Paylaş

Karl Popper’ın dönemi, uzak geçmişin (Aristoteles, Batlamyus, Kopernik, Galileo ve hatta Newton) bilim tarihi verileri üzerinden bugüne bir projeksiyon yapılacak bir zaman değildir (bunun için Thomas Kuhn’u beklemek gerekiyordu). Bilim teorisinin üzerinde üç hayaletin dolaştığı yıllardır bu yıllar: Albert Einstein’ın İzafiyet Teorileri, Klasik Psikanalitik Teori, Marksist Sosyal Teori. Bu atmosferde bilim teorisinin yeni, önemli, ciddi ve ele alınması ivedi bir hale gelmiş olan bir problemi vardır. Newton Fiziği ve onun bilgi kuramsal modellemesi (ya da bu yönde bir girişim) olan pozitivist bilim teorisinin üzerinde boy gösterdiği Zafer Takı olarak bilim tarihi, öncelikli değildir artık. Çünkü Newton Fiziği yanlışlanmıştır. Açıklanması gereken üç hayaletten hangisinin, neden bilimsel olduğudur. Gösterilmesi gereken ise pozitivist bilim teorisinin (modellemesinin) neden yanlış olduğudur.

‘Bilimsel araştırmanın mantığı’: Amipten -bir felsefe sınıfına da uğrayarak- Einstein’a..

Popper’a göre, rafine hali bilimsel araştırmanın mantığında, yani bilimde olmak üzere en başarılı ve hatta tek bilgi edinme yolu eleştirel yanlışlamacı yöntemdir. Bu yöntem, insanlığın (ve esasında derece farkları olmak üzere tüm yaşamın) olanaklı tek problem çözme biçimidir. Dolayısıyla bütün bilgi edinme süreci ve onun bir parçası olan felsefe en az bir problemin tespit edilmesiyle başlar. Bu bağlamda “gerçek felsefi problemler her zaman için felsefe-dışı acil problemlerden kök alırlar ve bu kökler çürürse felsefi problemler de ölürler.” Bu problemler matematikten, kozmolojiden, politikadan, dinden ya da sosyal yaşamdan gelebilir. (Popper, 2002: 94)

Bu problem “P1” olarak kabul edilecek olursa, P1’in tespitini izleyen aşama çözüm denemeleri “Ç.D.” olacaktır. Dikkat edileceği üzere bu aşamada söz konusu olan bir çoğulluk vardır. Mevcut problemi çözebileceği düşünülen (daha doğrusu varsayılan) her tür öneri bir deneme-adayı olarak meşru biçimde öne sürülür. Tek kriter, önerinin denenebilir olması, diğer bir deyişle de sınanabilir olmasıdır. Bütün çözüm denemelerinin sınanacağı yegâne ortam gerçekliğin kendisidir. Çoğulluğu azaltıcı tek meşru şey ‘gerçekliğin duvarı’dır. Bu duvarla her yüzleşme (daha uygun ifadeyle ona her çarpma) bir hata elemesidir “H.E.”. Yani denemenin yanlışlanması. Duvara çarpmak, problemi çözememektir. İşte bu aşama bilimselliğin ya da aynı anlama gelecek biçimde eleştirel düşünmenin açığa çıktığı andır. Bir hipotezi sınamak, onu gerçeklikle yüzleştirmek ve bunu nasıl yapacağını tasarlamak demektir. Sınamada başarısız olmuş hipotez terk edilmeli, alternatifi denenmeli, eğer alternatif yoksa geliştirilmelidir. Bilim-dışı alan ya da yaklaşım da tam bu anda belirginleşir. Eğer yanlışlanmaya, hele ki tekrar eden yanlışlanmalara rağmen hipotez terk edilmiyorsa artık bilim-dışına ve dogmatizme geçilmiş demektir. Einstein’ın ifadesiyle, bu anlamda aptallık (Poppercı anlamda dogmatizm), hep aynı şeyleri yapıp farklı bir sonuç beklemektir.

Bu ‘aptallık’ ya da ‘dogmatizm’ sahnesini zihinlerde canlandırmak mümkündür. Derin felsefi ya da bilimsel konuların uzun ve tüm teferruatlarıyla ‘betimlendiği’, kâğıt üzerinde nice mantık veya matematik probleminin çözüldüğü, istatistik hesaplarının yapıldığı, büyük sosyal teorilerin havada uçuştuğu bir dersin çıkışında sınıfın kapısının açılmadığını ve öğretim üyesiyle birlikte tüm öğrencilerin sınıfta kapalı kaldıklarını gözümüzde canlandırılalım. İşte somut bir problem (P1). Sınıfın kapısı, her zamanki yöntemle açılmamakta… Çözüm önerileri üretilmeye ve denenmeye başlayacaktır. Denemeler öncesi anı düşünelim. Soğukkanlılıkla bütün öneriler tahtaya yazılıyor (Ç.D.). Önerilerden biri, hem de dersin öğretim üyesinden gelen öneri, yeterince hızlı koşarak kapıyı (ya da daha cüretkâr bir öneri ise sınıfın duvarlarından birini) kırıp / yıkıp geçmek ve yeni bir kapı açmak olsun. Öğretim üyesi, hipotezine güvendiği oranda bir hızla kapıya / duvara çarpacaktır. Sonucun yanlışlanma olmasını beklemek makuldür. Yani bu önerinin sahibi duvara koştuğu hızla oranlı bir vücut hasarı alacak (yaralanacak), fakat problem çözülmemiş kalacaktır. Hatanın nerede olduğunu düşünmeye başlayınca ilk seferdeki hızını yetersiz bulup ya da herhangi bir değişken üzerinden bir ayarlama yapıp (mesela duvarın başka bir noktasını denemek) yeniden hipotezini deneyebilir. Sonuç yine aynıdır (yanlışlanma) ve ikinci denemeyle birlikte yaralanması giderek ciddi boyutlara varmaktadır. Burada bir kopuş olduğunu düşünelim. Artık hata aramalardan da ziyade sürekli duvara doğru koşan ve aynı sonuçla karşılaşan birini ‘hayal edelim’. O kişi gözümüzde hangi durumdaysa, konusu her ne olursa olsun büyük hipotezleri tutarlı biçimde sürekli yanlışlandığı halde hipotezini terk edemeyenler de esasında aynı durumdadırlar. Çünkü hatalarından (daha da iyisi hipotezinin hatalarından) öğrenmemekte ve sürekli ‘gerçekliğin duvarı’na çarptığı halde hep bir bahane (ad hoc hipotezler) bulmaktadırlar.

Fakat bütün hipotezler (çözüm denemeleri) yanlışlanmazlar. Yanlışlanmadan sınamayı geçen hipotez artık bir teori olarak yoluna devam eder. Başarısız olmamış çözüm denemesi, başlangıçtaki P1’i çözmüş bir teoridir (T) ve halen sınamaya açıktır. Ek olarak bu teori, çekirdeğinde taşıdığı hipotetik yapıyla daha önce fark edilmemiş olan yeni bir problemin (P2) tespitine de yol açar. Bu yeni problemin çözümü yolunda gerek mevcut tespit edici teori gerekse de yeni çözüm denemeleri ile süreç yinelenmeden (bir döngüye girmeden) devam eder. Artık P2 için bir çözüm aranmaktadır ve aranan çözüm P1’in de çözümünü kapsamak durumundadır. Ana hatlarıyla şematize edilen (P1 à Ç.D. à H.E. à T à P2) bu bilgi kuramsal model, sürecin bilinçli bir biçimde işletildiği en rafine hal olan modern bilimin modellenmesi sonucu elde edilmiştir. Ancak belirtildiği üzere bu süreç (model) tüm yaşamda çalışmaktadır: Amipten Einstein’a dek. O halde, bilgi kuramsal bir modelleme (bilim felsefesi / teorisi) de bu sürecin çalıştığı bir alandır.

İşte Popper’ın ‘oyun-değiştirici’ hamlesi budur. Tüm yaşamda çalışan bir süreç (bir araştırma mantığı; algoritması) söz konusuysa, bilgi teorisi de bu algoritmaya dahildir. O halde, odağına aldığı problemi çözme konusunda başarısız olursa, algoritma çalıştırılmalı ve ‘hipotez’ yanlışlanmış kabul edilerek terk edilmelidir. Felsefenin evi sınırda değildir. Bilgiyle işi olduğu müddetçe sınırın içindedir. Peki bu bilgi kuramsal hipotez, bilim felsefesinin tarihiyle sınandığında ve günümüz aktüel bilim felsefesi ile yüzleştirildiğinde hayatta kalabilmekte midir? Bu da başka bir yazının konusu olsun.

Kaynakça:

Popper, K. R. (2002). Conjectures and Refutations. London: Routledge.

Yazar: Ömer Faik Anlı

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Ömer Faik Anlı

Felsefe alanında lisans ve lisansüstü eğitimlerini Ankara Üniversitesi’nde tamamladı. Yine aynı üniversitede Bilim Tarihi Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak görev yaptı ve 2017 Kasım ayından itibaren artık Doçent unvanı ile çalışmalarını sürdürüyor. Araştırma ilgileri: epistemoloji, bilim felsefesi ve tarihi, post-pozitivizm ve bilim sosyolojisidir. Bu alanda bilimsel makaleleri yayınlanmış ve ayrıca Bilim Savaşları –Modern Bilim İmgesinin Dönüşümü- başlıklı bir telif kitap kaleme almıştır.