Toplumlar tarih boyunca kendilerine hep bir yol gösterici, bilgin, âlim çıkarmıştır. Entelektüeller toplumlarda demirci, kılıç ustası, dağların başında oturan yaşlı bir fakir olarak biçimsel olarak karşımıza çıkmıştır. İşlev ve rol olarak tüm toplumlarda –ilkel topluluklar dâhil– insan birlikteliği için özsel bir önem taşımıştır. Bilgiyi arama ve hakikati ortaya çıkarmada önemli rol üstlenen entelektüeller; gerçeği, toplumun, devletin ve hâkim söylemin yüzüne çarpmak görevini üstlenmiş bir tarihsel sınıftır.
İlkel toplumlarda insanların yaşamda korktuğu en önemli şey belirsizlikti (ki Bauman’a göre hâlâ öyle). Nil Nehri’nin ne zaman taşacağı bilmeyen toplum üzerinde, Nil Nehri’nin taşma zamanını ölçebilen bilgin grup önemli otoriteye sahip olmuştur. Topluluğun üyeleri kendini eksik, yetersiz ve sıradan hisseder ve büyücülerin, rahiplerin, ilahiyatçıların sürekli varlığını ve müdahalesini isterler. Bu anlamda entelektüel rol, ilkel toplumlardan en modern toplumlara kadar ortak bir işlev ve evrensel bir amaca hizmet etmişlerdir. Bu epistemik cemaat topluma dünyayı belli bir kalıpta algılamayı mümkün kılan bir anlayış sunmuştur (Arslan, 2000).
Entelektüellerin geçmişten günümüze yüklendikleri görev ve sorumluluklar bulunmaktadır. Ancak bunların derinine indiğimizde iki farklı “algılayış biçimi” sunan epistemik cemaat görürüz. Ortaçağ’da tıbbın gelişmeye başladığı dönem genellikle sarayda kralın emrinde çalışan hekimlerin çalışmaları başlatılır. Kraliyet akademileri dışında öğretilenlerin hurafeye dayalı olduğu söyleyen kral, resmi okullar dışında sağlık dağıtanların cadı olduğunu öne sürerek o dönem cadı avlarını başlatmıştır. Hâlbuki ilk hekim ve hemşireler “cadı” olarak adlandırılan “şifacı kadınlar”dı (Ehrenreich, 1992). Resmi bilgi dışında üretilen bilginin tamamen “öcüleştirilmesi” aslında o dönemde halkın aleyhine olmuştur. Çünkü kraliyet hekimleri İngiltere’nin ufak bir köyünden çıkıp gelen bir köylüyü tedavi etmek için bilim üretmezdi. Cadılar yani o dönemin resmi sağlık kurumunun dolaylı kurucuları halka hizmet etmekte ve bir bilgin, aydın rolü üstlenmekteydi. Aslında çoğu kraliyet hekiminin de geçmişte köylerde “büyücü” geçmişi olduğu söylenmektedir (Ehrenreich, 1992).
Gramsci tam bu noktada en ilkelinden en gelişmişine her toplumdaki bütün etkinlikler zihinsel bir çabayı gerektirdiğinden dolayı bütün insanlar temel olarak entelektüel nitelik gerektiren tarzlara zorunludurlar; ancak toplumsal olarak bütün insanlar entelektüel işlevi göremezler (Gramsci, 1983). Entelektüel rol ve işlevler her toplumsal bütünlüğün bağlamın kendine özgü gerekleriyle uygunluk içeren bir konumu inşa etmekle yükümlüdür. Bu bağlamda entelektüellere özgürce “düşünen adam” sıfatını yükleyebiliriz (Gramsci, 1983). Entelektüellerin geçmişte yüklendikleri işlev ve roller günümüzde de kabaca geçerlidir. Ancak modern koşullarda devlet, toplum ve siyasal yaşamın değişmesi ve eğitimin farklılaşması entelektüellerin toplumsal konumlanışı biçimsel olarak değil de özsel olarak kısmen değiştirmiştir.
Ortaçağ’da filozoflar bir taraftan kralın esinleyicisi olarak “aydınlanmış baskının” tepe noktasına oturmuş, yazar, yalnız çok bilen birini değil, örnek biri olarak da topluma gösterilmiştir. Bir yandan da burjuvazinin tarih sahnesine kendi temsilcileri olarak çıkardığı modern entelektüeller “şatoları” (derebeylik yönetimleri) devirebilmek için kullanmış ve onları dogmalara karşı bir mücadele aracı olarak kullanmışlardır (Gramsci, 1983). Bu anlamda tarih sahnesine bir “put kırıcı” olarak çıkmışlardır (Meriç, 1985).
Ancak entelektüellerin bir araç hâline getirilmesi süreç içinde yeni sınıfın iktidarına akıl hocalığını üstlenen bir rol/işlev üstlenmeye götürmüştür (Sartre, 2012). Aynı zamanda “pratik bilgi uzmanı” hâline gelen entelektüeller “özgür” düşünen değil sipariş üzerine bilgi üreten bir grup hâline gelmeye başlamıştır. Ancak burjuvazinin akıl hocası olan bu “pratik bilgi uzmanları” ne bir sınıf ne de seçkin bir kesimdir. Onlar ideolojiye direkt olarak “bekçilik” etmezler ve işlevleri artık burjuvaziye bir ideoloji kazandırmakta değildir (Sartre, 2012, s. 12). Bu noktadan sonra pratik bilgi uzmanlarının işlevi burjuvaziye, feodalizm ile savaşı sırasında gerekli “kılıç” ve “kalkan”ı vermek ve gururlu bir biçimde onu onaylamak olacaktır. Doğa bilimlerin rasyonelliğin değişmez bir hakikat olarak sunarak toplumun düzenlenmesinde kendilerini ortaya koyarak evrensel bir sınıf olarak meşrulaştırarak kendilerini teorize etmişlerdir (Sartre, 2012, s. 17).
Entelektüellerin işlevini birçok yazar tartışmıştır. Gramsci entelektüelleri organik ve geleneksel aydınlar olarak ikiye ayırmıştır. Geleneksel aydınlar mevcut durumu korumak için bilgi üreten, organik aydınlar ise sınıfsal konumunu gereği bilgi üreten entelektüel olarak tanımlamıştır. Sartre, Foucault gibi eleştirel radikal yazarlar ise entelektüellerin siyasi işlevleri ve muhalif duruşları ile değerlendirmiştir. Entelektüellerin resmi olana sürekli kuşku ile bakması gerektiğini ve bilimin koşulsuz savunusu değil de “kimin için bilim?” söylemini araştırmışlardır (Foucault, 2000). Kansere bulunan çözüme çok sevinmek yerine buna halkın ne kadar ulaşabileceğinin göz önünde bulundurulup sorgulanması gerektiğini savunmuşlardır. Sartre pratik bilgi uzmanları ve entelektüel-aydın ayrımı yaparak özgür, eleştirel bir aydın savunusu yapmıştır. Bauman ise yasa koyucular ve yorumlayıcılar olarak aydının toplumsal konumunda yerine dikkat çekmektedir. Mannheim bir bilgi sosyoloğu olarak serbest süzülen entelektüellerden bahsederek entelektüellerin toplumda sınıf ve konumdan uzak her yere dokunabilen bir konuma (aslında bir konumsuzluk) sahip olması gerektiğini söylemektedir.
Ülkemizde Cemil Meriç, Sabri Ülgener, Fikret Başkaya, Hüsamettin Arslan gibi yazarlar aydınlar üzerine çalışma yürütmüştür. Başkaya aydının ancak eleştirel bir bakış açısı ile mevcut olana karşı çıkarak aydın olabileceğini savunmuştur (Başkaya, 2016). Arslan ise belli bir grup ve sistem içinde ahlaki normlar ile bir bilginin üretebileceğini savunmuştur (Arslan, 2000). Ülgener ülkemizde ilk olarak aydınlar üzerine bir sosyoloji geliştiren temel yazarlardan biridir.
Genel olarak entelektüellerin konumu ve işlevi üzerinde büyük tartışmalar bulunmaktadır. Konuya hâkim olan temel görüş ise entelektüellerin pratik bilgi teknisyeninden öteye geçmesi ve süreci değerlendirmesidir. Tarafsızlığın değil toplumsal yararın göz önünde bulundurulması savunulmuştur. Mannheim’in hakikat arayışında aydınlanmacı objektivizme karşı çıkışı ve sübjektivizmi savunuşu tam olarak bu noktaya değmektedir. Hakikatin ortaya çıkarılmasının mümkün olamadığı ve ancak yorumlanabileceğini söyleyen Mannheim gerçek bir objektif bir bilginin imkânsızlığından bahsetmektedir.
Kaynaklar:
ARSLAN, H. (2000). Epistemik Cemaat. İstanbul: Paradigma Yayınları.
BAŞKAYA, F. (2016). Paradigmanın İflası. İstanbul: Yordam Yayıncılık.
EHRENREICH, B. (1992). Cadılar Büyücüler ve Hemşireler. İstanbul: Kavram Yayıncılık.
FOUCAULT, M. (2000). Özne ve İktidar. İstanbul: Ayrıntı.
GRAMSCI, A. (1983). Aydınlar ve Toplum. İstanbul: Örnek Yayınları.
MERİÇ, C. (1985). Batıda ve Bizde Aydının Serüveni. İstanbul: İletişim Yayınları.
SARTRE, J. P. (2012). Aydınlar Üzerine. İstanbul : Can Yayınları.
Yazar: Ali Eren Demir
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.