“Arkadaş” kelimesinin anlamı üzerinde bir uzlaşı oluşturmak yeterince zorken, bu unvanı hak ettiğini düşündüğümüz kişilere yönelik beklentilerimizi yönetmek daha da zor. “Size gelen kişiyi arkadaş olarak kabul edip etmeyeceğiniz üzerinde uzunca düşünün,” diyordu Seneca, doğru ve yanlış arkadaşlık üzerine düşünürken. “Ama kabul etmeye karar verdiğinizde, onu tüm kalbiniz ve ruhunuzla baş üstünde tutun.” Seneca’dan 2 bin yıl sonra hala kimi baş üstünde tutmak gerektiğinin ve bunun sınırının ne olduğunun farkındalığına sahip olmak yaşamın bize verdiği görevlerden biri.
Bu konuda az rastlanan bir anlayışa ve zenginliğe sahip bir düşünce de kadınlar için bilimin yolunu aydınlatan Maria Mitchell (1818-1889) tarafından ortaya atıldı.
1885 yılının ilk gününe dair günlüğüne düştüğü bir notta Mitchell daha dengeli ilişkilere sahip olmanın gerekliliğinden ve kişinin duygusal evreninin merkezine tek bir kişiyi koymasının nasıl da akılsızca olduğundan söz ediyor. Bunun yerine, kişinin ilgisi birçok insana paylaştırılmalıdır. Zira farklı insanlar farklı ihtiyaçlarımıza cevap verirler. Kimi entelektüel olarak, kimi mutluluk yönünden, kimi ise kalplerimize sıcak bir yakınlık duygusu üfleyebildiği için. Mitchell bu konuda şöyle yazar:
“O halde arkadaşlık atfettiğimiz, tümüne bir isim verdiğimiz bir camiamız vardır ki muhtemelen bu camianın kendi tekil uğraşısı beraberlik için kullanılabilir. Tüm bu camiadan tek bir arkadaşlık yaratabiliriz. Hepsini severiz ancak hepsinin oluşturduğu birliği daha çok severiz.”
Mitchell bize şunu hatırlatır; bizi çevrelyen arkadaşlarımız kendi karakterimizin inşasında etkilidir. Bu konuda şöyle yazar:
“Arkadaşlığımızın derecesi ne olursa olsun farkında olduğumuzdan daha fazla onların etkisi altındayızdır.
Sevdiklerinin onayını umursamadan hareket eden veya konuşan kim vardır? Başkasının rızası ikinci bir bilinç gibi bir şey değil midir? Sırtımızı suç ortaklarımıza dayarız, bilincin ayaklanmalarını bastıracak kişilerle sararız etrafımızı.”
Ancak Mitchell’e göre bu karşılıklı bağımlılık insan doğasının zayıflığı değil, onun en harika ve en güzel özelliğidir:
“Kim bir sanat eserini değerlendirirken onu yalnızca kendi gözleriyle görür? Kim ders dinlerken yalnızca kendi kulaklarıyla duyar? Sanat eserine bakarken, bilirkişilerin ne tarafa baktığını görebilmek için onlara doğru döneriz. Neye hayranlık duymamız gerektiğini öğrenebilmek için işin kılavuzuna bakarız. Değerlendirmelerimiz bilinçsizce çevremizdekilerden feyz alır. Bu hayıflanacak bir zayıflık değildir. […] Başkalarına bağımlı olarak doğduk, mutluluğumuz başkalarının elinde. Karakterimiz onlar tarafından kalıba dökülür ve rengini de onlardan alır.”
Maria Mitchell’in düşünceleri üzerine düşünürken Aristoteles’in erdem ve arkadaşlık hakkında yazdıklarına da bakmakta fayda var.
Yazar: Maria Popova
Çeviren: Sezgi Alçiçek
Kaynak: Brainpickings
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.