Paylaş

(Bu yazı, üç bölümlük parçalı serinin ilk bölümüdür.)

Güne gri gözlü ve endişeli başlarsınız. Dün gecenin sonunda, blogunuz için bir yazı üzerinde çalışarak, web’den olayları ve internet üzerinden yayılmış popüler olan videoları topladınız ve onları bir bütün haline getirdiniz. Peki istatistiklerde ani bir artışa mı neden oldu? Kahvenizi hazırlarken iPhone’unuzda oturum açıyorsunuz. Ancak profesyonel headspace’e girmek için çok erken –  ve bilmek istemediğinize karar veriyorsunuz ve birisi size facebook tan mesaj atıyor ve  gelen mesajı kontrol ediyorsunuz. Japon manga mashup*! Katil, Lombok’un maliyetini zarara uğrattı. Lady Gaga bir erkek ve ispatlamak için kanıt olarak fotoğrafları var! Bir arkadaşın bunu takdir edecek ve böylece bunu doğrudan onunla paylaşacaksın. Bu, belki de herkesle paylaşmak istediğiniz bir şey değil. LinkedIn’de iki yeni iletişim isteğiniz var. Profilinizin güncellenmesi gerekiyor. Bir hafta önce yerel etkinlik için tamamladığınız tasarım çalışmasıyla ilgili ayrıntıları eklemeniz gerekiyor mu? Emin değilsiniz. Profilinizi bir grafik sanatçısı olarak oluşturuyorsunuz ve kaliteli müşteriler arıyorsunuz. Belki de bu, bir süre daha inkübe edeceğiniz kişiliğinizin bir parçasıdır.

HootSuite’ye geçip hedeflenen içerikleri facebook arkadaşlarınız ve profesyonel bağlantılarınız için paylaşmaya başlıyorsunuz. Gün anca başladı ve şimdiden yarım düzine parçaya bölündünüz.

Sosyal medya olmadan nasıl yaşadık? On yıldan kısa bir süre içinde, Facebook, Twitter ve LinkedIn gibi ücretsiz çevrimiçi hizmetler, çalışma, oynama ve iletişim kurma şeklimizi tamamen değiştirdi. Bir dizi sosyal medya hizmetinde içerik paylaşmak, yüz milyonlarca insanın, yaşamın alışılmış bir parçası haline geldi. Ancak sosyal medyanın bizi psikolojik bir düzeyde nasıl etkilediği ile ilgili çok az şey biliniyor. Pek çok yorumcu, sosyal medyanın ekonomik faaliyet biçimlerini nasıl yeniden yapılandırdığını, kurumlarımızı yeniden nasıl şekillendirdiğini ve sosyal ve örgütsel uygulamalarımızı nasıl dönüştürdüğünü araştırıyor. Sosyal medyanın kişisel kimlik anlayışımızı nasıl etkilediğini hala öğrenmekteyiz.

Fransız filozof Michel Foucault (1926-1984), sosyal medyanın bizi nasıl psikolojik bir düzeyde etkilediğini açıklığa kavuşturabilecek bir dizi sezgiye sahiptir. Foucault internetin gelişinden önce vefat etti, ancak iktidarla ilgili olarak sosyal koşullandırma ve kimlik oluşumu üzerine yaptığı çalışmalar güncel hayata uygulanabilir. Foucaultian perspektifinden bakıldığında, sosyal medya bilgi alışverişi için bir araçtan daha fazlasıdır. Sosyal medya, kimlik oluşumu için bir araçtır. Sosyal medya, “özneleştirme” yi içerir.

Sosyal medyada Foucaultian perspektifi, onu çalıştıran mekanizmayı hedefler: “paylaşım”. Paylaşmak, sosyal medyanın temelidir. Bununla birlikte, içerik paylaşımı sadece tarafsız bir bilgi alışverişi değildir. Çoğunlukla, sosyal medya hizmetlerinde içeriği şeffaf, görünür bir şekilde, bir kalabalığın huzurunda paylaşıyoruz. Paylaşım eylemi bir ölçüde performanstır – J.L. Austin’in söylediği gibi, bir edimsel eylemdir (performatif),  dünyada bir şeyler yapan bir eylemdir. Bu önemlidir. Paylaşımın performatif yönü, eylemin mantığını ve deneyimini şekillendirir.

Facebook ya da Twitter’da içerik paylaşmanın, kendine özgü bir yapısı vardır. Sahnedeki aktörler, seyirciler tarafından izlendiklerini ve davranışlarını en iyi etkiyi bulmak için uyarladıklarını bildiği gibi, sosyal medyanın etkili kullanımı, belirli bir kalabalığın hoşuna gitmesi ve / veya etkilenmesi amacıyla içerik seçmesi ve çerçevelemesi anlamına gelir. Bunu yapma niyetinde olmayabiliriz, ancak yapıyorsak da bunu iyi yapmak çok önemlidir.

Anonim olarak (ve internet kültürünün radikal sonu, Anonim, anonimlik lehinde) paylaşmadıkça, paylaştığımız tüm içerikler varoluşsal bir işaret ile etiketlenir:

“Bunu ben gönderdim – işimin bir parçası. Beni işlerimden tanıyacaksın.”

Foucault, psikolojik olarak bize sürekli nasıl görünür etkiler yapıldığını anladı. Foucault, Jeremy Bentham’ın ideal hapishane modeli olan Panopticon’un, on sekizinci yüzyıldan beri Bentham’ın tasarladığı hapishaneler, okullar, hastaneler, iş yerleri ve kentsel mekanların mimarisine yerleştirilmiş olan modelinden etkilenmiştir. Benthem’in tasarımında Panopticon, merkezi bir nöbet kulesini çevreleyen hücrelerden oluşur. Hücrelerdeki mahkumlar sürekli olarak kuledeki gardiyanların bakışlarına maruz kalmaktadırlar, ancak mahkumlar kulenin içinde kendilerini göremedikleri için, gözetlenip gözetlenmediklerinden asla emin değildirler.

Bentham’ın Panopticon’unda, Foucault, mahkumların davranışlarını düzenlemede sorumluluk almalarını sağlayan işlevleri savunur. Kötü davranışların etkilerini önemsediklerini varsayarsak, mahkumlar, kurumun öngördüğü şekilde, izlendiklerini düşünerek ona göre hareket ederler. Zamanla, izlenme duygusu içine işlediği için, mahkumlar, kurumdan serbest bırakıldıktan sonra bile, her zaman Panopticon’daymış gibi davranışlarını düzenlerler.

Foucault’un iddialarına göre, “Panopticon’un başlıca etkisi: mahkumda, gücün otomatik işleyişini sağlayan bilinçli ve kalıcı bir görünürlük durumunun etki etmesidir” (Foucault, Discipline ve Punish, 201).

‘Bilinçli ve kalıcı görünürlük’… ’ Mark Zuckerberg’in sosyal medya hakkında düşündüğü şey budur. Hareketlerimizi ve paylaşımlarımızı bir kalabalığa göstererek, sosyal medya bizi bir çeşit sanal Panopticon’a maruz bırakmaktadır. Bu sadece faaliyetlerimizin, pazar analizini üretmek veya hedefli reklam oluşturmak amacıyla sosyal medya hizmeti tarafından izlenmesi ve kaydedilmesi değildir. Çoğunlukla, bu tür bir veri toplama işlemini görmezden gelebiliriz. Doğrudan bizi ve davranışlarımız üzerindeki etkiler, paylaşım yaptığımız kişilerden geliyor.

Facebook’un sanal Panopticon’unda gardiyan yok ve mahkum da yok. Bizler hem gardiyan hem mahkumuz, bir içerik paylaşırken birbirimizi izliyor ve dolaylı olarak yargılıyoruz.

Çevrimiçi paylaşımda, bir kalabalığa oynuyoruz. Bazı düzeyde, bunu kabul ediyoruz. Kalabalık paylaştığımız içeriği tüketir ve bizi tercih ederse, bu içeriği paylaşarak başkalarına aktarır ve oluşturmuş olduğumuz kimliğimizi onurlandırır.

Çevrimiçi olarak paylaşmak sadece kendini onaylama ve kimlik oluşturma meselesi değildir. Birçok insan için, paylaşım dürtüsü kabilelerini ve topluluklarını güçlendirmek ve bilgilendirmek için samimi bir arzudan kaynaklanır. Söz konusu kelimeleri duyurmak ya da kelimeyi geçiştirmek ya da başkalarının paylaştıkları şeyleri yorumlayarak ya da beğenerek konuşmanın devam etmesini sağlamak için sadece bir rol oynamayı taahhüt edebiliriz. Mesele şu ki, yaptığımız eylem ne olursa olsun kişisel bir açıklama yaparız: “onaylıyorum; paylaşıyorum; beğendim’. Kişisel tercihlerimizden oluşan bir kalabalıkla konuşuyoruz ve kalabalığın karşılığında bu tercihleri teyit etmekten başka hiçbir şeyden hoşlanmıyoruz.

Kuşkusuz bu, derin bir psikolojik ihtiyacı karşılar. Bu ihtiyacı harekete geçiren ne olursa olsun, paylaşmak ve tekrar paylaşmak bizi geriye çekmektedir.

*Mashup: Web 2.0 yani yeni nesil internet ile hayatımızı giren , bir veya birden fazla farklı veri kaynağını kullanarak bütünleşik uygulamalar oluşturma tekniğidir.

Yazar: Tim Rayner
Çevirmen: Şeyma Merve Kaymaz
Kaynak: philosophyforchange

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com