İllüstrasyon: Hanna Barczyk
Paylaş

Oradaydı işte. Daha önce hiç görmediğim bu insan, hayatımda köklü bir değişim yaratacaktı. Bana doğru attığı adımların sesi, henüz hiç duymadığım bir müziğin bestesini oluşturuyordu sanki. Var olduğumu hissediyordum. O bir ateş, ben ateşin etrafında dönüp duran pervane. Yakınlaşsam yanacağım, uzaklaşsam donacağım. Öyle bir araf işte bu duygu. Her zerrem farkında olmadan ona bağımlı oldu. Onunla, onda, onun sayesinde ve onun için var artık bir tarafım. O taraf, sol yanım. Hayatı siyah beyaz yaşayan ben, varlığıyla tüm renkleri öğreniyorum.

Varoluşunu uç duygularda belirleyen insan. Nefreti de aşkı da en yüksek seviyede. Yukarıda yazdıklarımdan en az bir cümleyi hayatınızın bir köşesinde deneyimlemiş, mahiyetini kavramanın oldukça zor olduğu bu duyguya bir şekilde karışmışsınızdır. Sadece bir insana değil; herhangi bir şeye aşk ile bağlı olmaktan bahsediyorum. Hırslarımız, ideallerimiz, hayallerimiz veya orada sadece ve sadece olmasını istediğimiz o insan. Bizi gerçekten bu kadar etkileyebilir mi bir duygu?

Milyarlarca insan, milyarca zihin, milyarlarca ruh. Sadece birisini bir şekilde bir anda gördüğünüzde onun bu kadar farklılık içinden sizi bulmasını şans sayabilirsiniz. Bu yapılacak ilk şeydir. Fakat sanırım oldukça aceleci davranıyoruz böyle durumlarda. Gerçekten ruh ikizi veya fikir dengim diyebileceğiniz o insan sizin ilerleyen zamanlarda katiliniz olabiliyor ve üstelik cinayetin suç ortağı bizzat sizsiniz. İzin veriyoruz, o kişiyi kendimize dahil edip hiç bilinmeyenleri anlatıp, yumuşak tarafımızı ona ezberletiyoruz. Sonra bir şekilde kaybediyoruz. Âşık olmak güzeldir ama güzel sevmek/sevilmek çok daha güzeldir.

Aşikar; Arapça’dan gelen bir kelime ve zehirli bir sarmaşığa tekabül ediyor. Aşk kelimesinin türediği kelime bu. Nadir kelimeler vardır anlamı duygusuna birebir uygun olan. Bu da onlardan birisi. Fakat bir duygunun acı getireceği en az mutluluk getireceği kadar belliyse, neden bu duyguyu yaşamadan duramayız?

Varoluşumuzda aşk var çünkü. Sevginin verdiği güç, yalnız kalma korkusu, sevilerek değerli hissetmek gibi bir çok sebep sıralayabilir, bunları konuşup gerçekten varoluşumuzda onları çok önemli gösterebiliriz. Fakat bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Birisine veya bir şeye âşık olmak sizin birey oluşunuza tehlike getirdiği sürece o şey aşk değil gönüllü tutsaklıktır. Çoğu insan birey oluşunu, kendi aklını başkasına bağlamayı iyi/güzel sanıp, aşk diye bunu över. Aklını kullanmayı bırakıp salt duygusuyla ilerlemeyi aşk sanar. Bu, özgürlüğünüzü başkasına kendi ellerinizle teslim etmektir. Bu bakış açısı aşkın o büyülü hâlini öldürüyor, kabul ediyorum fakat sıkıntılarla dolu yaşamımızda, bir de güzel duyguları sıkıntıya dönüştürmemek için neyin ne olduğunu her alanda araştırmak, her alanda felsefe yapmak daha mutlu olmak adına faydalı olacaktır.

Sizden şu cümleyi düşünmenizi istiyorum. Bütün duygularını tek bir insanda veya tek bir şeyde harcamak. Tam olarak yaptığımız bu aslında. Bu harcama kimi zaman israf, kimi zaman kocaman bir iyi ki olur. Bu da aşkın doğru yaşanması ile alakalı bir durum. Karşınızdakinin sizi öldürmesi için eline silahı siz veriyorsunuz sonra o sizi öyle bir öldürüyor ki, tekrar yaşamayı unutuyorsunuz. Sendeliyorsunuz, yaralarınızı iyileştirmeye çalışıyorsunuz, ziyan oluyorsunuz. Hataya, ateşe bile bile yürüyorsunuz ve bir noktadan sonra hep suçlu siz oluyorsunuz. İnsanlar mutlulukları ile anılmazlar, hataları ile anılırlar. Önce hata gelir insanın aklına çünkü güç istenciyle dolu varoluşumuz önce kendini kurtarmayı hedefler. Kimisi aşkından kör olan insana değnek verir yolunu kaybetmemesi için destek olur, hatta gözlerini verir, kimisi ise önüne düşmesi için bir engel daha koyar. Aşkın grisinin olmaması da bu yüzdendir zaten. Ya siyahı yaşarsınız –kara sevda diyelim– ya da beyazı yaşarsınız –mutlu son diyelim–. İşler bu kadar basitse ruhumdaki bu karmaşa niye? “Aşk bir çeşit şuur bozukluğudur” der Platon ve haksız da sayılmaz. Onun güzelliği şuursuzluğundan gelir zaten.

Bir yolda yürüdüğünüzü var sayın. Yolun artık sonu gözükmüyorsa, ayağınıza dikenler batıyorsa ve siz hâlâ o yolda ilerliyorsanız bu kendinize saygınızla ilgili bir problemdir ve bu acı size bir süre sonra aşk için olduğundan zevk vermeye başlar. İşte, kişi burada kendisini unutur. Karşı taraf, nasılsa kendi istiyor, kendi isteğiyle geliyor diye ağzını açmazsa engelin kendisi bizzat odur. Ama tam siz o yolda yürürken sizin “ayaklarınızı yerden kesip acınızı azaltıyorsa” ve bizzat kendisi size yol oluyorsa; işte aşk budur. Aşk dediğiniz duyguda tek kişi mutlu olmaz, karşılıklı bir mutluluk söz konusudur. Kişi yaptığı fedakârlıkla ölçülemez, herkes sevdiği kadardır. Zaten sevmenin de ölçüsü yoktur. Eğer seviyorsanız, karşı tarafın sevgisi ile, size verecekleriyle ilgilenmezsiniz, salt sevdiğiniz için mutlusunuzdur zaten. O yüzden mutluluk getiren aşk bir yerden sonra sadece mutluluğu talep ediyorsa oldukça pragmatiktir. Ve tam bu yüzden karşı taraftan bir şey beklememek en doğrusudur bazen. Onun ederi, değeri kendini en başta belli eder çünkü. Sözgelimi bir eşekten, beyaz bir at yaratamazsınız. Âşıkken bile, aklınızı paranteze almışken bile kendi yağında kavrulabilmek –duygusallık bakımından– en iyisi ve en doğrusudur. Yaralarınız mı var, kendiniz iyileştirin. Yalnızlıktan mı korkuyorsunuz, o sessizliğin kendinizi tanımada ne kadar önemli olduğunu keşfedin. Milyarlarca ruhun karmaşasının, bir insana bir şekilde ilişmenin sizden bir şeyler götürebileceğini fark edin. Düğmeleri yanlış iliklemek gibi bir şeydir hayatınızdaki yanlış insan. Gömleği çıkarıp atabilirseniz –duygularınızın kelepçelerinden kurtulabilirseniz– hayatınızdaki asimetri kaybolur. Ve sizin için, size ait olan, eğlenebildiğiniz, karşılıklı saygı içinde olduğunuz, kararlarınızda, attığınız adımlarda sendelememeniz için fark edilmeyen bir el olan, sadece orada olması ile size inandığını belli eden o ruh o kadar gerçektir ki, hem hayatınıza hem kalbinize tam oturacaktır. En azından, duygularımızı yanlış anlamayalım, yanlış yaşamayalım da hayat dediğimiz şeyde ufak bir gerçeklik bize kalsın. Bu yüzden âşık olun, yanlışlıkla hasta olmayın.

© Düşünbil® (2018)

Yazar: Merve Karacan


Paylaş

Merve Karacan

1992 Kütahya doğumluyum. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Felsefe Bölümü'nde okurken aynı zamanda formasyon eğitimimi tamamladım ve Felsefe Grubu öğretmeni olarak 2016 yılında mezun oldum.