Dilsel anlamın doğasına dair soruların başlangıcı olarak Platon’un Cratylus diyaloğu gösterilebilir. Burada temel konu kelimelerle onların işaret ettikleri şeyler arasındaki ilişkinin yapısıdır. Mesela “ağaç” kelimesiyle ağaç nesnesi arasındaki ilişki nasıl açıklanabilir? Bu soruya cevap olarak, diyalogda yer alan iki önemli karakter Cratylus ve Hermogenes sırasıyla doğalcılık ve uzlaşımsalcılık görüşlerini savunmaktadırlar. Hermogenes, isimlerle, işaret ettikleri şeyler arasındaki ilişkiyi uzlaşımlarımızdan yani bizim ortak kararlarımızdan ibaret görürken; Cratylus isimlerle nesneler arasında doğal bağlar olduğunu düşünmektedir. Mesela uzlaşımsalcılığa göre birisine “Ahmet” ya da “Mehmet” şeklinde hitap etmemiz tamamıyla bizim uzlaşımımızla alakalı iken, doğalcılığa göre bir ismin bir insanı işaret etmesi için o isimle o kişi arasında doğal bir uyum olması gerekmektedir.
Aristoteles De Interpretatione isimli eserine “ilk olarak bir ismin, fiilin ne olduğunu daha sonra da nelerin değilleme, olumlama, ifade ve cümle olduklarını kararlaştırmalıyız” (16a1-16a3) diyerek başlamaktadır. Aristoteles’e göre cümleden bağımsız olarak bulunan “insan”, “yaşamak” gibi isim ve fiiller birleşik bir düşünceye karşılık gelmediği için doğruluk ya da yanlışlık bildirmezler. ( 16a10-16a-18) Dolayısıyla, Aristoteles birleşme ve ayrılma gibi cebirsel özellikler üzerinden cümleler ile kelimeler arasında kategorik bir ayrım yapmaktadır. Cümleler kendisinden daha basit anlamlı parçalara ayrılabilme özelliğine sahipken, kelimelerde bu özellik görülmemektedir. (17a1-17a7) Bu durum, cümle ve üzerindeki yapıların doğruluk değerine sahip olmasının temelini oluşturmaktadır. (20a4-20a15)
Ortaçağda ise Aristoteles’in takipçisi olan Farabi cümlenin ifade ettiği şeydeki parça bütün ilişkisini, manaları belirli bir dilsel uzlaşıyla birleştirerek taklit ettiğimizi iddia etmektedir. Mesela, Fransa’nın İspanya’nın kuzeyinde olması olgusu “Fransa”, “İspanya” “kuzey” vs. gibi kelimelerin manalarını, belirli dilbilimsel uzlaşımlarla birleştirerek taklit edilmektedir. (Hodges, 2012: 247-248) Diğer taraftan, Wilfrid Hodges’un deyimiyle katı bir bağlamsalcı olan Ibni Sina, Aristotelesçi yaklaşımın anlamı gereğinden fazla basit gösterdiğini düşünmektedir. Ibni Sina’ya göre anlamları değişmeyen, durağan bir söz dağarcığı olmadığı için anlam basit bir mantık ve cebir üzerinden açıklanamaz. Kelimelerin anlamları her ifadede yeniden oluşturulmaktadır. Burada önemli bir nokta Ibni Sina için mana ve kast arasında bir farkın olmamasıdır. Mana bir cümlenin genel anlamda ifade ettiği şey, kast da bir cümle ile belirli bir durumda ifade edilen olarak tanımlanırsa, İbni Sina’ya göre bir ifadenin belirli durumlarda ifade ettiklerinin dışında ayrıca genel bir anlamı yoktur. Böyle bir ayrımın varlığını öne sürmek yerine, bir ifadenin doğrudan söylenen (zahir) ve söylenmeyen (mahduf) kısımları olduğunu iddia etmektedir. Aristotelesçileri de anlamın sadece görünen kısımlarıyla ilgilendikleri için zahiri olarak suçlamaktadır. (Hodges, 2013: 17) Aslında bunun benzeri bir tartışma çağdaş anlambilim çalışmalarında da görülmektedir. (Goldberg, 2015: 428)
Diğer bir Ortaçağ filozofu olan Peter Abelard’ın görüşleri bugünkü çağdaş bakış açısına çok daha yakındır. Aberlard dilin çok önemli bir bölümünü oluşturan belirli bir zaman ve mekanda bulunan nesneyi işaret etmeyen soyut isimler (“kırmızı”, “insan”, “köpek” vs.) sorununa çağdaşlarından farklı bir şekilde yaklaşmaktadır. Bu soruna getirilen iki temel yaklaşımdan birincisi, “sarı” gibi bir ismin karşılığı olarak, tek tek sarı cisimlerden ayrı olarak bulunan zamandan ve mekandan bağımsız özel bir türde nesne olduğunu iddia etmektedir. Aberlard’ın hocası Roscelinus’un katıldığı ikinci görüşe göre ise bu tür isimler aslında hiçbir karşılığı olmayan seslerden ibarettirler. Abelard her iki görüşü de reddederek, bir ifadenin dışarda işaret ettiği nesneye ek olarak bir de zihinde oluşturduğu değerinin olduğunu iddia etmiştir. Dolayısıyla, yukarıda bahsedilen soyut isimler dış dünyada herhangi bir nesneyi işaret etmemelerine rağmen zihinde bir şeyler oluşturmaktadırlar. (King, 2015) Bu yaklaşım Gottlob Frege’nin iki aşamalı anlambilim kuramını, (Frege (1948): 210) daha çağdaş olarak da Frank Jackson ve David Chalmers’ın savunduğu iki-boyutlu anlambilim kuramını öncelemektedir. (Laura, 2017)
Abelard’la ilgili diğer önemli bir durum da Leibniz ve Frege’den yüzyıllar önce yer değiştirme ilkesine (principle of substitution) kuramında yer vermesidir. Aberlad’a göre aynı sözdizimsel yapıya sahip iki cümle aynı anlama sahip farklı kelimelerden oluşuyorsa aynı anlama gelmektedir. Burada sözdizimsel yapı bize ifadelerin anlamlarının birbirlerine nasıl bağlandığını vermektedir. Mesela “adam yürüyor” ifadesinde Türkçe sözdizimi “yürümek” ifadesinin karşılığı, “adam” ifadesinin karşılığı olan nesneye iliştirildiğini göstermektedir. (King, 2007: 176)
Anlambilim tarihinde felsefi tartışmaların olgunlaşıp bilimsel aşamaya geçişinde önemli bir dönüm noktası Frege’nin çalışmalarıdır. Frege Beggriffschrift eseriyle, daha önce Leibniz ve Booles’un da denediği gibi, anlamı belirli ölçülerde biçimselleştirmeyi amaçlamıştır. Frege’nin amacı aslında gündelik iletişimde kullanılan dilden ziyade bilim için kullanılan dili biçimselleştirmektir. Kendi ürettiği kavram dili ile gündelik dil arasındaki ilişkiyi mikroskop ile göz arasındaki ilişkiye benzetmektedir. Gündelik dil tıpkı gözün birçok alanda mikroskoptan daha iyi olması gibi Frege’nin biçimsel dilinden birçok alanda daha faydalıyken, Frege’nin ürettiği dil de tıpkı mikroskop gibi bilimsel amaçlar için daha kullanışlıdır. (Frege, 1997a: 6) Böyle bir araç yapabilmek için dili fonksiyon-argüman olarak incelemiştir. Mesela, yüklemleri nesne alıp doğruluk değeri veren fonksiyonlar olarak incelemiştir. Bu cebirsel kurallarla, bir ifadeden, metinden çıkarımlar yapabilen bir mekanizma hedeflenmiştir. (Frege, 1997b)
Frege sonrasında bu kurallar sadece bilimsel amaçlı olarak kullanılacak özel bir dil için değil, bütün bir dil için uygulanmaya çalışılmıştır. Bugün Frege’nin ve birçok diğer matematikçinin uzak durduğu, çokanlamlılık, anlamın bağlamda değişmesi, belirsizlik, metaforlar vs. gibi gündelik dilin vazgeçilmezleri de Frege sonrası çalışmalarda Frege’nin sunduğu cebirsel yöntemin uzantıları ile modellenmeye çalışılmaktadır.
Kaynakça:
Aristotle, J. B. (1995). Complete works of Aristotle. Ed. J. Barnes, Princeton, NJ.
Frege, G. (1948). Sense and reference. The philosophical review, 57(3), 209-230.
Frege, G. (1997a). Begriffsschrift. a formula language of pure thought modelled on that of arith-
metic. In Beaney, M., editor, The Frege Reader. Blackwell.
Frege, G. (1997b). Function and concept. In Mellor, D. H. and Oliver, A., editors, Properties,
pages 130–149. Oxford University Press.
Hodges, W. (2012). Formalizing the relationship between meaning and syntax.
Hodges, W. Syntax and meaning in al-Sirafi and Ibn Sina http://wilfridhodges.co.uk/arabic30.pdf
Goldberg, A. E. (2015). Compositionality. The Routledge Handbook of Semantics. Route ledge, 202.
King, P. (2007). Abelard on mental language. American Catholic Philosophical Quarterly, 81(2), 169-187.
King, P. (2015). Peter Abelard. In Zalta, E. N., editor, The Stanford Encyclopedia of Philosophy. Metaphysics Research Lab, Stanford University, summer 2017 edition.
Hodges, W. (2013). Syntax and meaning in al-Sirafi and Ibn Sina.
Schroeter, L. (2017). Two-Dimensional Semantics. In Zalta, E. N., editor, The Stanford Encyclopedia of Philosophy. Metaphysics Research Lab, Stanford University, summer 2017 edition.
Yazar: Tolgahan Toy
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.