Martin Heidegger, felsefeye yeni bir insanlık tanımı kazandırdı. Artık insanlık, mesela Kartezyen düşüncede olduğu gibi fiziksel dünyadan ayrık, zihin açısından tanımlanmak yerine dünya-içinde-varlık olarak tanımlanmıştır. Heidegger, “varlık”ı insanlığın özü olarak tarif etti ve “Dasein” terimini (Almancada “orada varlık” anlamındadır.) varoluşumuzu tasvir etmek için kullandı.
İnsanlığın özü olan varlık fikrini algılamak zor değil. Çünkü bu, herhangi bir zaman ve mekânda var olan fiziksel objede olduğu gibi maddeselliğimizde değil, belli bir tür varoluş deneyiminde insan varoluşunun özünün bulunabileceğini fark etmektir. Böylece Heidegger, insanlıktan Dasein ya da orada-varlık olarak bahsederken insanın belli bir zaman ve mekândaki fiziksel konumundan değil –ki bu, insanlığın öz doğasını tartışırken alakasız bir meseledir–, insanın varoluş deneyiminden bahseder. “Varlık” terimini açıklığa kavuşturmak adına herhangi bir verili zaman birimindeki deneyimlerin toplamının varlık olduğu söylenebilir.
“Âşık olmak” bu durumun nasıl çalıştığını anlamak adına harika bir sezgisel örnektir. Çünkü bu terim, zamandaki ve mekândaki varlığımıza değil, spesifik bir varlık durumuna atıfta bulunur ki bu aşktır. Yani “âşık olmak”, bir varoluş tarzı olarak aşkta olmayı tasvir eder ki bu tarz, tüm aşk deneyimlerinin o deneyimin yaşandığı süreçteki toplamıdır.
Dasein olarak bahsedilebilecek her farkındalığa sahip varlık, kendi zamansal varoluşunun farkına varır. Er ya da geç fâni olduğunu yani zamanının kısıtlı olduğunu idrak eder. Bu idrak ile birlikte Heidegger’in “ölüme-doğru-varlık” olarak bahsettiği deneyim gelir ki bu deneyim kaygı hâlinde gerçekleşir. Kaygı, Dasein’ı kendi sonuna ve ölümün “hiçlik”ine (not: hiç-lik) itiyor gibi görünen zamanı ortaya çıkarır. Bu zaman ve ölüm anlayışı bir kez gerçekleştiğinde kişi yani Dasein, Heidegger’in (belki de ne yazık ki) “otantik” bir varlık durumu olarak adlandırdığı şeyde var olur. Ancak bu “otantik” varlık durumunun bir sonu vardır çünkü kişi yavaş yavaş bir “kamusal kendilik” içine sığınarak ondan kaçar. Bu kendilik, işe gider; yemek yapar; çitleri güder vs. Otantiklikten ve otantik kendilikten bu tarz bir kaçış, Heidegger tarafından “otantik olmayan” olarak adlandırılır.
Şimdi bu fikirleri sanatlara uyarlayalım.
Dasein ve Müzik
Heidegger’in “otantik olmayan” fikri, müziğin yeni bir yorumunu ortaya çıkarıyor. Müziğin özüne ilişkin herhangi bir araştırma onun zamansallığını ortaya çıkaracaktır çünkü müziğin en temelinde ritim vardır ki bu temel olarak zamanın ses kullanarak bölünmesidir. Yani müzik, özü itibariyle geçicidir. “Müziği neden takdir ederiz?” sorusunu ele almak için kişinin otantik olmayan kendiliğe kadar bakması yeterlidir. Bu tür bir faaliyet, kişiye zamanla belli bir uyum yakaladığına dair yanlış bir izlenim vermez mi? Ritmin tekdüzeliği, aksi takdirde ölümle yüz yüze yaşamak zorunda olan Dasein için zamanı daha az rahatsız edici kılmaz mı? Hatta ritmin zaman üzerinde yanlış bir kontrol duygusu uyandırdığını söyleyecek kadar ileri gitmek mümkün. Zaman üzerinde kontrol ya da onunla uyum yanılsaması yaratan müzik, kaçınılmaz olan ölüm fikrini yumuşatır. Ne de olsa Dasein’ı ölüme ulaştıran fenomen, zamanın kendisidir. Basitçe söylemek gerekirse müzik gibi zamanı daha az tehdit edici sunan herhangi bir fikir, zamandan ve dolayısıyla kaygıdan ve hiç-likten kaçış yanılsamasını sağlar. Eğer Dasein, zamanın etkilerinden kaçabiliyorsa bir biçimde ölümden de kurtulur!
Bu fikri anlamak için yalnızca müziği duymak ve hatta müzik dinleme deneyimini zihinsel olarak yansıtmak (hayal etmek) yeterlidir. Ritmin sağladığı, bilinçli olmayan belli bir yatıştırıcı nitelik vardır. Zamanın ses ile eşit bölündüğü bu ritim, zamanı tehditkâr olmayan bir biçimde sunar ve sıkça uğraşılan otantiklikten kaçışı Dasein’a verir.
Bunun insanın müziğe duyduğu hayranlıkla ilgili son söz olduğunu kesinlikle söylememekle birlikte bu fikri insanın doğuştan gelen müzik sevgisinin ilkel bir sebebi olarak sunuyorum. Dolayısıyla Heideggerci düşünce, insanın müzik deneyimine olan ilgisinin anahtarını elinde tutabilir.
Dasein ve Şiir
İnsanın şiir sevgisi de temelde aynı şekilde açıklanabilir. Öncelikle çoğu şiirsel üslubun ritmi, bu sefer kelimelerin ve hecelerin kullanımı yoluyla yine bir zaman bölünmesine neden olur. Bu yüzden ritmik şiir, müzikte olduğu gibi otantik olmayanlığa yeniden kolay bir düşüşü (ya da salıvermeyi) Dasein’a sunan zamansal bir varlıktır. Julian Jaynes gibi bazı psikologlar, kimi şiirlerin ritmik doğasının beyin üzerinde yatıştırıcı bir etkisi olduğuna da inanıyor. Jaynes, İki Odalı Zihnin Ayrışımında Bilincin Kökeni (1976) adlı çalışmasında, “şiirde veznin işlevi, beynin elektriksel dürtülerini harekete geçirmek ve özellikle de hem söyleyenin hem dinleyenin normal duygusal kısıtlamalarını gevşetmektir” der.
İkinci olarak şiirin hisli doğası, Dasein’a kaygıdan duygusal bir kaçış sunar. Bu, birçok şekilde gerçekleşir. Örneğin nostaljik hatırlama, kişinin deneyimini kendi varlığındaki hoş bir şekilde otantik olmayan bir noktaya geri götürebilir. Daha yaygın olarak Dasein, örneğin sevmek, korkmak veya şehvet duymak gibi çeşitli diğer varoluş biçimlerine duygusal olarak manipüle edilebilir. Bunlar yine Dasein’ın kaygıdan uzaklaşmasına rehberlik eder ve hoş bir otantik olmayanlığa sebep olur.
Dasein ve Görsel Sanatlar
Resim gibi görsel sanatlar, hiçbir biçimde zamansal değildir ancak yine de hisleri harekete geçirirler. Bu nedenle zaman zaman görsel sanatlar, duyguların manipüle edilmesi yoluyla Dasein’ı kaygıdan uzaklaştırabilir. Görsel sanatın yaratımı ve takdiri, otantik olmayan varlığa başka şekillerde de yol açabilir. Bu fikri anlamak için eleştirilen sanat eserinin teknik noktalarını hararetli bir biçimde tartışan yerel bir sanat galerisindeki veya yerel müzedeki müdavimleri gözlemlemek yeterlidir. Heidegger’in kendisi bu tür davranışlardan Varlık ve Zaman (1962)’da bahseder: renk, ışık, gölge vb. kullanımıyla ilgili tartışmaları, birinin ötekinin gözünde kendini kanıtlamaya çalışması olarak değerlendirir. Bu davranış, otantik olmayanlığın özüdür ve bir kez daha Dasein, otantik olmayan bir varlık durumuna dalmak için sanatları kullanır. Ancak görsel sanatlar da insanın can sıkıntısını erteleyebilir. Heidegger’e göre düşünceli olmanın bu uyarımı, kaygıya ve dolayısıyla otantik varlığa yol açabilir.
©® Düşünbil (2022)
Yazar: Reneh Karamians
Çeviren: Şimal Bahat
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: philosophynow.org