Felsefi yönü olan insan mısınız? Bu filmi izlemeden önce kendinize sormanız gereken soru bu. Eğer değilseniz zahmete girmeden bu incelemeyi atlayın ve bir sonraki izleyeceğiniz filmi düşünmeye başlayın. Ama eğer insan ruhunun derinlerine inmeyi seven, nasıl-neden-neredeci cesur yüreklerdenseniz o zaman bu film sizin için.
Stalker, ‘ Bölge‘ adlı alana gitmeleri için insanlara rehberlik eden bir adamın hikâyesi. ‘Bölge’ nedir diye sorabilirsiniz. Denildiğine göre en derindeki hayallerinizin gerçek olduğu bir yer. Bazıları uzay gemisinin bu alana inip onlar tarafından yaratıldığını söylüyor, diğerleri göktaşı olduğunu düşünüyor. Önemli olan nokta şu, kimse gerçekte Bölge’nin nasıl ve neden orda olduğunu bilmiyor. İnsanlar oraya gitmiş ve geri dönen olmamış. Filmin ana karakterleri Bölge’ye gitmeye çalışan üç adam. Biri ‘İz Sürücü’ olarak bilinen rehber ve diğer ikisine yolu gösteriyor. Biri filozof ve yazar, her şeyi analiz etmeye çalışıyor ve sürekli felsefi sohbetlere giriyor. Diğeri ise Profesör, her zaman deneysel düşünüyor. Her şeyin matematiksel ve fiziksel yönlerini arıyor. İz sürücü Bölge’yi ve bir ücret karşılığı insanları oraya götürmeyi seviyor. Bölge’ye tapıyor da denebilir. Adeta ona hizmet ediyor ve bütün ümidi onda. Film, Bölge’ye olan yolculuktaki felsefi sohbetleri ve yolda neler yaşandığını anlatıyor.
Filmden gerçekten keyif aldım çünkü hayattaki birçok gizeme işaret ediyor. Bu üçü, henüz anlaşılamamış olan Bölge’nin peşinde. Bütün sorularınıza cevap verecek ve en çılgın hayallerinizi gerçeğe çevirecek esrarengiz bir yer. Söylenildiğine göre orada gerçek mutluluğu ve huzuru buluyorsunuz. Profesör ve Yazar sürekli neden bölgeye gittikleri hakkında kendilerini sorguluyorlar. İz Sürücü onları, bu yolculuğun yapabilecekleri en iyi şey olduğuna ve oraya varmanın hayatlarındaki en önemli iş olacağına ikna etmeye çalışıyor. Ama Profesör ve Yazar pek de emin değil. Ona ihtiyaç olup olmadığını hatta onun varlığını bile sorguluyorlar. Bunun ağır mesaj taşıyan, cesur bir film olduğunu düşünüyorum
Bu filmi herkesin ilginç ve izlenebilir bulmayacağını söylemek lazım. Film uzun ve yavaş işleyen bir yapıda. Yine de bir yönetmenin kendi yaşadığı zamanın görüntülerini derleyip size sunmasından hoşlanıyorsanız, büyük ihtimalle bu filmi seveceksiniz. Görüntüye, manzaraya ve ana odaklanan bir film. Böylece filmin dünyasını gerçekten özümseyerek kendinizi onun içinde hissediyorsunuz. Ünlü Alman yönetmen Werner Herzog (Fitzcarraldo, Aguirre: The Wrath of God) de bu yöntemi kullanması ile bilinir. Bazen kamera, sadece bir görüntü için olsa da çok fazla odaklanır, diğer zamanlar da sahneler hareket eden tablolar gibi hissettirebilir. Bu filmi beğenmemizin sebebinin de bu sanatçı dokunuşu olduğunu düşünüyorum. Diyaloglar, özel efektler ve her an aksiyonun olduğu klasik reklam filmlerinden farklı bir boyutu var elbette. Bu filmde saydıklarım yok. Stalker’da yönetmen, sizin de bu üçlü ile Bölge’ye olan yolculuğu paylaşıyor gibi hissetmenizi istiyor. Çok yavaş tempolu bir film. En önemli nokta filmde Rusça konuşuluyor ve altyazıları okuyarak kavramak biraz zor. Filmi değerli kılan, karakterlerin ne hakkında konuştukları ve hangi konulara işaret ettikleri. Eylemler ile etki yaratmayı amaçlayan bir film değil. Daha çok sözlerle hedefine ulaşmayı seçiyor.
Filmin çoğu ormanda ve kalıntıların içinde geçiyor. Film, terkedilmiş bir fabrika veya ona benzer bir yerde çekilmiş gibi gözüküyor. Çünkü her şey dağılmış, eski, çürümüş ve kokuşmuş gibi bir halde. Buna rağmen bütün bu çirkinlik bir şekilde mükemmel bir görsel oluşturuyor. Beğendiğim noktalar olan renkler ve zıtlıkları gibi. Gri ve siyah renkler ana karakterlerin donuk, sıkıcı yaşamlarını vurguluyor gibi.
Filmin arkasında ilginç bir hikâye var. Yönetmen Andrei Tarkovski (aynı zamanda Solaris‘in de sahibi) filmin çoğunu çekmişti ama yanlış filmleri kullandığı için bütün görüntüleri yakmak zorunda kaldı. Neredeyse pes edecekti ama devam etme kararı aldı. Gitti ve bütün filmi en baştan çekti! İşin ilginci: birçok oyuncu ve ekip üyesi filmin çekiminden sonra ya hasta oldular ya da öldüler. Sebep? Çünkü gerçekten terkedilmiş bir fabrikada çekiyorlardı ve tehlikeli kimyasallar ekibin kanser olmasına sebep oldu. Yönetmenin kendi de daha sonra kanserden öldü. Suyun içinde garip baloncuklar görmüşlerdi, daha sonra bu baloncukların fabrikadan çıkan kimyasal atıkları sebebi ile oluştuğu sonucuna varıldı.
Bu film gerçekten vurucu ve insanoğlunun inanca ihtiyacı olup olmadığını sorguluyor. İnanç olmadan yaşayabilir misiniz? İnancı kim uydurmuş? İnanç, biri tarafından yazılmış fanteziler bütünü mü? İnanmaya devam mı etmeli yoksa ondan vaz mı geçmeli? Bu acımasız dünyada yaşayabilmek için bazı insanlar ona gereksinim mi duyuyor? Gerçekten ümit veriyor mu? Neden dini liderler diğerlerine yol göstermeyi seçmiş? Söylediğim gibi çok önemli meseleler. Filmi ilginç kılan ise bu meselelere farklı açılardan bakabilmesi. Herkes ne düşündüğünü söylemek için kendi sırasını bekliyor: dindar, filozof ve bilim adamı. Bu filmi izledikten sonra Cube ve Dante 0.1 filmlerinin nereden esin aldığını anladım. Görsel ziyafet sunan, sanatsal ve felsefi bakışı olan filmleri seviyorsanız şiddetle tavsiye edilir.
© Düşünbil® (2017)
Yazar: Francisco Gonzalez
Çeviren: Ömer Murat Urhan
Kaynak: filmconnoisseur.blogspot.