Michel Foucault nihilist miydi? Dominika Partyga; nihilizmin Foucault’nun modern hümanizm eleştirisini, Nietzsche’nin düşüncesi ile olan ilişkisini ve modern dünyada doğru ve doğrulamanın yeni biçimlerini açma olasılıklarını nasıl şekillendirdiğini ortaya koymak için Foucault’nun ilk eserlerine göz atar.
Nihilizmin tarihsel sorunsalı, “neden” yanılgısından ziyade “nasıl” ile başlayan sorularla daha çok ilgilenen Michel Foucault’nun eserlerinde hiçbir zaman açıkça görünmez. Deliliğin Tarihi’nden Cinselliğin Tarihi’ne kadar, Foucault’nun soy bilimi, çoğunlukla çağdaş toplumda yaşantımızı şekillendirdiğimiz temel ilke ve değerlerin eleştirel tarihi olarak anlaşılmıştır. Buna rağmen Foucault, yaşamın anlamı sorununu kendi içerisinde hiçbir zaman araştırmadı. 1960’ların başında yazdığı ilk eserlerinden biri olan Kelimeler ve Şeyler’de Üstinsan (Übermensch) figürü, modern epistemenin üstüne çıkma olasılığını radikalleştiren “söz-görev” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Foucault, Zerdüşt’ün bilgi oluşumunu düzenleyen söylenmemiş kurallar alanına ilişkin öz korunum öğretisini okuyarak Nietzsche felsefesini yeniden gerçekleştirme imkânını bize sunar. Hatta olayı Nietzsche’nin “çağdaş felsefenin tekrar düşünme ile başlayabileceğinin ötesinde bir noktayı” işaret ettiği ya da en azından bilginin olanaklılığı hakkında Kantçı soruyla ilişkili olan kritik işlevini geliştirme boyutuna bile taşır. 50’li, 60’lı yıllarda Foucault’nun geliştirdiği kavramsal çerçeveyi, nihilizmin bize pozitif bilimin konusu olarak dayattığı şekliyle anlayabilir miyiz? Ayrıca, Üstinsan’dan hareket edersek nihilizmin epistemik alanda aşılabilecek bir şey olduğu fikrine varabilir miyiz?
Bu soruların aslında konuyla alakasız olduğunu düşünebiliriz. Nihilizm, Foucault’nun sözlüğünde bulabileceğimiz bir kavram değildir sonuçta. Bununla birlikte Foucault, Kant Antropolojisi’ne Giriş ve Kelimeler ve Şeyler’de Nietzsche’ye yüklediği metatarih ve ayrıcalıklı statüden daha sonra pişman olacaktır. Buna rağmen, Nietzsche ve Foucault’nun çalışmalarında nihilizmi sorunsallaştırmasından ziyade Tanrı’nın ölümünü bu eserlerde baz alarak modern epistemenin merkezinde yatan anlaşmazlıkları çözmeye başlayacağımız gibi, birtakım başlangıçlara da göz kırpabiliriz.
“Tanrı’nın ölümü, insanın ölümüyle yakından ilgili ‘çifte cinayet fikri’ olarak deneyimimizi oluşturduğu gibi aynı zamanda sınırlandırır.”
Foucault’nun ilk eserlerinde şiddetle eleştirdiği en çok dikkat çeken iddialardan biri, söylemin düzeni ile modern öznellik arasında ciddi bir boşluğun oluşudur. Bireyselleştirilmiş bilinç düzensiz rejimde bir kavşak noktası olursa söylem Foucault’nun kalıcı gerçeklik, zamansız anlam ve gerçek köken çalışmasında hümanist özne için yaşanılmaz olacağını öne atar. Bu anlamda, Tanrı’nın ölümü, insanın ölümüyle yakından ilgili “çifte cinayet fikri” olarak deneyimimizi oluşturduğu gibi aynı zamanda sınırlandırmaktadır.
Bir açıdan Foucault’nun metaforu, Nietzsche’nin modernite anlayışından izler taşırken, diğer yandan bu durumu 18. yüzyıl sonlarından itibaren var olan insanın anlama çabasına dönüştürerek Tanrı’nın ölümünün yeniden yorumlanmasından daha üst boyuta taşımaktadır. Bu noktada asıl soru, insanın Tanrı ile bağlantılı bir figür olup olmadığıdır. Foucault, insanoğlu hakkında bilgi kaynağı olarak insan biliminin gelişimi ve ortaya çıkışından yola çıkarak ikisi arasında güçlü bir bağ kurar. İnsanoğlu metafizik açıdan ve ölümsüz fikirlerin kaynağı olarak Tanrı’yı öldürmüş olsa da aydınlanma sonrası dünyada “Tanrı’nın dili, fikri, kahkahası” ile ilgili durumları çok az sorgulamaktadır.
Bu bağlamda, nihilizmin bütün türlerinden bahsedebilirsek eğer, bunun sınır ve temellerin ayrımını içinde barındıran önemli gaye ve değer yoksunluğuyla ilgili nihai bir hükmü ile tamamıyla ilgili olmadığı ortaya çıkar. Ancak bilgi alanı içerisinde insanoğlunun aykırı şeklini aldığı müddetçe tarihsel ve özellikle modern koşullardan kaçamayacağı da kaçınılmazdır. Söz konusu şekil, dünyayı anlama noktasında, bilgi sınırlarının tamamıyla bilgi yapısı ve çoğunlukla gerçeklik ve nesne kaynaklı felsefi düşünce içinde olan Kant görüşüne kadar gidebilir.
Kelimeler ve Şeyler eserinde Foucault’nun modernite anlayışına baktığımızda insanın sosyo-bilimsel bilginin nesnesi ve bilgi için olası koşul olabileceği zayıf varsayım epistemesi yanılgısına düşeriz. Nitekim Foucault’nun deneyimi bilginin pozitifliğini teşkil etmektedir. Delilik, hastalık, ölüm, suç ve cinsellik deneyimleri etrafında şekillenen eserleri, tarihin süreksiz sürerliliğini üstlenen sınırlı bir deneysel araştırma olarak algılanabilir. Sınırlılığı, sonsuz düzleme oturtmasından çok, delilik ve neden ile yanıltıcı sınırdan cinsel sapkınlık temeline uzanan daha keskin boyuta götürür.
“Nihilizm bir hastalık olmasının yanında insanın kendi öznelliğini bilmesine ve deneyimlemesine dayanan tarihsel bir alandır.”
Tanrı’nın ölümünü Foucault’nun yeniden yorumlamasıyla mercek altına alınan Nihilizm, bir inanış, hastalık, hatta gerçek iddialara yönelik radikal bir şüphecilik bile değildir. Aksine, ruhsal hastalığın tıbbi söylemi, arzu hermenötiği (yorumsama) ya da (bio)iktidar tekniği gibi gerçek, söylem ve disiplin sisteminin türlü oyunlarıyla insanın kendi öznelliği bilmesine neden olan ve deneyimlemesine dayanan tarihsel bir alandır. Bu öznellik tarihinde, kendini keşfetme süreci varoluşçu kelime üzerinden yaşamımıza eşsiz anlam verme olarak çok fazla anlaşılmaz. Bunun sebebi, kendini bilmenin konu ve nesne arasındaki ilişkiye hükmeden özel terimlerle (cinsellikle bireyin ilişkisi gibi) ilgili olduğu muhtemeldir. Bu anlamda, felsefenin yüzleştiği asıl soru “İnsan nedir?”, “nasıl”dan ziyade “neden” sorularını sorduğumuz ve insanın kendi bilgisinin kaynağı olduğu sürece Tanrı ve onun katili birden fazla rauntlu ölümcül bir yarış içine girer.
Yazan: Dominika Partyga
Çeviren: Özlem Yavuz
Bu yazının devamı Düşünbil Dergisi’nin Mayıs-Haziran (53. sayı) sayısında.