COVID-19 salgınında pek göz önünde değiller belki ama filozofların oynadığı roller önemli.
Okumayı seviyorum. Dolayısıyla, çok kitap satın alıyorum. Üstelik bir çoğuna da sahibim. Sadece onların etrafımda olmasını seviyorum. Kitaplar. Bilgiler. Bakış Açıları. Teoriler.
Ve ardından bir COVID-19 pandemisi etrafımızda.
Şimdi bu konuda okumak için bolca zamanım olduğu söylenebilir. Sorun şu ki, okuduğum her şey sanki çok faydasız, hatta tamamen faydasız. Nedenini bilmiyorum. Sanki korona öncesi ve sonrası bir zaman varmış gibi. Özellikle de Eleştirel Teori, politik analiz, ekonomi, iklim değişikliği ve benzerleri üzerine bir şeyler okuduğumda. Her şey değişmiş. Korona virüs salgını politik, etik ve varoluşsal temel soruları öne çıkarıyor, peki bu zor zamanlarda filozoflar nasıl yardımcı olabilir?
Pandemi hakkında düşünmenin bir yolu, insanlığın bir virüs gibi doğal bir tehditle mücadele etmek üzere bir araya gelmesidir. Çoğumuz bu tür tehditlerle karşı karşıya kaldığımızda paniğe kapılırız: İzolasyon, hastalık ve anksiyete…
Felsefenin teselli olabilir. Ortak bir uğraş olarak felsefe, akademisyenlerin sunduğu hizmetten farklıdır. Bundan çok daha fazlasına sahiptir; “teori ve pratiğin (veya uygulamanın) karşılıklı olduğu bir süreç” olarak orada durur. Felsefe hakkında en sevdiğim şey bu oluş. İşlerin nasıl yürüdüğünü anlamanıza yardımcı olan kullanışlı bir alet çantası belki de. Aslında gerçekten öyle. Benim için felsefe, zihnin içsel teknolojisidir.
Bu yüzden de şu anda neler olup biteni anlamamıza yardımı olabilir. 2020’nin ruh hali COVID-19 salgını. Benim kuşağımın (Milenyum jenerasyonu diye geçiyor) gördüğü en büyük krizlerden birine şahitlik ediyoruz. Bu da bir tecrübe ama bir dizi açıklama ve cevaba ihtiyacımız var. Bir rehberliğe. Bir bakış açısına.
Daha geniş düşünün
Ne yapacağımıza, neyi beklediğimize, nereye gittiğimize dair bana tatmin edici cevap veren hiçbir çağdaş düşünür ya da kuramcı bulamadım. Henüz. Çoğu, COVID-19 salgını için fikirlerini ve düşüncelerini ortaya koyuyor. Açıkça görülüyor ki daha geniş düşünmeliyiz. Yakın zamanlardaki hiçbir kitap, yaşadığım yapısal sorulara cevap vermedi. Bu çok tuhaf, kitaplığımın önünde durup şöyle düşünüyorum: “Öyleyse, bu kitapların artık bir önemi yok mu?” Garip bir his.
Neyse ki bana yardım eden bir grup düşünür var: Felsefi Klasikler. Temel Eserler. Neden bilmiyorum ama böyle.
Thomas Hobbes (Leviathan), J. J. Rousseau (Toplum Sözleşmesi), Aristoteles (Zoon Politikon) zaten bana Paul Mason, Bruno Latour, Ann Petiffor, Mariana Mazzucato veya Kate Raworth’den daha fazla bakış açısı ve cevap verdiler.
Salgın, insan varoluşu hakkında kendimize derin sorunlar sormaya zorluyor, hepimizi. Bu tarz sorular oldukça derindir, daha önce büyük filozoflar tarafından yanıtlandılar. Bu büyükler, bu gün ve böyle zamanlarda çok işe yarıyor.
Korona aslında bizlere kendimiz hakkında çok şey öğretiyor. Doğru olan nedir, yanlış olan nedir? Toplumdan, siyasetçilerimizden, liderlerimizden ne bekleyebiliriz ve onlar için neler yapabiliriz? Zor sorular, cevapları da zor. Ölümcül bir hastalıkla savaşmak ekonomik sınırlar çekmek midir sadece? Kriz vurduğunda “Kimi hayatta tutabiliriz?” gibi etik sorular yok mu?
Yerinde kal, #EvdeKal
Antik Yunan bilgesi ve siyaset biliminin kurucu babası olarak kabul edilen Aristoteles gibi birisinin çok faydalı olduğu zamanlar bunlar. İnsan ırkı “sosyo–politik hayvanlardır” der.(Aristot. Pol. 1.1253a) Aristoteles, insanlığın ayırt ediciliğini “politik hayvan” tanımıyla belirledi. (zoon politikon). Neredeyse 2400 yıl önce (!) bu terimi ortaya koyduğundan beri teorisyenler, bu çağrışımsal terimi mihenk taşı olarak kullandılar.
Toplum, bireylerin sadece bir araya gelmesinden çok daha fazlasıdır. Bu, şehirlerin bir parçası olarak sosyal temasa, toplumsal faydaya ve topluluklara ihtiyaç duyan hayvanlar olduğumuz anlamına gelir. Bu yüzden de izolasyon bize çok ağır gelir. Toplumdan kasıtlı olarak kopmak demek olan hapis, birisi için oldukça ağır bir cezadır. Ait olamamak. Bir parçası olamamak. Zor. Bu yüzden de birçok insan #EvdeKal’ı bu kadar zor buluyor.
Evde kalmaktan nefret eden filozoflar, Stoacılardı. “Stoacılık” adı, Stoa Poikile başka bir deyişle “resimli varenda” dan türemiştir. Bu, Atina’daki Agora’nın kuzey tarafında efsanevi ve tarihi savaş sahneleri ile süslenmiş bir sıra resimli sütunlardı. Stoacılığın kurucusu Zenon ve taraftarları, fikir tartışmaları için bu güzel sütunların altında buluşurlardı. Stoacılık, hem günlük yaşama hem de zor zamanlara etik bir yapı iskelesi sağlamak adına yararlı ve derin bir felsefi çerçevedir.
Stoacıların dünyaya yaklaşımları nasıldı? Her anı geldiği gibi kabul et. Haz arzusunun ve acı çekme korkusunun o anı kontrol etmesine izin verme. Dünyayı anlamak için aklını kullan. Kendin için düşün. Birlikte üret. Başkalarına dürüst ve adil davran. Stoacılar zor zamanları hoş karşılar. Şu anda içinde bulunduğumuza benzer koşul ve durumlar için eğitildiler. Stoacılar akılcı düşünmeye, sağlam bilgilere dayalı davranmaya, aceleyle davranmak ya da panik ve endişe içinde olmak yerine durumu tam anlamıyla düşünmeye önem verdiler. Bu günlerde ve #yalanhaber çağında oldukça kullanışlı bir özellik. Modern bir savunma mekanizması olarak antik stoacılık, neden olmasın?
Canavarlar ve İnsanlar
Burada, Belçika’da, insanlar #EvdeKalmayı çok zor bulmaya başladılar. Doğal olarak insanların isyan etmesine sebep oluyor. Bu da herkesin birbiriyle düşmanlaşmasına zemin hazırlıyor: caddelerde, online olarak, ve medyada. Fikir savaşları her yerde. Söyleyin; herkesin herkese karşı ortak savaşı üzerinde İngiliz filozof Thomas Hobbes çok şey söyler, zaten bu yönüyle tanınır.
En ünlü eseri Leviathan’da Hobbes, meşru hükümetlerin ve devletlerin kuruluşuna dair doktrinini ortaya koyarak nesnel bir ahlak bilimi yaratır. Kitabın çoğu, ihtilaf ve iç savaşın kötülüğünden kaçınmak için güçlü bir merkezi otoritenin gerekliliğini göstermekle dolu. Hobbes, politik karmaşa ve krizlerin olduğu dönemde yaşadı. Dünya, gözlerinin önünde değişiyordu.
Hobbes, belki de herkesin aklından geçen bir soruyu sorar kendine: Eğer devlet olmasaydı hayat nasıl bir şey olurdu? Hobbes buna “doğa hali” (state of nature) diyordu. Her insanın dünyadaki her şeye hakkı vardır. Bu hak, topyekûn bir savaşa da yol açabilir. Herkesin herkese karşı olduğu bir savaş. Garip. Kontrolsüz bir çatışmaya kayma eğilimindeyiz. Ancak bize verilen bir amaç duygusu var: Aidiyet duygusu, bunu yaratan bir topluluk. Artık günlük hayatımızın en önemli yönü de bu. Bu aidiyet hissi. Devam eden COVID-19 salgını, kişisel özgürlüğümüz ve toplumsal tercihimiz arasındaki pazarlığı ortaya çıkarıyor.
Bu savaşın anlamsızlığı, bir değiş tokuş ve çoğunlukla uzlaşma arayan demokratik zorunluluklar tarafından gizleniyor. Belçika, diplomatik anlaşma yapma ustalığıyla tanınır. Görüş birliği arayan demokratik zorunluluk da ancak baskı altında temin edilebilir. Yani halk, saygı uyandıran, yapıcı kanun koyucular talep ediyor, artık kendi fikir ve ideallerini sürdürme uğruna birbiriyle devamlı atışan politikacılar görmek istemiyorlar. Bu gerçekten de tehlikeli olabilir. En saldırganları en güçlüsü olabiliyor. Öyleyse otokratik güç (canavar) her an pusuda.
İktidar ve Topluluk
Korona virüs, iktidarın doğasını ortaya çıkardı. Devlete iktidarlığı biz veriyoruz. Bu hakkı, bizim gelişimimiz doğrultusunda kullanmak onların ahlaki ve siyasi görevidir. Bu aynı zamanda iktidar sorununu da beraberinde getiriyor ki mevcut kriz birçok acı siyasi gerçekleri ortaya çıkardı. Güçlü ulusal bir devlet gerçekten önemli ve kendinizi hangisinin şemsiyesi altında bulundurduğunuz fark yaratacak. Hastalığın etkisi, tekel hükümetlerce alınan kararlarla büyük ölçüde şekillenir. Halk sağlığı, sosyal güvenlik sistemi ve oldukça dürüst bir medyaya sahip olan bir ülke olan Belçika’da yaşamaktan çok memnunum.
Batı Avrupa ülkelerinin birçoğunda bireysel haklar önemli ama kamu normlarından daha önemli değil. Kamusallık bence iyi bir şey. Bu, toplumda nasıl birlikte yaşarız ve sahip olduğumuz etik idealler üzerinde sorumlu olmaktır. Kanadalı filozof Charles Taylor ve Amerikalı filozof Michael Sandel bu konuda çok güzel şeyler yazdılar.
Felsefe, Umut
Hepimiz, toplumsal yaşamdan yoksun kaldık. Ancak umut var. Her akşam saat sekizde Belçika’daki insanlar evlerinden, ulusal sağlık sistemini, sağlık sektöründeki tüm görevlileri, destek olan herkesi, her gün alkışlıyorlar. Hemşireleri, doktorları ve diğer personeli desteklemek için balkonlarımıza beyaz çarşaflar asıyoruz.
Bunlar toplumun birlik temelleridir. Evet, bugün, bizim ahlaki ve kamusal görevimiz. Ve bu ahlaki kısıtlar içinde felsefe ya da düşünce okulları size rehber olacaktır.
Zor zamanlarımızı geçirmemize yardım edecek birçok düşünce okulu var. Felsefe bize yol gösterebilir. Bize yardım edebilir. Bir şeylere cevap olabilir. Devlet, kişisel tercih, özgürlük, kaygı, veri, iktidar veya izolasyon hakkındaki sorularınıza eminim her zaman cevap veren filozofunuz olacak, sizi onu bulacaksınız.
©® Düşünbil (2020)
Yazar: Jurgen Masure
Çeviren: Şeyma Gül
Çeviri Editörü: Elif Arslan
Kaynak: medium.com