Truman, Hollywood’un bazen son derece akıllı ve zeki olabildiğini kanıtladı. Filmin felsefesi ise çok açık: Descartes’tan bire bir alıntılanıyor…
Hayat, Tiyatro ve Gerçeklik: Truman Show Tezi
Hayat bir sahne, Shakespeare’in deyimiyle. Bu en basit haliyle Truman Show’un ana tezi. Aşağıda filmin özetini ve ardından analizini bulabilirsiniz.
Truman Show (1998) bizlere, tüm hayatı yaratılmış ve bir yönetmen tarafından organize edilen, çocukluğunda bir televizyon stüdyosunun onu evlat edinmesi (satın alması) ile gelişen hikayesi gösterilen bir adamı sunuyor. Bütün hayatı, bir yönetmenin yön verdiği ilk aşk deneyimleri, maceraları, çalışmaları ve haberi olmadan ona cevapları veren aktörler ile çevrili bir yaşamın hikayesi. Yani hayatı tam bir yanılsama. Truman bu korunaklı kurgudan uyanacaktır. En sonunda Truman, bu yalandan ve “show”dan kaçacaktır; çünkü tek gördüğü, içinde kaldığı durumların her zaman iyiye dönüşmesidir.
Bu hikayeyi ilk seferde, postmodernist bir bakış açısıyla okuyabilirsiniz: Big Brother* yönüyle. Bu durumda zavallı Truman’ın hayatını adeta bir iş gibi yürüttüğü söylenebilir. Keyfini çıkardığı özgürlüğü tamamen yapay ve bunu kullanan asıl kişi ise baştaki büyük bir film yapımcısı. Kurumsal imaja karşı sağlıklı bir başkaldırı, medyadaki yanılsamaların üreticisi kişiler olarak görürüz. Ama aynı zamanda, herkes bu tarz bir yapımın yıldızı olma fikrinden hoşlanır, eleştiriler hızlıca önemini yitirir ve argüman giderek küçülür. Hayal edebiliyormusunuz! Tüm dünyada ünlü biri haline geldiğinizi! Özgürlük için özür dilediğinizi ve gözlerinizin önündeki yaşamın, kurumun sahte olduğunu iddia ederek dünyadan kaçmaya çalıştığınızı.
Truman’ın Show: Rüya ve Yaratılmış Gerçeklik Çatışması
Konuya bir de farklı bir hipotez ile yaklaşalım. Filmde izlenmesi ilginç olan durum, eğer etrafımızdaki her şey bizimle uyumlu hareket etseydi neler olurdu. Dünyanın bizden önce varolduğu inancı üzerinden hareket ederek doğal davranışlar sergilediğimize inanırız. Bölünmüş bir hayat sürüyoruz. Birçok şeyin ortasında son derece küçük birer varlık olarak kendimizi temsil eden yanılsamalar ile birlikte yaşıyoruz. Bizim olmayan bir hikayenin ortasında, ama dünyaya ait, kaybolmuş durumdayız, hayatlarımızı uyum sağlamak için harcıyoruz, kendimizi dünya ile birleştirmeye çabalıyoruz (bu, dünyanın bizden önce varolduğu anlamına gelmez). Alışılmışın dışında hayatlar kurmayı deniyoruz çünkü tamamen yabancılık çekececğimize inandığımız bir gerçeklik içerisinde kaybolmuş durumdayız. Yine de egomuz başarılı bir savaş veriyor: Farkında olarak dünyanın merkezini bulmaya çalışıyor ve her şeyin kendi lehine olacak şekilde kurulduğuna inanmaya başlıyor.
Olan biten her şeyin kendi bilincimin etrafında geliştiğini düşünmek büyük bir günah mı? Ben dünyanın merkezi miyim? Bu merkezileştirme hangi yönden doğru, hangi yönlerden kurgusal olabilir?
Truman Show’un hipotezi, kahramanın ayrılmaz bir bütünlükle etrafında olan her şeye bağlı olduğunu söyler. Büyük kollektif bilinç diyebileceğimiz bir gücün bilgimiz dışında bizi manipüle ettiğini hayal edebiliriz. Matrix (The Matrix 1999)’te olduğu gibi. Aynı zamanda karşılaştığım tüm olaylar, kişiliğimin bir yankısı gibi ve bilinçsizce kişiliğim tüm bunları düzenliyor. Varsayalım: ebeveynlerimin boşanması ile kötü tecrübeler edindim ve seneler sonra kendim de acılı bir boşanma sürecinden geçtim. Bilinçaltımda yazılmış bir senaryodaki sahneyi tekrar yaşıyormuşum ve diğer hayatların ilerlediği yönler benim kişiliğim ile aynı hizada tutuluyormuş gibi hissettim. Dünyanın benden tamamen ayrılmış olduğunu söyleyemem. Bu hayal dünyası benim kreasyonum ve bu yüzden gerçek dünya. Bu bakış açısı ile bakarsak Truman Show’un sahnelenişi tamamen farklı bir alanda yer alıyor. Ben etrafımdaki dünyanın yaratıcılarından biri değil miyim? Sahip olduğum bilinç üzerinden özgürce varolmuyor dünya ve deneyimlediklerim ile bağlantılı. İsteğime göre dünyayı değiştiremiyorum ama dünyayı algıladığım bilinci değiştirebilirim ve bu sayede sadece bilincimi değiştirmem her şeyi değiştirebilir. Hayatımın yönetmeni benim dışımda değil; havada, kontrol kulesinde beni yönlendirmeye çalışmıyor. Benim içimde. Hayatımdaki her olay bilincimin bir yankısı ve bir şekilde şans eseri oluşmuyor! Tabii ki bugün yaşanan her olayın sadece benim hayatımda bir rol oynadığını ve etrafımdaki herkesin oyunun bir parçası olduğunu düşünmek biraz paranoyakça (bu aslında ego) denebilir. Aynı zamanda zıt prensipte yanlış çünkü dünya tamamen dışarıda değil, bilincim tarafından paketlenmiş, hikayemin içine sarılmış ve her biri hayatım dediğim filmin içindeki karşılaşmalar. Merkez benim içimde varolmakta ama ego gibi kişisel komplo teorileri üretmeyi hayal etmez…
Truman Show dünyayı kendi bilincimizin oluşturduğu gerçeğini bize göstermeye çalışır ve öznellik dünyanın merkezidir der. Descartes bu filme bayılırdı…
© Düşünbil® (2017)
Çeviren: Gökhan Çuhacı
Kaynak: the-philosophy.com