Walter Benjamin ve Bertolt Brecht arasındaki arkadaşlık, “dostça bir ittifak”tı.
Walter Benjamin ve Bertolt Brecht’in ilk görüşmeleri aslında pek de iyi gitmedi. Bu olay Berlin’de 1924 Kasım’ında, Letonyalı aktrist ve tiyatro yönetmeni Asja Lacis’in evinde gerçekleşti. Lacis’in hatıratlarında anımsattığı üzere, “Sohbet, hiçbir şekilde ilerlemedi ve tanışıklık etkisini kaybetti. Kafam karışmıştı. Brecht gibi entelektüel birinin entelektüel merakı ve geniş ilgi alanları olan Walter’la ortak bir ilgi alanı bulamaması mümkün müydü?“
Benjamin, o sıralar 32 yaşındaydı. Bir üniversitede daimi kadro edinemiyordu fakat Almanya’nın en seçkin kültür eleştirmenlerinden biri olarak yükseliyordu. Yazıları, sanattan çocuk edebiyatına, gurmelikten filmlere, kumara, grafolojiye, Marksizm’e, fotoğrafa ve oyuncaklara kadar geniş yelpazeli bir palet sunuyordu. Tarih kavramı, kitle iletişim araçları ve 19.yy Paris’i hakkında makaleler yazdı. Radyo programları, Baudelaire ve Proust’dan tercümeler yaptı. Kendisine yol gösteren bir felsefe yoktu. Yine de, belirli geleneklerin (Alman idealizmi, Romantizm ve Yahudi mistisizmi gibi) etkisi açıktı.
Brecht, Benjamin’den 6 yaş küçüktü. Tanıştıkları günlerde, kendisini, özellikle seksüalite temalı Baal (1923’de ilk kez gösterildi) gibi ilk çalışmaları, lirik gücü ve ahlaki ihtilafları birleştiren yetenekli bir şair ve oyun yazarı olarak tanıtıyordu. Brecht’in oyunları, melodramın estetik eğilimlerinden ayrılarak “epik tiyatro” adı verilen bir tarz geliştirdi. Seyircilerin izledikleri (sahnedeki, gözlerinin önündeki) karakterlerle duygusal olarak özdeşleşmemelerinin, bunun yerine, sahnedeki eyleme karşı eleştirel bir yaklaşım geliştirmelerinin daha uygun olduğunu savundu.
Bu görsel bir strateji değildi. Bu, Brecht’in Marksizm’e bağlılığından kaynaklanıyordu. Eğer, seyirciler kahramanların duygusal ıstıraplarıyla özdeşleşirlerse, (Hamlet veya Lear’da olduğu gibi) o zaman, insan doğasının değişmez olmadığına fakat değişken tarihsel şartların bir ürünü olduğuna ilişkin Marksist görüş sarsılırdı.
Benjamin ve Brecht arasındaki arkadaşlık, nihayetinde 1929 Mayıs’ında filizlendi. Onları bir araya getiren şey, Erdmut -Wizisla’nın müşfik (bir o kadar da etkili) kitabında yazdığı gibi, sadece estetik ve politik meraklarının örtüşmesi ya da Krise und Kritik (Kriz ve Eleştiri) gibi başarısızlığa uğramış projelerdeki işbirlikleri değildi; bu, hepsinden önemlisi, karşılıklı sempatilerini geliştiren sürgün deneyimiydi. 1933’de, nasyonel sosyalizmin yükselişiyle birlikte, binlerce entelektüel ve yazar Almanya’yı terk etti. Avrupa boyunca dağılan bu kitle, Tötonik düzen ve arınma adına parçalanan kültür gemisinin kıyıya vuran insan enkazlarıydı.
Brecht, bunun Nazizmin ve onun “birçoğumuzun, bütün derinliği ve ezici ağırlığıyla (ortaya çıkan) şeytaniliğine karşı tedbir almamızı engelleyen kadrosunun yaşattığı, “tam anlamıyla kepaze ve korkunç karakteri” olduğunu itiraf etti. Şubat 1933’de Danimarka’ya gitmek üzere yola çıktı. Benjamin bir yıl önce Ibiza’ya gitmişti; daha önce de Nice ve Paris’de zaman geçirmişti. Daha sonra, 1934, 1936 ve 1938 yazlarında uzun sürelerle Skovsbostrand’daki evde Brecht’e katıldı. Orada, ikili bahçede çalıştılar, radyo dinlediler, gazete okudular, yazdılar ve birbirlerinin çalışmalarına yorum yaptılar. Svendborg’daki kasabaya küçük geziler yaptılar ve en önemlisi, satranç oynadılar. Benjamin ve Brecht’in beraber çekilmiş fotoğraflarının dörtte üçünde satranç oynuyor olmaları tesadüf değildir. Bu oyun, dostça bir rekabeti ateşliyor ve ikilinin çelişen kişiliklerini ortaya çıkarıyordu: Brecht’in değişken özgüveni, Benjamin’in sebatle odaklanan, sessizliğine karşı (çoğunlukla Brecht kazanıyordu).
Brecht ve Benjamin’in direktörünün Berlin’de arşivlediği gibi, Wizisla, bu hikayeyi anlatmak için mektupları, günlük yazılarını, müsveddeleri, notları, çizimleri en iyi şekilde düzenleyecek kişidir. Şimdi ve sonra, kitap arşivsel bir envanter gibi okunur ve Wizisla’nın tekil anlatımı, Benjamin ve Brecht yazıları hakkında önceden bilgi sahibi olmayan okuyucular için hayal kırıklığı yaratabilir. Bununla birlikte, kitap, birbirlerinin çalışmaları üzerinde nasıl bir eleştirel duruş sergilediklerini gösteriyor. Örneğin, Brecht’in Days of the Commune (Komün Günleri 1948-49)’ü Paris Komününün 1871’de yükselişi ve çöküşü hakkında bir oyundur; yazarın, Benjamin ile Baron Haussmann’ın 1850’lerdeki Paris’in yenilenmesine ilişkin tartışmalarına dair kanıtlar içerir ki aynı dönemde, Benjamin’in Arcades Projesi, yazar ve metropol arasındaki ilişki üzerine bitirilmemiş, kaba taslak bir yazıydı ve Brecht’in “ Bir Okuyucudan Şehirde yaşayanlara 10 şiir” (1926-27) adlı eserinin ilk sayfasına eklenmişti. Wizisla, entelektüel projelerin kökeni ve gelişimiyle nihai cevaplara olduğundan –kenar boşluklarındaki hesaplamalar– daha ilgilidir.
Brecht’in Benjamin’in sınırsız sevgisinden yararlandığına veya bir şekilde düşüncelerini etkilediğine ilişkin yaygın bir varsayım var. Örneğin, Benjamin’in arkadaşları, Brecht’e temkinle yaklaşıyorlardı. Gretel Karplus, “Müthiş çekinecelerini” dile getirirken, Theodor Adorno, yazarın “Brecht’in etkisi altında aptalca şeyler ” yapmasından hayıflanıyordu. Fransız tarihçi Marc Bloch, “Benjamin’in İskendervari dehası ve Brecht’in yontulmamış yeteneği arasındaki ahengi “haddinden fazla tuhaf” olarak tanımlamıştı. Gazeteci Günther Anders, bir dönem Hannah Arendt ile evlenmiş; “stil ve sosyal altyapı” arasındaki büyük farklılıklara dikkat çekmişti. 1915’den beri Benjamin’in arkadaşı olan düşünür ve tarihçi Gershom Scholem, Brecht’i Musevi geleneğinden uzaklaştırıp Marksizm’e yöneltmekle suçlamıştı.
Wizisla’nın kitabı, bu kuruntunun beyhude olduğunu gösteren bir karşılamadır. Brecht’in şiirinin Benjamin’i büyülediği açıktır. Brecht’le buluşmayı isteyen de, onun çalışmalarına bıkmadan usanmadan dikkat çeken de, yazılarını etkili bir edebiyat menajeri gibi gazetelere gönderen de Benjamin’dir. Wizisla, Benjamin’in “sıradan” tarzından farklı olarak– başka bir deyişle, kendi yazıları temadan ya da ölçü ve kafiye düzeninden yoksundu –Benjamin, “Brecht’in yöneldiği politik niyet ve yaratıcı sunum arasındaki bağlantıda orijinal bir şey” görmüştü.
Fakat Brecht, Benjamin’le karşılaştı, Arendt’in tariflediği üzere “zamanın en önemli eleştirmeni”: çabalarını destekleyen ve sürgünler arasında, mektupların çökmüş cumhuriyetinde, onun özgünlüğünü fark eden biri. Brecht’i şiirinin politik, faşizm karşıtı özünü güçlendirmesi için ilk cesaretlendiren kişi Benjamin’di. Kendisi, aynı zamanda, Brecht’in taslaklarının değerli bir okuyucusu ve onun şair ve oyun yazarı olarak gelişiminde hayati bir rol oynayan bir bilgi ve fikir kaynağı, bir nevi mihenk taşıydı.
Wizisla, “Dostça bir ittifak”a dayalı bir arkadaşlık– özel şakalar, paylaşılan sırlar, benzer tutkular– tarif ediyor. Bu tür bir ahenk, 1930’ların Avrupası’ndaki bilgi yitimi ve karmaşa döneminde daha da parlıyordu. Wizisla, Benjamin ve Brecht’in “süreç içinde semptomatik inanç yitimi”ni belirli estetik biçimlerle birleştirme noktasında sivriliyor (büyük bir başarıya imza atıyor). Fasılaların, alıntıların, şok, deneyim ve kurguların kullanımı Avrupa siyasetlerinin giderek bozulan doğasını yansıtıyor.
Eylül 1940’da Benjamin, Portekiz üzerinden Amerika’ya kaçmayı planladı. Görüldüğü üzere, Nazi işgali altındaki Avrupa’da yaşam dayanılmazdı. Sınırdaki yetkililerin o ve beraberindekilerin İspanya’ya geçişine izin vermemesi üzerine, Pirene adında küçük bir kasabada intihar etti. Fakirdi – bağımsız yazarlık iyi para getirmiyordu– ve depresyona meyilli biri olarak, daha önce de intihar girişiminde bulunmuştu. 1933’de III. Reich’ın kurulmasıyla sonsuz gezginlikle lanetlenmişti; artık bir göçmen değildi, bir mülteciydi. Goebbels’in “beklemekte olan cesetler” diye adlandırdığı sürgünlerden biri olmuştu.
Gömüldüğü yerdeki anıtın üzerindeki “Tarih kavramı üzerine” makalesinden alınan yazı, der ki: “İsimsizlerin anısını onurlandırmak, ünlülerin hatırasını onurlandırmaktan daha zahmetlidir.” Anıt, Akdeniz’e tepeden bakan küçük bir körfezin üzerinde, bugünün Orta Doğulu göçmen ve mültecilerinin zalimlikle imtihan olunup, isimsiz ölüler olarak yattıkları aynı yerde bulunur. Benjamin’in intiharına dair haberler Brecht’e 1941 yazına kadar ulaşmamıştır:
Dediler ki; elini kaldırmışsın;
kendine
Kasaptan önce davranarak
Sekiz yıllık sürgünden sonra, izleyerek,
Düşmanın yükselişini
Sonra, nihayetinde,
Geçilmez bir sınırın karşısında,
Sen geçtin ve onlar dedi ki, geçirilebilir biri.
İmparatorluklar çöker. Çete liderleri
Devlet adamları gibi caka satarak dolaşıyor
İnsanlar
Daha fazla görünmüyorlar
Bu silahlar altında
Öyle ki, gelecek karanlığa gömülmüş ve
Gerçeğin güçleri
Zayıflar. Bütün bunlar sana göre açıktı
İşkence edilebilir bir bedeni yok ettiğinde.
Şiirsel övgü, Bertolt Brecht’in etraflarındaki dünya çökerken, artık yanında olmayan, bir keresinde “armut ağacının gölgesindeki satranç masasında oturan” arkadaşını onurlandırmak için bildiği tek yoldu.
Benjamin and Brecht: Arkadaşlığın Hikayesi (The Story of a Friendship) Erdmut Wizisla, Verso.
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Kaynak: Newstatesman