Paylaş

Oyun-değiştirici’, deyim olarak kullanıldığında, belli bir işi yapmanın genel olarak kabul edilmiş yönteminden farklı, yenilikçi ve çok başarılı bir modelini geliştirerek o alanda devrim yaratanlara verilen isim olarak anlam kazanmakta. Bu noktada soru, bu terimin bir bilim teorisyeni için kullanılıp kullanılamayacağına dairdir. Bu dillendirildiği anda (başlık öyle atıldığına göre), ‘Pandora’nın kutusu’ açılacak ve ardıl sorular birer birer kendilerini göstereceklerdir. Şöyle ki,

  • Daha da temelde ‘bilim teorisi’ nedir? Epistemolojiden farklı mıdır?
  • Epistemoloji ve / veya bilim teorisi bir oyun mudur? Gizil bir Wittgensteincı çerçeve ile mi karşı karşıyayız?
  • Bilim teorisyeni de nedir? Bilim felsefecisi ya da filozofundan farklı mıdır?

Bu metnin kavramsal ağına yakalanan başat sorular bunlar olsa da ardıl soruların sayısı bir hayli fazladır. Türkçe literatürde, özellikle de referans kitaplarında, ‘bilgi teorisi/kuramı’ ‘bilgi felsefesi’ ile eşanlamlı kullanılırken, her iki kullanım da ‘epistemoloji’nin karşılığı olarak dolaşıma sokulmuş görünmektedir. Türkçeleştirme girişiminin ötesinde, her fark bir kavramı gerektiriyorsa, ‘bilgi / bilim teorisi’ de böylesi bir farklılaşmaya gönderimli olduğu sürece anlamlı olacaktır. Buna bağlı olarak ‘bilgi teorisi’ ve onunla ilişkili olarak ‘bilim teorisi’, epistemoloji tarihinde bir kırılıma ya da dönüşüme gönderimle kullanıldığında esas anlamlarına kavuşmaktadırlar. Peki epistemolojide böyle bir değişim yaşanmış mıdır?

Cevap ‘evet’tir. Kökeni episteme ile doksa arasında bir ayrım konduğu ana (her fark bir kavramı hak eder) tarihlendirilebilecek olan epistemolojinin, Platon’dan bu yana olanak zemininde ele aldığı ve ‘bilgi nedir?’, ‘bilginin kaynağı nedir?’, ‘nasıl biliyoruz?’, ‘neyi bilebilirim?’ gibi sorular merkezinde ilgilendiği bilgi sorunu, 1543-1689 sürecinin ardından, yani Kopernik’in ve Newton’un eserlerinin ardından biçim değiştirdi (biz bu sürece Modern Bilimsel Devrim adını veriyoruz). Bu değişimin açık örneği, Aydınlanma’nın büyük filozofu Immanuel Kant’ın aşağıdaki ifadelerinde yer almaktadır:

Birdenbire ortaya çıkan bir devrim yoluyla bugünkü yapılarını kazanmış olan matematik ve doğa bilimi örneklerinin onlara o büyük üstünlüğü sağlamış olan düşünme yolunun dönüşümündeki özsel noktaları irdelemek için yeterince dikkate değer olduklarını düşünüyorum; ve öyle görünüyor ki, yine aynı nedenle, us-bilgileri olarak metafizik ile andırımlarının izin verdiği ölçüde burada hiç olmazsa bir deneme olarak onlara öykünme girişiminde bulunabiliriz.” (Kant, 2000: 22 [BXVI])

18. yüzyılın son çeyreğinde, Kant, usun alanına ait bilgi de dâhil olmak üzere bilginin kendisinin incelenmesinin ‘bilimin güvenilir yolu’nu izleyip izlemediğini araştırmanın ve eğer izlemiyorsa bu yolu bulmaya çalışmanın usa bir hizmet olacağını söyledikten sonra (Kant, 2000: 22 [BVII]) inceleme alanını matematik ve doğa bilimlerinin düşünme yolundaki dönüşümlere kaydırır. Doğa bilimlerinin ürettiği yargı biçimi olan sentetik a priori yargıların olanağını metafiziğe bir olanaklılık modeli olarak inceleme konusu edinir. Fark bu noktada belirginleşmektedir. Artık aranan, başarılmış olanın nasıl başarıldığına ilişkin bir açıklamadır ve amaç bu başarının modellenmesidir. (Anlı, 2016: 149)

Elbette ki, başlangıçtan bu yana matematik epistemolojik bir model olmuştur. Fakat yeni ve farklı olan, doğa üzerine üretilen deneysel bilginin (başarı kazanmış haliyle) model alınıyor olmasıdır. İşte bu yeni modelleme girişimi, bir anlamıyla felsefi ya da teorik bir tersine mühendislik yönelimi olarak belirginleştiğinde, artık bir bilgi / bilim teorisinden söz etmek gerekmiştir. Ortada başarılı bir ürün var; fakat bu nasıl başarıldı? Slavoj Zizek’in sıklıkla gönderimde bulunduğu ‘bilmiyorlar ama yapıyorlar’ ifadesi bu duruma uyacak biçimde şöyle revize edilebilir: Kadim dünyayı (gerçekliği) bilme problemi doğa felsefesinde (Newton’da) çözüldü. Fakat nasıl? Yapıldı, fakat nasıl yapıldığını biliyor muyuz? Doğa filozofları bunu biliyorlardı elbet. O kadar ki, 1833’ten sonra farklarını belirtmek için isim değişikliğine bile gittiler; bilim insanı (scientist). Çünkü artık yapılan doğa felsefesi, yani felsefe değildi.

Peki felsefe ne yapacaktı? Elbette ki bu soru bilgi merkezli olarak sorulduğunda anlamlıdır. Doğa bilimleri başarılı biçimde ‘bilgi’ üretirken ve bu üretim neredeyse bir kendiliğindelikle Aristotelesçi bilme arzusuyla (ya da hedefiyle), F. Baconcı güç arzusunu (ya da hedefini) uzlaştırır görünürken felsefe bilgi adına ya da bilgiyle ilgili olarak ne yapacaktı? (Filozof ne biliyordu ve ne yapıyordu; daha da önemlisi böyle bir dünyada ne bilebilirdi ve ne yapabilirdi?) İşte bu soru, ‘oyun değiştirici’ ilk soru olarak alınabilir.

Birinci dönüşüm

Oyun o denli değişmiştir ki, 1935 yılında Alfred Jules Ayer bilimlerin kraliçesi olan metafiziği olumsuz bir anlamlandırmayla konumlayabilir olmuştur: Ona göre, “genellikle felsefe olarak kabul edilen şeylerden çoğu, bu ölçüte göre, metafiziktir”. “Felsefeyle deneysel bilimin bağıntısı açısından” filozofun yapacağı / yapabileceği “bilimin varsayımlarıyla yarış edecek kurgusal doğrular ortaya koymak ya da bu kuramların geçerliliği üzerine önsel yargılar vermek” değil, “bilimin önermelerini, onlar arasındaki mantıksal bağıntıyı sergileyerek ve onlarda geçen simgeleri tanımlayarak aydınlatmak”tır. Felsefede doğru yöntem, “söylenebilir olandan, yani doğa bilimi tümcelerinden –yani felsefeyle hiçbir ilgisi olmayan bir şeyden- başka bir şey söylememek” ve başka biri buna yeltendiğinde, “ona tümcelerindeki belirli imlere hiçbir imlem bağlanmamış olduğunu göstermek”tir. Böylece analitik filozof, “ortalığı biraz temizleyip bilgi yolunu kaplayan saçmalıklardan birazını ortadan kaldırmada bir işçi olarak çalışmak”la yetinen bir ‘akademisyen’e dönüşür (Ayer, 1998: 9-11, 30, 48, 110; ayrıca bkz. Wittgenstein, 2006: 47, 171). Bu dönüşüm ilk ve tek felsefe olarak bilgi kuramının akademide dolduracağı yeri tanımlamaya, bu yeri meşrulaştırmaya ve bu yerin devamlılığını sağlamaya yöneliktir. Bu, felsefenin bilimler çağında hayatta kalabilmesi için ‘felsefe ile bilim arasında reformist bir uzlaşma’dır. Ek olarak, termimoloji olarak ‘bilim filozofu’ yerine ‘bilim teorisyeni’nin önerilmesinin nedenidir. ‘Filozof’ metafizikle olan tarihsel bağları nedeniyle ‘kavram yorulması’na uğramıştır.

Böylece, bilgi-kuramsal temelde kurulan bilimin birliği çatısı altında, bilim insanlarının birliği entelektüellerin birliği ile çakıştırılır. Bu, positivizmin tedrici dönüşümünde bilgi kuramının ilk ve tek felsefe olarak kabul edilmesi, felsefedeki verimsiz sistem çatışmalarının sonunun ve bir “dönüm noktasının” ilan edilmesi ve bu dönüm noktasının “fiziğe Galileo’nun getirdiğiyle aynı türden bir ilerleme” olarak nitelendirilmesidir. Modern bilim çağında, “bilimlerin kraliçesinin” kendisinin de bir bilim olması gerekmektedir ve felsefe bir bilim değil, bir etkinliktir. Felsefe adına geriye kalan ne felsefi önermeler ne kuramlar ne de -herhangi- bir sistemdir. Geriye kalan sadece bir yöntemdir; felsefenin kendisiyle bilimselleşeceği bir yöntem: Mantıksal çözümleme yöntemi.  Buna bağlı olarak da bu girişim genel olarak felsefeyi 20. yüzyılın iki kültürlü dünyasında esasen dili konu alan “bir çözümleme etkinliği olarak” [dilsel bir tersine mühendislik etkinliği olarak] (Ayer, 1998: 29, 30; Schlick, 1966; Russell, 1996: 12; Carnap, 1966: 77; Reichenbach, 1936: 159; 1968: 305, 308) bilim kültürünün sınırına konumlama girişimidir. Sınır çözümleme yöntemiyle tanımlanmış, bir etkinlik olarak bilgi teorisinin (felsefenin) ‘evi’dir artık: Bilim değil, ama bilim dışı da değil.

İkinci dönüşüm

İkinci dönüşüm için tarihin oyuna dahil olması gerekmiştir. Eric Hobsbawm, tarih disiplini için uzak geçmiş ve halen bellekte bulunan yakın geçmiş arasındaki farkın altını çizerken (2017:12, 13), ana hatlarıyla şöyle bir çerçeve ortaya çıkarır: Uzak dönemlerle uğraşan bir tarihçinin bakışı, “Papua tepelerindeki insanları anlatan batılı antropologlar gibi”dir; dışarıdan, yabancı olarak bir şeyi kavramaya çalışır. O, yaşadığı zamanın ve yerin belirlediği varsayımlarla işe başlar, geçmişi kendi terimleriyle yeniden biçimlendirir, arşivler ve diğer birincil kaynaklar üzerine çalışarak, muazzam sayıda ikincil kaynağı okuyarak kendi kuramsal yolunu bulmaya gayret eder. Pozitivizmin kökeninde, Auguste Comte bir bilim tarihçisi olarak geçmişe baktığında Hobsbawm’ın çerçevelediği yönteme ve konuma çok benzer bir yol izledi. Pozitivizm, Newton Fiziği baz alınarak onu üreten pozitif düşünme biçiminin uzak geçmişten gelen tarihini (‘ilerleme tarihi’ni) yazma girişimiydi. Pozitif felsefenin uygulanmasından önce kavranabilmesi için tarihiyle bilinmesi gerekir. Comte, “bir düşünce ancak kendi tarihi sayesinde iyi bir biçimde bilinebilir” derken (Comte, 2015: 16) pozitif aşamadan geriye doğru bir tarih okumasına da gitmektedir. Bu bir anlamıyla da bilim tarihi yapmaktır. Bu çerçevede genel bilim tarihi, insan aklının kademe kademe ilerleyişinin tarihidir.

Hobsbawm, halen bellekte bulunan yakın geçmişin ele alındığı durumları bir tür “alacakaranlık kuşağı tarihi” olarak adlandırır. (2017: 13) Yakınlık, hem birinci elden şahitlik ve deneyim gibi bir avantajı hem de aşırı yakınlığın getirdiği ‘görememe’ dezavantajını içinde barındırır. Bu yakın geçmiş, “hâlâ bizim bir parçamız olmakla birlikte, kişisel menzilimizin tam olarak içinde değildir artık” (Hobsbawm, 2017: 13). Karl Popper’ın bilim teorisini geliştirdiği ve ‘pozitivist bilim teorisini’ öldürdüğünü (yanlışladığını) ilan ettiği dönem tam da böyle bir dönemdir. Bilgi teorisi açısından bir ‘alacakaranlık kuşağı’.

Kaynakça:

Anlı, Ö.F. (2016). “Sınırlandırma Ayracı Üzerine Yürütülen Bilgikuramsal Çalışmalar Olarak Neo-pozitivizm ve Bilimsel Felsefe”, Ethos Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar, Sayı 9(1), s.143-172. Antalya.
Ayer, A.J. (1998). Dil, Doğruluk ve Mantık. Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu. 2. Basım. İstanbul: Metis Yayınları.
Carnap, R. (1966). “The Elimination of Metaphysics Through Logical Analysis of Language”. in Logical Positivism. Ed. A.J. Ayer, translated by Arthur Pap. pp. 60-81. 2nd Printing. New York: The Free Press.
Comte, A. (2015). Pozitif Felsefe Dersleri ve Pozitif Anlayış Üzerine Konuşma. Çev. Erkan Ataçay. Ankara: BilgeSu Yayıncılık.
Hobsbawm, E. (2017). İmparatorluk Çağı 1875-1914. Çev. Vedat Aslan. 6. Baskı. Ankara: Dost Kitabevi.
Kant, I. (2000). Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomena. çev. İonna Kuçuradi-Yusuf Örnek. 4. Baskı. [4. Baskıyı yayına hazırlayan: Harun Tepe] Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu.
Reichenbach, H. (1968). The Rise of Scientific Philosophy. Berkeley and Los Angeles: University of California Press.
Russell, B. (1996). Dış Dünya Üzerine Bilgimiz. Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Wittgenstein, L. (2006). Tractatus Logico-Philosophicus. Çev. Oruç Aruoba. İstanbul: Metis Yayınları.

Yazar: Ömer Faik Anlı

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Ömer Faik Anlı

Felsefe alanında lisans ve lisansüstü eğitimlerini Ankara Üniversitesi’nde tamamladı. Yine aynı üniversitede Bilim Tarihi Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak görev yaptı ve 2017 Kasım ayından itibaren artık Doçent unvanı ile çalışmalarını sürdürüyor. Araştırma ilgileri: epistemoloji, bilim felsefesi ve tarihi, post-pozitivizm ve bilim sosyolojisidir. Bu alanda bilimsel makaleleri yayınlanmış ve ayrıca Bilim Savaşları –Modern Bilim İmgesinin Dönüşümü- başlıklı bir telif kitap kaleme almıştır.