İki disiplin arasındaki savaşın son kazazedesi Kant mı? Medical News Today’de yayımlanan “Psikoloji’ye karşı felsefe: Güzellik, düşünce gerektirir” adlı makalede şöyle diyor: “18. yüzyılda filozof Immanuel Kant güzellik üzerine bazı teoriler ortaya koydu – kendisi hala bu konuda en önde gelen kişi olarak kabul ediliyor. Güzelliğin düşünce gerektirdiğini ama duyusal tatminin asla güzel olamayacağını söyledi. Görünüşte bunlara bilimsel olarak yaklaşmak zor olsa da, Current Biology’de yayımlanan bir çalışma bunları teste tabi tuttu.”
Konunun bir çatışmayla ifade edildiği düşünülürse ona bir cevap verilmesi de normal gözüküyor. Her türlü bilimsel iddianın oldukça yayıldığı (ki bu dikkatin çoğu yapıcı değildir) ve beşeri bilimlerin sürekli saldırı altında olduğu bir kültürde, beşeri bilimler göz ardı edildiğinde ne olacağının örneği görülmeye değer.
Psikoloji ve felsefe arasındaki ilişkinin tarihi aydınlatıcıdır; ancak oldukça çekişmelidir de. Nedeni ise bir bakıma apaçıktır: Psikoloji, fizik ve kimyanın aksine, doğa ve kültür arasındaki kavramsal çizgiyi nasıl çizdiğiyle ilgili yüzleşmelerden kaçamaz. (Bu çizgi, bugün “doğal” ve “normatif” olarak soruşturulmaktadır.) Bu kavramsal çizgi temel bir felsefi kaygıdır, özellikle Kant’tan itibaren. Fen bilimleri Charles Taylor’ın deyimiyle “bağımsız nesnelerle” uğraşırken, psikoloji insansal anlamla ilgili sorunları görmezden gelemez. (Sartre’nin Sketch of a Theory of the Emotions’ı bunu oldukça etkili bir şekilde ortaya koyar.) Fiziksel nesnelerle ilgilenen deneyler genellikle asıl fenomeni dışlar ve bu fenomeni makul hale getirecek açıklamalar getirir; çünkü burada araştırılan nesneler kendi insani anlamlarından ve değer biçmelerinden bağımsız görülebilir. Araştırılan nesne insansal anlamlardan ayrılamadığında, “güzellik” konusunda olduğu gibi, diğer pek çok sorun ortaya çıkar. Güzellik konusunda bu çok önemlidir ve sonrasında kavramın anlamına yönelik pür dikkat de araştırmanın bir parçası olur.
Bazen güzelliği geniş anlamlarda kullanabiliriz, nesnelere yönelik belirli zevkler için kullanmak gibi; ama eğer bilimsel araştırmanın amacı dünyayı anlamlandırmamız için kritik noktalara ulaşabilmekse doğru ayrımları yapmak önemlidir.
Kabaca söylemek gerekirse güzellik, bakır ve ya beyin gibi izole ederek gözlemleyebileceğimiz bir “şey” değildir. Güzelliğin bütün amacı ve aynı zamanda Kant’ın felsefesinde çok önemli hale gelmesinin sebebi sübjektifin ve objektifin ne olduğuyla ilgili sorular sormasıdır. Bilim insanları genellikle kesinlikleri nedeniyle övgü alırlar; ancak güzellik kavramının makale boyunca nasıl kullanıldığını göz önünde bulundurun (ve deneydeki araştırmacılar tarafından da). Kant, “duygusal tatminin asla güzel olamayacağını iddia etti; ancak araştırmaya katılanların yüzde 30’u şeker yerken ya da yumuşak bir oyuncak ayıya dokunurken güzelliği tecrübe ettiklerini söylediler”. Kant ve oyuncak ayının birlikteliği sevecen olsa da burada oldukça yanlış bir şeyler var. Kant’ın Yargı Yetisinin Eleştirisi’nin titiz bir okuması yapılmak zorunda olmasa da Kant’ın iddiasının bu şekilde ölçülmesi oldukça yanlıştır. Kant’ı bir tarafa bırakalım, insanların “güzellik” terimini iyi görünen, iyi tadan, iyi hissettiren herhangi bir şey hakkında kullanıyor olmaları, “güzel” kelimesinin keyfi duyusal zevki isimlendirmek için kullanılmaması için yeterince iyi bir neden değil. Aklımıza İngiliz Komedyen Harry Enfield’ın oldukça sınıfçı kısa hikayesindeki Slobs çifti gelebilir – iyi zevkin tanımı onlara sorulduğunda ‘Pizza’ diye cevaplamışlardır. Bazen güzelliği geniş anlamlarda kullanabiliriz, nesnelere yönelik belirli zevkler için kullanmak gibi; ama eğer bilimsel araştırmanın amacı dünyayı anlamlandırmamız için kritik noktalara ulaşabilmekse doğru ayrımları yapmak önemlidir.
Kant “kabul edilebilir” ve “güzel” olarak adlandırdıkları arasında ayrım yapar ve söylediklerinin öneminin büyük kısmı bundan kaynaklanıyor. (Ayrıca haz nesnesini sahiplenmekle ilgilenen ve ilgilenmeyen hazları da ayırır. Bunlardan sadece ilgilenmeyende güzellik vardır.) Kant, sizin bir şarabı sevmenizin ve benim sevmememin mümkün olduğunu, bunun da şarabın sadece “kabul edilebilir” olduğu anlamına geldiğini iddia eder. Buna karşın, bir şeyin “güzel” olduğu iddiası, öteki insanların da kişisel tercihlerinin ötesinde bir değer biçme yeterliğini gerektirir. Daha basit olarak, Beethoven’in The Backstreet Boys’tan daha iyi bir müzik ürettiği iddiasının bir çeşit objektifliğe sahip olduğunu göstermek istiyor. Burada “güzellik” kelimesi belirleyici değil, yargının çeşitleri arasında ayrımlar belirleyici.
Makalede yer verilen ilk deneyde, insanların bazı resimlere bakıp onları güzelliklerine göre sıralanmaları istendikten sonra, onlara sayıları da içeren başka bir görevi tamamlarken tekrar sıralama yapmaları istendiğinde aynı resimlere verdikleri puanlar düştüğünden, “güzelliğin düşünmeyi gerektirdiği” güya doğrulanıyor. Eğer aynı deneyi seks yapan insanlara yapsalardı, başka bir görevle bölündükleri seksin puanı bölünmeden yaptıkları seksin puanından çok daha düşük olurdu. Güzellik konusunda “düşünme”nin rolü önemlidir; ama onu ortaya koymanın yolu bu değildir. Yargı Yetisinin Eleştirisi’nde Kant, bir şeyin estetik değeri hakkındaki yargılara evrensel onay kazandırma hedefi, aralarındaki ampirik farklılıklara rağmen, bütün rasyonel varlıkların paylaşıyor olabileceği şeyler hakkında metafizik bir şeyleri ortaya çıkarabilir, tartışmasını ortaya koymak istiyor. Bu kadar katı bir sonucu sorgulamak için nedenler mevcut; ama Kant’ın buradaki hedefi de önemli. Estetik probleminin gündelik tartışmasındaki beylik laflara karşı onun bu söyledikleri sayesinde kafalarda soru işaretleri oluşmuştu.
“Güzelliğin göreceli olması”, Beethoven’ın The Back Street Boys’dan daha iyi olmasının zar zor “sübjektif” bir tercih olması ve benzeri fikirler, bazen kendini sadece bilimin “objektif” olduğu fikrine bağlılığıyla gösteren büyük bir akım kadar apaçık değiller. Eğer durum gerçekten böyle olsaydı yani bütün estetik kaygı sübjektif olsaydı, neden tartışmalarda bu kadar hararetlenelim? Örneğin, memleketimizin yeni mimarisi ya da neden en sevdiğimiz müzik türünün değeri bizim için önemli? Bu olanlar ortak alanlarda oluyor ve yine bu alanları ilgilendiren ayrımlar bize sübjektif olmayan şekilde önemli geliyor, sadece birey ile ilgili olmuyor. Normalde bir oyuncak ayının iyi hissettirmediğini söyleyen biriyle iyi hissettirdiğini tartışırken aşırı heyecanlanmazsınız; çünkü buna değmeyecektir. Ama insanlara Beethoven’ın dünyayı tecrübe etme şekillerini katlanarak değiştireceğini ve bunu The Backstreet Boys’un yapamayacağını söylerken gayet de heyecanlanacaksınızdır. Bu ikinci durumda değer biçmelerimizi haklı çıkarmak için nedenler veririz. Nedenler, ortak sosyal alanlarda şekillenmiştir ve bu da bir tür objektifliği mümkün kılar – kültürün bu konuda önemli olduğunu düşünüyorsak bu tür sosyal alanlar zorunludur. Bir bakıma nedenler vermenin doğa bilimlerinin işi olduğu iddia edilebilir; ama estetik değerlendirmeler hakkındaki nedenler “bağımsız nesnelerden” kaynaklanan kanıtlarla verilemez, çünkü estetik için nesnenin özneyle ilişkisi temeldir.
“Güzelliğin göreceli olması”, Beethoven’ın The Back Street Boys’dan daha iyi olmasının zar zor “sübjektif” bir tercih olması ve benzeri fikirler, bazen kendini sadece bilimin “objektif” olduğu fikrine bağlılığıyla gösteren büyük bir akım kadar apaçık değiller.
Modern Felsefede Estetik Problemler makalesinde de tartıştığı üzere Stanley Cavell’e göre, bu estetik yargıların, sadece keyfi oldukları için değil, dünyayı duyusal olarak ve diğer biçimlerde nasıl tecrübe ettiğimizle bağlantılı olduğundan “sübjektif” olmadığı anlamına gelmez. Bu tarz bir tecrübenin paylaşılabilir olması temel nokta: eğer paylaşılamıyor olsaydı ortada tartışacak bir şey olmazdı ve buna bağlı olarak sanatın fon bulması hakkında, sanat eğitimi ve araştırması hakkında ve son olarak da modern öz-eleştirel kültür hakkında hiçbir tartışma olmayacaktı. Makalede yer verilen deneydeki gibi deneylerde yanlış olan da bu: iç nedensellik mekanizmalarına göre işlev gören, izole edilmiş bir takım insanlarda, insanların içlerinde yaşadıkları şeylerin anlamları, içinde yaşadıkları kültürden ayrı tutulamaz olduğunda bu tür deneyler işe yarar ve aslında bu insanların bu yüzden değerlendirme yetileri etkilenmiştir. Bu etki, ortadaki problemi politik bir sorun yapan şey aynı zamanda. (Konu çoğu zaman bireyin kontrolünün ötesinde olduğu için bu etkinin “objektif” olduğu söylenebilir.) Toplumlar tarafından uzun zamanlar içinde geliştirilmiş kültürel olasılıklar hakkında insanlar eğitilebilir: Bu eğitimin bir temel noktası da onlara şeylere değer biçmelerine yarayacak daha fazla kaynak vermeyi içerir ve buna “güzellik”leri hakkındaki değer biçmeler de dahildir. Bu tarz bir eğitimde özgürlüğü ilgilendiren önemli bağlantılar vardır, eleştirilmeden alınmış fikirlerden kurtulma gibi. Deneyde farz edilen insan tipi bu tarz düşünceleri dışlar, tahmin edilebilir şekilde bunun sebebi deneyi “bilimsel” kılmaktır. Yine bunun sebebi de, fizik ve kimyada bağımsız nesnelerin izole edilip sadece açıklanmak istenen fenomenin analiz edilmesinin iyi sonuçlar vermesidir. Ancak insanlar bağımsız nesneler değillerdir.
Makale şöyle sonuçlanıyor: “Güzellik gibi bulanık bir konuda kesin sonuçlara varılmadan daha pek çok araştırma gerekecek.” Güzelliğin anlamını, deneyin maksatına uygun olsun diye, sadece duyumlardaki tatmin olarak varsaymanın üstüne bir de güzelliğin “bulanık” olduğu söyleniyor bize. Ona göre sadece bağımsız algılanabilir nesnelerin gerçek olduğu zihniyetin klasik örneğinde, güzellik kavramının bütün tarihi ve değerlendirme kültürünün gelişmesi böylece çöpe atılıyor. Peki, burada söylediklerim bize güzelliğin doğası hakkındaki soruları cevaplama hususunda nasıl yardım edecek? Açık ki, zevki ve zevksizliği duyumsayabilen özneler olmadan güzellik kavramı pek fazla anlam ifade etmez; ama bu tür zevki ortaya çıkaran nesneler olmadan da bir anlamı yoktur. Kant tarafından önerilen hangi nesnelerin hangi insanlarda ortaya çıktığının cevabı psikolojiyi de içeren, pek çok açıdan tarihsel, sosyal ve politik bir problem. (Ancak bu psikoloji, kültürel bağlamı dışlayacak deneyler yapma peşinde olmayan bir psikolojidir.)
Bilimsel araştırmayı yöneten varsayımların bazılarını, ait olmadıkları alanlara genişletme eğilimine direnmeliyiz.
Sonradan gelen psikoloji, Avrupa’daki güzellik anlayışının geniş çaptaki değişimini nasıl açıklar – özellikle de 18. yüzyılın ikinci yarısında vahşi doğanın tehdit olarak hatta çirkin olarak algılanmasından anlam ve hazzın kaynağı olarak görülmesi gibi bir değişimi? Kant, bu değişimi Herr de Saussure’ın bir görüşünü alıntılayarak ima etmiştir: Onun gibi buzlu dağları seven insanlar “deli”dir (burada buzlu dağ Mont Blac’tır, Saussure bu dağa tırmanan üçüncü kişidir) ve Romantik manzara resimlerinde, şiirde ve Beethoven’ın Pastoral Senfonisi gibi müziklerde gösterildiklerini söyler. Müzikte daha öncede bazı fırtınalar kopmuştur; ama Pastoral’daki gibi bir fırtına müziğe yeni bir tür vahşilik getirmiştir. (Bknz. Keith Thomas’ın Man and the Natural World kitabı) Bu tarz bir güzelliğin vahşi doğanın “malı” olduğunu düşünmek çok anlamsız olur; çünkü bu dönemden önce bu tarz bir güzelliğe sahipmiş gibi görünmüyor doğa. Ama yalnızca bireyin yansıması olduğunu söylemek de anlamsız olur (bırakın beyinde gerçekleşen bir şey olduğunu söylemeyi); çünkü vahşi doğanın durumundaki değişiklik, sanatı değiştiren (ve karşılığında sanat tarafından değişen), günümüzdeki turizmin başlamasına vb. şeylere neden olan bir supra-birey oluşumu. Yukarıda da değindiğim gibi, Kant, güzellik probleminin, sübjektif ve objektif arasındaki ilişkiyi nasıl düşündüğümüz hakkında sorular sormak için iyi bir yer olduğunu ve psikoloji araştırmalarında bu felsefi sorunun görmezden gelinemeyeceğini fark eder.
Burada başka bir sorun daha var: Bilimin bir şeyleri açıklayabilme kapasitesinin kapsamı hakkındaki sorular tartışmasında, neyin güzel olarak kabul edildiğinin tarihsel doğası burada kayıp olan bir boyuta işaret ediyor. Gerçek şu ki, sanatın modernitede gelişimi muhtemelen güzellik kavramının karakterize edilmesi açısından pek de iyi olmadı. Burada bir alternatif de sanatı, dünyayı anlamlandırdığı tarzda görmek, bir şeylerin güzel gözükmesine izin verdiği tek bir tarzda. Modern dönemde sanat yenilik talebi tarafından yönlendiriliyor; çünkü eğer yeni bir anlam getirmezse, sadece kuşkulu bir statükonun yansıması olabilir. Sanat kendisi hakkında “bağlayıcı sonuçlar” oluşturulmasına esas olarak dirençlidir, özellikle, çünkü çirkin olarak algılanan bir şeyin güzel olarak algılanmasını sağlayabilir. Örneğin, müzikte ahenksizliğin tarihini düşünelim. Burada desteklediğim felsefe, dünyayı duyumsama şekillerimizin neden ve nasıl sürekli değiştiğini izlemeye çalışan psikolojinin bunu yaparken doğa bilimleri modelini istihdam etmesini sorgulamak. Bu şekildeki bir felsefe sanatın yaptığına, bilimlerin yaptığından daha yakın kalacaktır. Çağdaş dünyada düşünmenin neden bilimsel modele bu kadar borçlu olduğuna dair önemli sorular doğurabilir; üstelik bu model uygunsuz bir şekilde kullanıldığına bir şeyleri anlamlandırma şanslarımızı karanlığa gömebilir. Problem çözme ve birçok alandaki açıklamaları yoluyla modern doğa bilimleri benzersiz bir başarıdır ve bunun için minnettar olmalıyız. Ama bilimsel araştırmayı yöneten varsayımların bazılarını, ait olmadıkları alanlara genişletme eğilimine direnmeliyiz. Aslında, sosyal bilimlerdeki temel fikirlere karşı cehalet burada da gördüğümüz gibi oldukça sorunlu bilimsel sonuçlar doğurmuştur.
Yazar: Andrew Bowie
Çevirmen: Janset Nas Kılınç
Kaynak: iai news