• 8 Kasım 2017
  • Elif Erdoğan
  • 0
Paylaş

Yazıya başlamadan önce kısa bir etimolojik bilgilendirmenin yerinde olacağını düşünüyorum. Sanatsal eserlerin asıl kıymetinin muhakemesini ve yargılamasını yapabilen kişiye İngilizcede critic (eleştirmen) denir. Bu kelimenin kökeni Yunancadaki krites (yargıç) ve krinein (yargılama ya da karar verme eylemi) kelimelerine dayanır. Yine aynı kelime kökünden türetilen kriterion (2) kelimesi ise yargılama aracı, yolu, unsuru anlamlarına gelmektedir. Estetik kelimesine gelecek olursak, bu kelimenin Yunanca aisthetikos kelimesinden geldiğini söleyebiliriz. Kökeni aistheta algılanabilir şeylere verilen isimdir, aisthesthai ise algılama eylemine verilen isimdir. (3)

Felsefenin estetik alanında pek çok soru vardır ve çoğu zaman felsefenin diğer dallarıyla ilişkiye geçer. Örneğin; ‘Birileri o eseri görmediyse o eser var mıdır?’ sorusu daha çok ontoloji alanına ilişkin bir sorudur; ancak o eserin yaratım süreci, sergilenme durumları gibi hususlar devreye girdiğinde ve varlığı, yapısı ya da değeri, bu hususların üzerinden değerlendirilmeye başlandığında daha çok estetiğin konusu olur. ‘Birileri tarafından değerlendirilmeye tâbi tutulmasa da, o eser, sanat eseri sayılabilir mi?’ ya da ‘Birileri, (varsayımsal olarak sanat eseri olan) o eseri değerlendirmeye tâbi tutmuşsa, yapılan değerlendirme sonucunda, o eserin sanatsal değeri biçilmiş olur mu?’ soruları da yine estetik alanının sorularından bazılarıdır.

Bu yazıda üzerinde duracağımız noktayı kısaca şöyle açıklayabiliriz: Bir eserin sanat eseri olup olmadığı ya da sanatsal değerinin az mı çok mu olduğu sorusu bir eleştirmenin nasıl olması gerektiği sorusunun yanında, eleştirmenin yetkinliği sorunsalını da beraberinde getiriyor. Bu bağlamda, estetik tadın miyarının belirlenmesi, bir eserin estetik değerinin biçilmesinde nasıl bir rol oynar?

Britanyalı aydınlanmacı ve empirisist (deneyci) David Hume bir sanat eserinin sanatsal değerinin biçilmesi konusunu, 1757 tarihli ‘Of the Standard of Taste’ adlı makalesinin odak noktası olarak alır ve bu makalesinde temel olarak şu iki soruya yanıt arar:

  • İyi eleştirmenin özellikleri nelerdir?
  • Bir sanat eserinin uygun bir şekilde değerlendirilmesinin yapılabilmesi için, o esere yönelik gerçekleştirilen sanat eleştirisinin hangi nitelikleri sağlaması gerekir?

Makalede kullanılan ‘standard’ kelimesinin iki anlamına burada yer vereceğim: Birincisi karşılaştırmalı değerlendirmelerde ölçü, norm veya model olarak kullanılan şey, ikincisi ise bir nitelik ya da başarı düzeyi olarak belirlenen şeydir. Hume dönüşümlü olarak iki anlamına da makalesi boyunca değinmektedir.

Hume’a göre, bir kişinin sanat eleştirisi yapabilmesi için, yani iyi eleştirmen olabilmesi için her şeyden önce şu özelliklere sahip olması gerekir:

  • Gelişmiş bir duyarlılıkla donanmış olmak,
  • Güçlü bir deneyim geçmişine sahip olmak,
  • Kendini geliştirmiş olmak (yani kültürlenmiş olmak) ve
  • Ön yargıların boyunduruğundan kurtulmuş olmak (gerek eleştirmenin içinde yaşadığı toplumsal değerlerin ve zamanın dayattığı, gerekse eleştirmenin kendi geçmişinde yaşadığı olaylar dolayısıyla bilfiil kendisinin üretmiş olduğu bütün ön yargılar)

Argümanını desteklemek için Hume öncelikle şunu hatırlatır: Bir eserin sanatsal değerinin biçilmesinde herkesin mutabık olabileceği kriterler olsa da, sanatsal değerlendirmeye tâbi tutulan eserlerin bu kriterleri sağlayıp sağlamadığının kontrolünü yapabilecek ve bir karara varabilecek yeterliliğe ve yetkinliğe herkes sahip değildir. Ardından eleştiri becerisinin kazanılmasına olanak sağlayan çeşitli nitelikleri sıralar. Ve son olarak da bu niteliklere sahip olan belli bir grup insanın, eserlerin gerçek sanatsal değerine karar verirken referans noktası olarak kabul edilmesi gerektiğini söyleyerek argümanını sonlandırır.

Bu durumda şunları söyleyebiliriz:

(1. Ön Kabul) Bir eserin sanatsal değerinin biçilmesinde herkesin mutabık olabileceği -ve aynı zamanda bir esere sanatsal değerini vermeye de yarayan- kriterler vardır. (Burada ‘herkesin mutabık olduğu kriterler’ diye ifade edilen, bir tat standardı veyahut bir başka şekilde ifadeyle evrensel estetik standartlardır.)

(2. Ön Kabul) Herkes, sanatsal değerlendirmeye tâbi tutulan eserlerin, bu kriterleri sağlayıp sağlamadığının kontrolünü yapabilecek ve kararına varabilecek yeterliliğe ve yetkinliğe sahip değildir.

Görüldüğü üzere, Hume, makalesinde, daha en başından varsaydığı ön kabuller ile birlikte kimi kavramları sıklıkla karşımıza çıkarmaktadır: tat, zevk, estetik, evrensellik, standartlar/ kabuller/ prensipler/ değerler vs.

Birinci ön kabulden yola çıkararak, Hume şöyle bir yargıya varır: Pek çok insan kendi yargısının gerekçelendirmesinde aynı kriteri kullanıyorsa (ve kullandığı ölçüde), değerlendirilmeye tutulan bu eserin sanatsal değeri salt öznel değildir. Bu nedenle herkes (ya da hemen hemen herkes) bir eser ile temaşanın, kişinin kendisinde estetik bir zevk uyandırması gerektiği konusunda hemfikirdir. Bu durum, kuşkusuz kişiden kişiye tamamen değişiklik gösterecektir zira estetik zevk/beğeni birden fazla fasada (4) sahiptir. Öyle ki “zevkler ve renkler tartışılmaz”dır.

Bir eserin sanatsal değerinin biçilmesindeki kriterlerin herkes (ya da hemen hemen herkes) tarafından paylaşıldığını söyledik. Peki acaba bu durum, herkesin bu değerlendirmeyi yapabilmesi konusunda yetkin olduğu anlamına gelir mi?

Hume, muhakemeyi yapabilecek niteliklere sahip insan sayısının çok az olduğunun altını çizer. Bu demektir ki, herkes bir eserin, bu kriterleri sağlayıp sağlamadığına karar verecek yetkinliğe sahip değildir. Bu öncül basitçe şunu demektedir: Bir eserin gerçek sanatsal değere sahip olabilmesi için, eleştirmenin bir eser hakkında sadece kişisel fikrini beyan etmesi yeterli değildir. Bu nedenle de bir sanat eseri eleştirisi, bazı kriterleri gerektiren ve özel bir eğitimden geçmeyi zorunluluk koşan bir uzmanlık alanıdır.

Peki eserlerin evrensel ilkelere göre değer biçilmesinde rol alacak eleştirmenin zorunlu olarak sahip olması gereken bu beceriler nelerdir? Bir ‘güzellik standardı’ ortaya koyabilmek ya da sanatsal muhakemede/yargılamada bir nirengi noktası belirleyebilmek için, bir eleştirmen hangi nitelikleri taşımalıdır? Hume’un bu soruya cevabı şu şekildedir:

  • Tat/beğeni hassasiyeti
  • Güzelliğin ayrıştırılması konusunda pratik yapmış olma (o eserin alanında gelişmiş hissiyata sahip olma, kültürlü olma)
  • Karşılaştırmalarla mükemmelleşme
  • Tüm ön yargılardan özgürleşmiş zihin

Bir eserin sanatsal değere sahip olup olmaması ve o eserin sanatsal değerinin biçilmesi konularında doğru karara varabilecek yegâne insanların, yukarıda bahsi geçen niteliklere sahip kişilerden oluşan bir bilirkişi topluluğu olduğu ve sadece bu topluluğun görüşlerine itibar edilmesi gerektiği sonucuna varıyor.

Ancak kimin ya da kimlerin bu yetkin insanların yetkinliğine karar vereceği sorunu cevapsız bırakıyor (Bilirkişilerin bilgisini ölçebilecek/onaylayacak insanlar neye göre seçilecek?). Bir diğer sorun ise, eserlerin değerlendirilmesinin hep aynı mı kalacağı sorunudur (Yapılan değerlendirme çağlarca doğru mu kalacak? Bir sanat eserinin değerlendirmesi hep aynı kalabilir mi ve kalmalı mı?). Zaman ilerledikçe, aynı eserin farklı kişilerce deneyimlenmesi ve değerlendirilmesi söz konusu oluyor. Teorik olarak, daha sonra doğan eleştirmenlerin, kendilerinden daha önce doğan eleştirmenlere nazaran daha fazla eser görme olanağına, dolayısıyla daha fazla pratik yapma şansına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Peki bu durumda, daha yakın zamanda yazılmış olan bir eleştirinin daha yetkin biri tarafından yazıldığı kabul edilebilir midir? (Çağdaş kritik ile antik dönemde yaşayan bir insanın yaptığı eleştirinin karşılaştırılması gibi)

Tat ve zevk ilişkili kavramlar olsa da aynı şey değillerdir. Herkes belirli bir tat neticesinde zevk alır, bu zevkin boyutları ve biçimleri farklılık gösterebilir. Kaldı ki bir insanın aynı şeyden her tat aldığında, o anki aldığı zevk de aynı zevk değildir (Burada alınan tadın zamansal olarak aynı anda olamamasından ziyade beğeninin süreç içerisindeki değişimini kastediyorum).

Charles Mingus’un müziğini bir örnek olarak ele alalım. Daha önceden hiç Charles Mingus dinlememiş olan birine onun bir parçasını dinletelim. Şimdi iki ihtimal var karşımızda: Dinleyen kişi bu dinlediği parçayı ya beğenir ya da beğenmez. Beğenmediğini kabul edelim. Bu kişi, dünya caz literatüründen çeşitli caz müzikleri dinleyerek, kendisinin caz müziği konusundaki deneyimini geliştirebilir. Çünkü (teorik olarak) deneyim arttıkça dinlediği müzikleri daha iyi anlamaya, kavramaya ve daha iyi eleştirmeye başlayacaktır. Daha sonra belki caz müziği üzerine çeşitli makaleler okuyacak, hatta işi biraz daha ilerletecek ve müzik öğrenmeye bile koyulacaktır. Bu ve benzeri şekillerde kendisini yetiştiren bir kişi (büyük ihtimalle) belirli bir yetkinliğe de ulaşacaktır. Dolayısıyla Charles Mingus’un işlerini beğenecektir.

Bir başka ihtimal ne olabilir peki?

X parçasını dinleyerek, Charles Mingus’u ilk dinleyişini gerçekleştirmiş olan A kişisi, önce dinlediği bu müziği beğenmemeyi geçtim, nefret etmiş olsun. Hatta (önceki başkaca deneyimlerine dayandırarak) dinlediği şeyin müzik olmadığını, tamamen bir kaos olduğunu düşünüyor olsun. B kişisi ise, caz müzik dinleyicisi ve hatta Charles Mingus hayranı olan biri olsun. Fakat bu B kişisi de tıpkı A kişisi gibi X parçasını ilk defa duyuyor olsun. İkisi de parçayı bir kez daha dinlesinler. Ardından bir daha dinlesinler. Ve tekrar ve tekrar… Diyelim ki 10. dinleyişlerine geldiklerinde, ikisi için yine iki ihtimal söz konusudur: beğenmek ya da beğenmemek. 10. dinleyişindeki biri artık parçayı takdir eder hale gelmiş de olabilir, travmaya uğrayıp artık beğenmez de olabilir. Ya da 1.sinde beğenmeyip 2.sinde beğenip 3.sünde çok beğenip ardından 8. dinleyişe kadar keyif almış olabilir ama 9.sunda artık beğenmediklerini ifade edebilirler. Başka bir ihtimal de 15 yaşındayken beğenmeyip, 20 yaşında beğenmesidir (tıpkı mantarın özellikle küçük çocukların damak zevkine uymamasına rağmen, görece yaşlandıkça mantar yemeyi sevmeleri gibi, bu durumda bir insanın damak zevkinin süreç içerisinde değiştiğini pekala söyleyebiliriz) ve eminim burada yazmadığım daha pek çok ihtimal de vardır.

Bütün bu sebepler göz önünde bulundurulduğunda estetik tadın miyarının belirlenmesinin zorlu bir iş olduğunu ve en azından Hume’un önerdiği şekilde olamayacağını pekala söyleyebiliriz.

Dipnotlar:
(1) Miyar kelimesi İngilizcedeki standard kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Kıstas olarak da düşünülebilir.
(2) Bu kelime Türkçeye kriter, nitelik, özellik olarak geçmiştir.
(3) Etimoloji hakkındaki bilgiler konusunda; Erişim tarihi: Eylül 2017, https://en.oxforddictionaries.com sitesinden yararlanılmıştır.
(4) Fasat kelimesi cephe; görünüş; (gerçeği maskeleyen) dış görünüş anlamlarına gelmektedir. Burada bahsi geçen fasatlara örnek verecek olursak, estetik tat alma olgusunun değişkenliği (acı, üzünç, gerginlik, delilik, vb.), teknik değerlendirmenin farklılığı, güzelliğin ayrıştırılması konusunda yapılan pratik, özgünlük örnek olarak verilebilir.

Kaynaklar:
Dabney Townsend, Hume’s Aesthetic Theory – Taste and Sentiment, Routledge, 2011
David Hume, Of the Standard of Taste, Erişim tarihi: Eylül 2017, http://www.bartleby.com/27/15.html
Ted Honderich, Oxford Companion to Philosophy (2 ed.), Oxford University Press, 2005

Yazar: Elif Erdoğan

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Elif Erdoğan

Saint Joseph Fransız Lisesi ve Bilkent Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde eğitim gördü. Grafik-tasarım, çeviri, sanat felsefesi, teorisi ve eleştirisi alanlarıyla ilgilenmektedir. Plastik sanatlar alanında çalışmalarda bulunmaktadır