeni kitabı Tides of Mind’da bilimsellikten uzak bir yaklaşım benimsemeyi seçiyor. Shakespeare, Kafka, Rilke ve başka yazar ve filozofların yazılarından faydalanarak onların, insan düşüncesinin iç yüzüne dair fikirlerine ulaşıyor.

Bilinç-spektrumu

Gelernter, incelediği yazılardan ve “kişinin gün içinde zihinsel davranışının dramatik ölçüde değişkenlik gösterdiği” gözleminden yola çıkarak “bilinç spektrumu” teorisini oluşturuyor. Gelernter, en sofistike yazılımlarla insan davranışlarının inanılmaz simülasyonlarını yapabilsek de bu yazılımların asla bilinç halini kopyalayamayacaklarını söylüyor. Bu, kariyeri boyunca oldukça sofistike yapay zeka yazılımlarına imza atmış birinden duymayı bekleyeceğiniz bir tespit olmayabilir. Ama Gelernter’in eserleri sıkça sergilenen bir ressam olduğu ve işi konusunda da çoktan beri insani bir yaklaşım benimsediğini düşününce bu durum pek de şaşırtıcı sayılmaz. Gelernter’le kitabı Tides of Mind hakkında konuştuk.

David-Gelernter

Kitabın odağında “bilinç spektrumu” teorisi var. Peki, nedir bu kavram?

Günün erken saatlerinde, bilincimiz spektrumun en üst noktasındayken daha çok dış dünyaya odaklanmaya meyilli oluruz. Kendi zihnimizdeki bilgiler -yani anı ve düşüncelerimiz- baskın değildir. Mantığımı kullanarak bir problem çözmeye çalıştığımda yalnızca ihtiyacım olan şeyleri hatırlarım. Üç yaz önce sahilde yaptığım pikniği değil; matematiksel doğrular, sayılar ve yöntemleri hatırlarım. Dikkatim dış dünyaya yani gerçekliğe dönüktür.

Ama gün içinde mental enerjimi kaybettikçe, spektrumda aşağı doğru hareket ederim. Bu durumda dikkatimiz dış dünyadan iç dünyamıza kaymaya başlar. Spektrumun bu tarafında kişi kendi düşünceleri üzerine kafa yorar. Kendi fikirleri, anıları ve hayalleri dikkatinin odağına çok daha yakındır. Spektrumun en üst noktasında nasıl neredeyse tümüyle dış dünyaya odaklanıyorsanız, spektrumun en altında da odağınız neredeyse tamamen iç dünyanız olur.

Bu konu bilgisayar bilimiyle nasıl ilişkileniyor?

90larda bu departmanda üzerinde çalıştığımız bir yapay zekâ projesi vardı. Bir yazılım ve ona bazı şeyleri nasıl yaptırabileceğimiz üzerine çalışıyorduk. Bir ayar aracılığıyla programın odağını değiştirebiliyordunuz. En üst noktada rasyonel düşünme taklit edilmeye çalışılıyordu. Uydurma bir hafızası vardı ve olguları, ilgi ve mantıksal bağdaşımlarına göre birbirine ekliyordu. Ayarı değiştirilip odaklanması azaltıldığında serbest çağrışıma benzer şekilde çalışmaya başlıyordu. Demo başarılıydı, her şey yolunda gitti ve yaptıkları şaşırtıcı biçimde zihnin çalışmasına benziyordu. Tamamıyla bir seyahat rehberinden alınma anılarla çalışıyordu. Fark ettim ki gerçekten bir yapay zekâ elde etmek istiyorsak, sadece akıl yürütme ve enformal mantık yeterli değildi, çünkü bunlar sadece spektrumun en üst kısmını oluşturuyor. İhtiyacımız olan, salt düşünme ve salt hissetme arasında kesintisiz hareket edebilen bir spektrumdu.

Buradan, bir yapay zekâ programının bahsedilen spektrum olmadan faydalı şeyler yapamayacağı anlaşılmasın. Bu şekilde çalışan çok kıymetli yapay zekâ programları da var. Ama esasen insan zihnini başarıyla taklit eden bir yazılım oluşturulmak isteniyorsa, bunun bu spektrum olmadan yapılması mümkün değil.

Alanınızda bu düşünce küçük bir azınlık tarafından benimseniyor. Bunun nedeni nedir?

Akıl yürütme, insanın bilişsel aktivitesinde küçük bir rol oynasa da birçok bilim insanı, bilgisayar uzmanı, teknolojist ve filozofun zihin hakkındaki fikirlerinde önemli yer tutar. Hepimiz insanız ve haliyle insani düşünüyoruz. Neleri yapmaya yeterli olduğumuza ve ne işle meşgul. Yani filozofların olduğumuza çok değer verme eğilimindeyiz. Bu yüzden, düşünürlerin akıl yürütme ve mantığa dayalı düşünmeye bu kadar önem vermeleri çok anlaşılır bir durum. Ama bana kalırsa bu insanların çoğunun, akıl yürütme ve mantığın insan hayatındaki rolü üzerine abartılı bir anlayışları var.

Meslektaşlarınızdan kitap hakkında geri bildirim aldınız mı?

Bir konuda yeni ve farklı bir bakış açısı ortaya attığınızda, en aklıselim beklenti herkesin onu görmezden geleceği, görmezden gelmeyenlerin neredeyse tümü tarafındansa reddedileceği olmalıdır. Çok fazla kişinin fikrini değiştirmesini beklemiyorum ama gösterilen ilginin boyutu beni şaşırtmaya yetti.

Kitap gerçekten huzursuzluk verecek kadar aykırı, sadece teorik olarak değil metodolojik olarak da. İnsan zihninde neler olup bittiği konusunda bir şeyler öğrenmek istiyorsak, asıl bilgi sahibi olanların şair ve roman yazarlarının olduğu hipotezi üzerine kurulu bütün kitap. Dünyanın en iyi deneysel psikologları bile insan zihninin derinlerine inip nasıl çalıştığını bize anlatamazken Shakespeare aslında bu bilgiye sahipti. Durum böyleyken aslında bu alanda çalışan meslektaşlarımın hoşgörüsü ve “Pekâlâ… Üzerine düşüneceğim” demekteki isteklilikleri beni etkiledi. Bu herkesin “Harika, çok haklısın” dediği anlamına gelmiyor ama insanlar beklediğimden daha açık fikirli görünüyorlar.

Sanat ve sosyal bilimler geçmişiniz bu aykırı görüşleriniz üzerinde ne kadar rol oynuyor?

Dışarıdan bir gözle ve psikolojik bağlamda baktığımda oldukça etkili olmuştur diye düşünüyorum. Bilgisayar bilimini tercih etmemin bir nedeni de babama (yapay zekâ konusunda öncü isim Herbert Gelernter) duyduğum hayranlık ve çocukluğumdan beri bilgisayar bilimiyle haşır neşir olmamdır. Öte yandan da, dünyaya faydalı olacak bir iş öğrenerek bir aile geçindirmeyi dini sorumluluğum olarak görüyordum. Bilgisayar bilimi bu açıdan da uygun bir seçenek gibi görünüyordu.

Ama doğal yönelimim bambaşka bir yöndeydi. İçimden geçen bir ressam olmaktı. Gençliğimde veya hocalığımın ilk zamanlarında bu söyleyeceğimi söyleyemezdim ama evet, bu alana farklı türde bir akıl getirdim. Başka bir alandan etkilenen bir akıl bu; bu yüzdendir ki alandan çoğu insanla aynı fikirleri paylaşmıyorum.

Ernest-Hemingway

Zihin hakkında yazarlar ne söylüyor? Sizin de yararlandığınız ortak fikirler var mı?

Örneğin Hemingway’in net bir tespiti var. Yavaş yavaş uykunuzun gelmeye başladığı gün bitimi saatlerinde zihnin uzun günün ardından yorgun ama hala odaklanmaya çalışır halde olduğunu söyler. Shakespeare ise hem derin çökkünlük yaşayıp hem de berrak bir zihne sahipken ne şekilde düşündüğümüz sorusunu sorar. Hemingway’in Rilke veya Kafka’dan çok farklı bir dünya görüşü olduğu kesin. Hele de kendinden başka bir yüzyılda yaşayıp farklı bir türde eser vermiş olan Shakespeare ya da hem farklı bir yüzyılda, hem farklı bir türde hem de farklı bir dilde eser vermiş Moliere’den… Zihin hakkında kesinlikle birbirlerinden farklı görüşleri var. Ama kesin olan bir şey var; hepsi dürüstler. Hepsine eşit derecede güveniyorum. Belki Hemingway’in Shakespeare’e göre daha dar bir menzili var ama kendi menzili içinde yaptığı gözlemler en az Shakespeare veya Tolstoy’unkiler kadar dürüst ve başarılıdır.

Çeviri: Elif Kaptanoğlu
Kaynak: Yale University


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com