Amsterdam Üniversitesi siyaset bilimi profesörü Eric Schliesser’in hazırladığı ve önsözünü yazdığı Ten Neglected Classics of Philosophy‘de, modern felsefeciler daha önce hakkı verilmemiş eserleri inceliyorlar. Bu tanınmamış “klasiklerin” birçoğunun seçilme sebebi, bu eserlerin şu anki mevcut profesyonel felsefedeki erkek-egemen, analitik, ırka duyarsız yapıya meydan okumalarından ileri geliyor.
Francois Fenelon’un Adventures of Telemachus’u gibi zamanında klasik olarak anılan fakat sonraları bilimsel niteliğini kaybeden eserlerin yanı sıra, kitapta incelenenler arasında, hiçbir zaman takdir edilmemiş eserler de var, tıpkı Edith Stein’ın On the Problem of Empathy kitabı gibi. Diğerleri, kendi durumları içinde hatırlanmamış, onun yerine, meşru düşünürler tarafından hadleri bildirilene dek, felsefe alanını yanlış yola saptıran felsefi kötücüllüğün kurgusu olarak tasvir edilmişlerdir. Jonathan Bennett’in Rationality: An Essay Towards an Analysis adlı eseri davranışçılığı yattığı “bilimsel mezardan” kaldırmaya çalışmakla tekdir edildi; F.H. Bradley’in Appearance and Reality’si ise, Bertrand Russell ve G.E. Moore’un Hegelci mistisizmi tarihin tozlu sayfalarına gömmesinden ve “gerçek soruşturmacı”, analitik felsefe çağını başlatmasından önce, yazılmış son Hegelci mistisizm manifestosu olarak değerlendirildi. Kitaptaki Bradley bölümünü kaleme alan Michael Della Rocca, sonuncusunun “analitik felsefenin kurucu miti” olduğunu ve ırkların, öğretilerin, ulusların doğuşunu anlatan tüm kurucu mitler gibi, bir sahtelikten ibaret olduğunu söylüyor.
Schliesser, giriş makalesi “Bir Felsefe Klasiği Olmak Üzerine”de kanonik oluşumlar hakkında birçok soru soruyor: Neden bazı eserler hatırlanırken diğerleri unutuluyor? “Nispeten etkin, bağlamsal ve tartışmacı kısayollar veya etkin imgelemler” oluşturmayı sağlayan ‘ortak metinsel birikime’ sahip olmanın değeri nedir? Böylesine ortak bir birikime sahip olmanın getirdiği problemler var mıdır? Retorikteki bu kısayollar, düşünsel düzlemde faydalı yolları es geçmeye sebebiyet verebilir mi? Klasikler, çağdaş hevesler karşısında kayırılmalı mıdır? Eninde sonunda, tüm klasikler bir noktada, kendi çağlarında birer moda değiller miydi?
Schliesser sorduğu tüm bu sorulara cevap vermeye çalışmıyor. Ama en azından, bir soruya, “Bir klasiği klasik yapan nedir?” sorusuna, bir cevap listesi sunuyor. Bu soru, iki şeyi sorguluyor aslında: Bir metin nasıl klasik haline gelir? Ve neden klasik haline gelir? Her iki alt soruya da, pek ala, indirgemeci, ağzı bozuk ve küstah cevaplar verilebilir: “Çünkü bu metinler halihazırdaki yönetici sınıfın ahlaki bakış açısını yansıtırlar”; “çünkü bu metinler önemli entelektüelleri siyasal bağlılıkların dışında tutar”; “çünkü, nihayetinde, bir şey seçilmek zorundadır” gibi gibi… Fakat Schliesser, bu tip hazırcevaplılıklar yerine, tutkulu ve incelikli düşünülmüş, birbirleriyle ilişkili olan olasılıkları tercih ediyor.
Schliesser, bir metnin neden kanonikleşmiş olacağına dair dört sebep öne sürüyor. Birincisi, bu durum genç öğrencilerin alanlarında yollarını bulmaları açısından faydalı bir yol sunuyor. Felsefeye giriş derslerinin çoğunda öğrencilerin Platon, Descartes ve Nietzsche gibi filozofları okumakla işe başlamalarının tek sebebi bu isimlerin kolay okunur eserlere sahip olması değil, ayrıca, eserlerinde sözkonusu psikolojik, epistemolojik, ve etik meseleleri titizlikle inşa etmiş olmalarıdır. İkincisi, geçici olarak gözden düşmüş bir metin felsefeyi yenileyebilirdi, özellikle tarih dışı dönemeçlerden sonraki dönemlerde. Tekerleği yeniden icat etmek yerine, kaybolan kavrayışı geri kazandırmasından ötürü insanlar onlara geri dönerler (Burada Aristo’nun Ethics kitabı örnek verilebilir.) Üçüncü olarak, metinler bağlı olduklar felsefi geleneklerin öneminden dolayı hatırlanabilirler (Amerikan pragmatizmi, feminizm, monizm.) Bir gelenek kendi geçmişiyle etkileşerek, yani, sürekli kendi temel prensiplerini sorgulayarak ve çalışarak gelişir. Son olarak, bazı filozoflar sahip oldukları daimi bilgelik ve okura sundukları haz duygusundan hareketle okunur olurlar. Schliesser bu noktada Montaigne, Kieerkegard, de Beauvoir, Thoreau ve Seneca’yı örnek olarak veriyor. Genel okuyucu kitlesinin felsefe hakkında düşündüklerinde aklına gelen, gereksizce kavga eden öğretim üyeleri değil, bu türden zekilik aksettirmek yerine bilgelik üreten düşünürler, yazarlardır.
Schliesser kriterlerini J.M. Coetzee’nin “What Is a Classic?” makalesinden ödünç alıyor. Bir eser, uzmanlar tarafından çalışılmalı, gelişkin öğrencilerce açımlanmalı, devam eden bir tartışmanın parçası olmalı, taklitlere ilham vermeli ve nihayetinde geniş bir kitlenin dikkatini çekmelidir. Schliesser bunların her birinin, yeterli şart değil, gerekli şartlar olduğuna dikkat çekiyor.
Kitaptaki açık eğilimler, kitabın tezat oluşturan başlığından ve bir nebze de, Schliesser’in kendi standartlarına göre, hazır bulunan metinlerin hiçbirinin klasik olarak sayılmayacak olduğu gerçeğinden kaynaklanıyor. Hiçbirinin Coetzee’nin sunduğu kriterleri sağlamadığı aşikar; aksi takdirde, zaten görmezden gelinmez ve bu derleme içinde de yer almazlardı. Kitaptaki bölümlerin birçoğu için durum şu ki hepsi, hatalı “çağdaş trendlere” yerinde argümanlar sunuyorlar. Örneğin, Chike Jeffers’ın, W.E.B. Du Bois’in “Whither Now and Why” isimli konuşması hakkında kaleme aldığı bölüm, ırklara yönelik geleneksel görgü kurallarının “renk körü” değerler sistemine meydan okuyor.
Du Bois, 1960 tarihli konuşmasında, renk ayrımcılığını sonlandırmada kullanılan asimilasyoncu yöntemi, Afrikalı Amerikalıların “siyahi kültürlerini”, müziklerini ve edebiyatlarını yok etmek anlamına gelmesi ihtimaline karşı tartışmaya açıyor. Okullarda ırk ayrımcılığına son verilmesinin siyahi Amerikalılar için kendi tarihlerini unutmalarına yol açabileceği yönündeki endişesini dile getiriyor. Her şeyden öte, kendi ırkını korumak için bir mücadele içinde olan Du Bois, kendi ırkını şöyle tanımlıyordu: “genelde aynı kandan ve aynı dili konuşan, her zaman ortak bir tarihi, gelenekleri ve dürtüleri taşıyan; istemlice ve istemsizce hayatın tasarlanmış ideallerini az çok başarabilmek adına uğraş veren, insanlığın büyük bir ailesi…” Du Bois’in Amerika’yı ırksal önyargılardan kurtarmak için önerdiği, kendi çözüm yolu “Afro-Amerikan kurumların -okullar, gazeteler, bankalar, iş ortamları, düşünce okulları gibi- çoğalması için yardım etmekti”(Jeffers). Du Bois, “renk körü” bir siyasa yerine, “renge doygun” bir moralite istiyordu.
Jeffers bu program niteliğindeki önerinin Amerikan üniversitelerinde bir nebze yankı uyandırdığı konusunda haklı olabilir. Öte yandan, önerinin üniversiteler dışında gayet iyi iş çıkardığı aşikar. Malcolm X, siyahi Amerikalıların eğitim görmesi, aile planlaması yapması ve kendi işlerini kurmaları yönünde vaazlarda bulunuyordu (ölümünden sonra, National Review onun bu yöndeki görüşlerini de ele alan, methedici bir ölüm ilanı yayınlamıştı). Bugün, Louis Farrakhan, Jason Whitlock ve Thomas Sowell gibi farklı isimler, değerli kültürel farklılıkları muhafaza ederken ırksal önyargıları sonlandırmak için benzer eylem planlarını ortaya atıyorlar. Du Bois’in ırksal çatışmalara getirdiği çözüm önerilerini kınamak, onun sosyalizminden koparılarak düşünüldüğünde, çoğu sağcı entelektüel için zor olsa da, geriye dönüp bakıldığında onun Sovyet komünizmine verdiği destek zararlıdan ziyade, olsa olsa tuhaf olarak değerlendirilebilir.
Ten Neglected Classics’deki diğer bölümler de, Jeffers’ın Du Bois’i kaleme alırken yaşadığına benzer sorunlarla karşı karşıya. Mesela, akademideki felsefi aşınmayı, geneldeki bir felsefi aşınma olarak (yanlış) tanımlamak… Ya da, bilerek veya bilmeyerek, incelenen eserin öne sürdüğü iddiayı görmezden gelmek ve bunun yerine, kanonikleşmeye değmeyecek fakat yazarının katkılarını tarihsel olarak tasdik etmenin yararlı olduğu metinleri seçmek. Sonuç olarak da, var olmayan bariyerleri yıkmak için kanaatkar bir dürtüye sahip olmak gibi.
Yazar: Mark Dunbar
Çevirmen: Emir Melek
Kaynak: The American Conservative
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.