Michel Foucault, 1926’da Poitiers Fransa’da, varlıklı bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Muhtemelen, empati kurmanın güç olacağı hayatı, olağanüstüydü. Foucault, “hayatını bir sanat eseri” gibi ele aldı; yaşama çoşkusundan melankoliye ve intihar girişimlerine farklı ruh halleri içinde uçuşup durdu. Görünen o ki sürekli taklit edilmiş eşsiz ilişkileri olduğu kadar, sinir bozucu şekilde takarrür eden arkadaşlıkları da olmuştur. Bir süre için Marksistti, sonra Maoist oldu; lakin, radikal politik görüşleri, College de France’da kıdemli bir görev edinmesini engellemedi. Bir homoseksüel olan Foucault’un ölümü, entellektüel ve sanatsal toplulukta AIDS’le gelen ilk ölüm dalgalarından biriydi.
Istırap içindeki bir dehanın bütün özellikleri Eribon’un Foucault eserinde bulunabilir. Foucault; Gilles Deleuze, Jacques Derrida, Jacques Lacan, Louis Althausser ve Jean Baudrillard gibi isimlerle birlikte varoluşçuluğun alacakaranlık yılları boyunca şöhret kazanmaya devam etti. Her zaman olduğu gibi şimdilerde de değişken bir itibarı var.
60’lar ve 70’ler boyunca Le Nouvel Observatives’in baş yazarı olan Maurice Clavel şöyle yazıyordu: “Michel Foucault hakkındaki sabit fikirliliğim meşhurdur. Ona, kendinden sonra asla eskisi gibi düşünülemeyecek bir adam, Kant gözüyle bakıyorum. Ve büyük olasılıkla, Kant’ın uykuya daldığını gösterdiğimi düşünüyorum. Oysa Foucault, uyanık halimizi dahi bilmekten, bizleri giderek artan şoklarla uyanık tutmayı asla bırakmadı.”
Foucault sık sık takdir toplasa da, Baudrillard gibi çağdaşları onu görmezden gelmemizi tavsiye etmiştir.
Eribon, Hegel ile çalışmanın Foucault’u bir öğrenci olarak etkilediğine dikkat çeker. Esasen tarihle ilgilenen Foucault, “Felsefenin tarihin anlatısını temin ettiğine, tarihin de, onun akla doğru sabırla ilerleyişinin kaydını tuttuğuna” hükmetmiştir.
Foucault’un çağdaşlarından Jean d’Ormesson, felsefenin etkilerini anımsatır: “1945 yılıydı. Savaştan hemen sonra ve sonrasındaki birkaç yıl boyunca, felsefe, kıyaslanamaz bir prestij taşıyordu. Bu kadar zaman sonra bizim için neyi temsil ettiğini tanımlayabilir miyim, bilemiyorum. 19.yy, muhtemelen, tarihin yüzyılıydı, 20.yy ortaları felsefeye adanmış gibiydi; edebiyat, resim, tarihsel çalışmalar, politika, tiyatro ve sinema, hepsi felsefenin elindeydi.” (syf 17)
Michel Foucault, Didier Eribon, Çeviri: Betsy Wing, Faber ve Faber (1991)
Paul Royall, 1993.
Paul Royall bir gazetecidir. Uzun zamandır Foucault araştırmaları yapmaktadır.
Devamı Düşünbil Dergisi’nin “Foucault” sayısında yayınlandı. (Sayı 53 – Mayıs Haziran 2016)