Paylaş

Ian Parker’ın yayımlanmış çalışmaları okuyucularında belirli düzeyde bir beklenti yaratmışsa son kitabı onları hayal kırıklığına uğratmayacak. Bu çalışmasında Parker, yalnızca “Lacan’ı bilen” (ve benzer biçimde Marx’ı da bilen) biri olarak değil, aynı zamanda (belki de çoğunlukla) kapitalizm altındaki kendi yabancılaşmalarıyla yüzleşmeye istekli ve kendi güç anlayışlarını ve güç ile ilişkilerini sorgulamakta olan analizanlar için analizin potansiyel “terapik değeri”nin farkında olan bilgili, Lacancı psikanaliz uygulayan bir analist olarak karşımıza çıkıyor. Bunun yanında Parker’ın klinik durumlardaki, klinik dışında sosyal ve politik eyleme meyilli analizanların “kendilerine dönüş”ünün sözüm-ona doğrudan çevirisine dair bir illüzyon altında olmadığı açıktır. Kuşkusuz, Marx’a ve Marksizme olan yakınlığı bu bakımdan katkı sağlayıcı bir etmen olarak karşımıza çıkar. Onun iki tür “devrim” arasındaki ilişki anlayışı bile sadece, bu kitabı okumaya ve tekrar okumaya değer kılmaktadır.

Kitap incelemesinin sınırlı alanında bu kitabın zenginliğini ve entelektüel karışıklığını yargılamak imkansızdır, bundan ötürü burada ele alınan soruların ve konuların çoğu arasında beni en çok etkileyenlere dair seçici olmak zorunda kalacağım. Dolayısıyla Parker’ın, Giriş bölümünde, Lacancı psikanaliz oturumunun yapısını, bu uygulamanın temelini oluşturan ve açık ki, “tam” özneden ziyade “eksik” özne kavrayışına dolaylı yoldan bir görüş sunan bir süreç içinde, pek yoğun olarak dillendirdiğini hatırlamamızda büyük yarar var. Bahsedilen bu özne Lacancı psikanalitik oturumun özelliklerini belirleyen yokluklara ve belirsizliklere karşılık gelmektedir.

Burada Parker’ın ayrıca, Lacancı psikanalizde karşılaşılan, olayları ve süreçleri şeyleştirmenin pek-insanca eğilimini yıkan kavramların (belirgin ölçüde) “tözsüzleştirilme”sine dikkat çektiğini ekleyebiliriz. Parker kitap boyunca, “-leştirici” ekinin (örneğin psikiyatrileştirici ya da histerikleştirici) uygun bir şekilde ve tekrar tekrar kullanımıyla öznelliğin (esasında dünyanın) her zaman bir süreç içinde olduğunu Lacancı (aynı zamanda Deleuzeci) bir tarzda okuyucularına hatırlatır. Bu açıdan Lacan’ın, insan bilgisinin “paranoyak” bir yapıya sahip olduğu ve psikanalistin bu yapıyla dolaylı bir biçimde, analizanların en azından kendi öznellikleri söz konusu olduğu ölçüde gözünü açmalarında yardım sağlayacağı yönündeki tezine sadık kalmıştır.

Dolayısıyla Parker’ın, Lacancı psikanalistlerin danışanlara (yabancılaşmış) kapitalist topluma “uyum sağlamasına” yardım etme sözünü vermesi şeklinde okuyucular tarafında oluşabilecek bir illüzyonu yıkması şaşırtıcı değildir. Husserlci fenomenolojik indirgemeleri ve “paranteze alma [epoché]”yı andıran bir biçimde Parker, Lacancı psikanalizin, simgesel ufuklarımızın sınırıyla yıkıcı, alt üst edici (yine de arzulanabilir) karşılaşmanın gerçekleşebileceği alanı kaplayan bu yabancılaştırıcı, ideolojik katmanları nasıl yonttuğunu göstermektedir. Klinikteki psikanalizin yanı sıra kuram olarak psikanalizin tarihsel inşasını konu edinmiştir ve psikanalitiğin “derin çalışma”sının olanaklı kıldığı “öznellikte devrimler” ile örneğin Marksizm ve feminizm tarafından tetiklenenler gibi sosyal devrimler arasındaki bağlantıya dikkat çekmiştir.

Psikanalizin, başlangıcından beri, tanısal kategoriler ve tedavi konusunda psikiyatri ile karıştırılması ve onunla dolu bir ilişkiye ama yine de arasına mesafe koyma işaretlerine sahip olması, tarihsel tarafı pek güçlü olmayan okuyucularına göre bir aydınlanma gibi gelebilir. Parker’ın, tıbbi tedavi olarak psikiyatri ve “konuşma tedavisi” olarak psikanaliz arasındaki belirsiz ilişkiye eşlik eden (cinsiyet ve patoloji açısından) birey üzerindeki indirgemeci etkiler hakkındaki bilgili tartışması, böylesi indirgemelerin nihai olarak çağdaş toplumdaki bireyin kuramsal ve uygulamalı olarak yönetilişine hizmet etmesi gerçeği konusunda okuyucularının gözünü açmalıdır. O, bunun yerine öznenin patolojileştirilmesinde (bireyi aşan) gösterenin (ve dolayısıyla baskın toplumsal söylemin) rolüne ilişkin Lacan’ın ısrarına dönerek patolojinin bireye ölümcül bir şekilde indirgenmesine karşı uyarıda bulunmaktadır.

Basit bir şekilde ifade edecek olursak Parker’a göre, eğer onu doğru anlamışsam, özne patolojikleştirildiği ve “tıbbi” psikiyatri “tedavi”yi ona ulaştırabildiği sürece, patolojinin yabancılaşmış toplumun bir işlevi olduğu gerçeği, rahatlıkla gözden kaçırılabilir; toplumsal, ekonomik ve politik statüko sürdürülebilir. Ve bu basitçe, gösterenin özne-esaslı rolüne ilişkin Lacan’ın görüşünü takip etmeye dair (özgürleştirici) bir mesele de değildir. Parker’ın (Foucault ile benzer olarak) üstü kapalı bahsettiği gibi, bugün büyük ölçüde, bireylerin “cinsel anlam” aramalarının öğütlendiği ve bireysel davranışın durmaksızın düzenlenmeye devam edildiği söylemsel alandadır. Lacancı psikanalizin karşılaştığı görev aslında ürkütücü büyüklüktedir ve (bu karışık ancak aydınlatıcı kitabı okurken fark edeceğimiz gibi) öznelerin tuzağa düştüğü simgesel yapılar üzerinde etkisi olacak (tek) şey olarak Lacancı “gerçek”i hayati ölçüde kapsar.

Kitapta karşılaşılan en ilginç düşüncelerden birisi, psikiyatrinin feodal yapılarla üstü örtülü suç ortaklığı ile ilgilidir (Hegelyan feodal efendi olarak psikiyatrist). Bu yapılar psikiyatrik uygulamada sürdürülür ve psikanalizin görevi ise gösterenler sisteminin bir işlevi olarak “yapı”nın tarihsel kavrayışıyla birlikte, gösterenler arasındaki ilişkinin Lacancı söylemsel bir anlayışı aracılığıyla bununla mücadele etmektir.

Parker’ın buradaki görüşü ile Foucault’un (Parker’ın da bildiği) bireylerin söylem yoluyla normalleştirilmesi ve patolojileştirilmesine dair görüşü arasındaki örtüşmeyi fark etmemek elde değildir. Kimi belki onun gösteren ile baskın söylem arasındaki gerilimin “zihnin altta yatan yapısı”ndan ziyade tarihsel süreçte gömülü olduğu iddiasının karşısında yer alabilir. Peki baskın söylem yalnızca tarihsel bilimsel ya da söylemsel zihin meşguliyetinin bir işlevi midir, yoksa (bazı) tarihsel koşulların altındaki zihnin sezilebilir işlevleri açısından (söylemsel olarak) mı anlaşılır? Diğer düşünürlerin zihin modellerinde Lacan’daki üç kategorinin (imgesel, simgesel ve gerçek) muadillerini bulmamız (üretici imgelem, anlayış ve numen ya da kendinde-olan-şey’in yanı sıra Kant’ın sezi, zaman ve mekan biçimleri akla geliyor) rastlantı değildir. Bunlar, tüm-olmayan ve bir şeyin alanlarını aştığı sezi/algı, kavramsallaştırma ve farkındalığın ortak insan kapasiteleri tarafından ortaya atılmış gibi görünüyor. Bundan ötürü ben “yapı”nın ikisi de olduğu görüşündeyim: Bizzat kendileri kaçınılmaz olarak söylemsel şekilde ifade edilen zihnin bilişsel işlemleri (yani bu hep tarihsel aracılı oldukları anlamına geliyor) tarafından işlevsel olarak ortaya atılmıştır.

Parker (“boyun eğmez”) Lacancı psikanaliz uygulamasının, sürekli zorluklar ve ayartılar sürüsü ile yüzleşmek zorunda olması yönüyle zor olduğu konusunda şüpheye yer vermemektedir. Lacancı psikanaliz biyolojik ya da nörolojik indirgemeciliğe, tanısal kategorilerin çokluğu yoluyla özneleri “hastalar” olarak patolojileştirme eğilimine ve Lacan’ın gösteren üzerine vurgusunda hep mevcut olan (bunun etkileri olarak bedenin temsillerinde açıkça görüldüğü gibi) “gösterenin maddeselliği” yerine bir idealizme kayma tehlikesine direnmesi gerekmektedir. Tüm bunlarda, öznenin devrimsel uygulaması ve özne üstündeki devrimsel bir uygulama olarak psikiyatrinin ve psikanalizin bir parçasında psikolojinin normalleştirilmesinin reddedilmesi ve bunlara direnilmesi vurgulanmıştır. Ancak, kliniğin alanının politik praksis alanıyla (yani özne tarafından gerçekleştirilen devrimsel kendini sorgulama ve toplumun devrimsel bir yeniden yapılışının alanıyla) pek-kolayca birleştirilmesine karşı birlikte gerçekleşen bir uyanıklık durumu vardır. Parker, Lacancı psikanalistin politik praksiste bir değişiklik ummasının ancak kliniğe odaklanarak ve klinik üzerine çalışarak olacağını savunur.

Psikanalizin yanı sıra psikiyatriden gelen malzemeyi asimile etme sürecinde psikolojinin nasıl psikiyatriye bir alternatif olarak geliştiğini özetlediği yer, yani Parker’ın “psikolojileştirme”yi (sermayenin [kapitalin] gerektirdiği ideolojik özneyi üretmesinden dolayı) kapitalizmin yükselişine eşlik eden bir süreç olarak dışa vuruşu özellikle değerlidir. Bu özne (sözümona) “özgür”, saldırganca rekabetçi, işçi-girişimcidir. Psikoloji burada politikanın yerine geçer; akıl sağlığı stratejileri yoluyla sosyal değişimi etkin biçimde sınırlar, toplumun bürokratikleştirilmesine uyumu ve teşviki öne çıkarır. Bu bağlamda, Parker’ın, hem kurumsal savaşlar hem de Lacan’ın evrimleşen kuramı açısından Lacan’ın kimlik kavramı eleştirisi konusundaki anlayışı özellikle aydınlatıcı bir özellik taşır. Parker, Lacan’ın “dilin farklılık üzerine kurulu işi” üzerine ısrarının, analiz yoluyla “kimliği” yıkması ve bununla kapitalist gücün gerektirdiği türden bireyi yıkması açısından devrimsel olduğunu anlamamıza yardım etmektedir. Bu da dolayısıyla Lacan’ın “hakikatin histerikleştirilmesi” açısından kapitalizm altındaki yaşama dair nüans barındıran anlayışının (Parker’ın öne çıkardığı) incelikleri ile bağlanmaktadır. Burada Parker, Lacan’ın kelimenin tam anlamıyla cinsiyetçi açılardan düşünmeyi reddedişini belirtecek dikkate sahiptir: Hem erkekler hem kadınlar, kurulu düzene (“erkek” şeyi) “saplantılı olarak boyun eğme” özelliğinde olabilir ve benzer olarak hem kadınlar hem erkekler “(statükoya) histerik olarak direnç gösterme” (“kadın” şeyi) özelliğinde olabilirler ve gösterirler.

Parker, psikoloji açısından iyi anlayışına dair ya da etik konulara psikanalitik yaklaşım anlayışına dair zor soruyu yöneltmekten çekinmiyor. Daha önce üstü kapalı olarak belirtmiştik ancak tekrar etmeye değecektir: Bu kitabın güçlü taraflarından biri, psikoloji ile kapitalizmin baskın ekonomik düzeni arasındaki suç ortaklığını vurgulama şeklidir. Bu baskın ekonomik düzen içerisinde psikoloji, sermaye ile şeyleştirici ilişkileri ve kendi emek güçleri ile olan potansiyel olarak yaratıcı ama ihanet edilmiş, nötrleştirilmiş ilişkileri arasında sürekli bölünen “bireylerin tamiri” rolünü üstlenir. Örnek (“erkek”) psikolojik öznenin, saplantılı nevrotiğin, üretilmesi bu ekonomik koşullar altında gerçekleşir.

Lacan’ın “gerçek” kavramı açısından yabancılaşma üzerine olan aydınlatıcı tartışmasında Parker eş zamanlı olarak Lacancı psikanalizin kapitalizm koşulları altında üstlendiği önemli rolün ne olduğunu da belirtir. Klinik yoluyla Lacancı psikanalize erişen öznelere, baskın sistem altındaki yabancılaşmaları açısından kendini anlama fırsatı sağlanacaktır, bu ise karşı eylem için gereken yolu açabilir.

Potansiyel danışanlara önerdikleri psikoterapinin yalnızca, yabancılaşmış “kapitalist” bireyin ideolojik anlayışını desteklemeye hizmet ettiğini ve tam tersine Lacancı psikanalizin yol açacağı türden bir psikoterapinin, en iyi ihtimalle, dolaylı olduğunu öğrenmek birçok psikologu ve psikoloji öğrencisini şaşırtacaktır. Parker, aynı zamanda, revaçta (ancak ideolojik) olan değişkenliğin kıymetlendirilmesinin, sözüm ona “postmodern” öznenin, aslında bu davranıştan yararlanacak olan etkili ekonomik ve politik güçlerin yararına çalıştığı konusunda yerinde bir uyarıda bulunmaktadır.

Parker’ın (Lacancı) kliğin alanına dair nitelendirmesi, yani toplumla paradoksal “dış-mahrem” (dış ama yine de derinlemesine bağlı) bir ilişki ile “gerçek”te ve “gerçek”in kliniği olarak nitelendirmesi bu ışık altında anlaşılmalıdır. Bir yandan klinik dışındaki sosyal devrim kuramına dayanır diğer yandan, reddetme alanı, ama koşullu olarak teşkilatlanmış, kapitalizmin izlerini taşıyan toplumu reddetme alanı olarak, klinik içinde öznellikte de bir devrimi olanaklı kılar.

Bu, klinik içinde gerçekleşebilecek (Kristeva esintileri ile) öznellikteki devrim ile klinik dışındaki muhtemel sosyal ve politik devrim arasında doğrudan bir nedensellik ilişkisine işaret etmez. Fakat tam da Lacancı psikanalizin öznesinin, güç ile ilişkilerini sorgulamasının mümkün kılınmasından ya da belki teşvik edilmesinden ötürü sosyal gerçekliğin devrimsel değişime herhangi bir katılım bireysel öznellik düzeyinde “hazırlanmıştır”. Ve bu uğurda “gerçek”teki klinik, “gerçek”in kliniği (yani “çetin ceviz” Lacancı psikanaliz yönelimindeki klinik) büyük ölçüde katkı sağlayabilir. Ian Parker’ın bu kitabını okumanızı mutlaka öneriyorum: Oldukça etkili ve ikna edici biçimde konu haline getirdiği türden devrimlere katkıda bulunabilecek bir kitap.

©® Düşünbil (2021)

Yazar: Bert Olivier
Çeviren: M. Salim Dın
Çeviri Editörü: Cemre Yılmaz
Kaynak: Oliver, B. (2011) A Clinic in the “Real”. Psychology in Society, 41: 80-83.

Kitap: Parker, I (2011) Lacanian psychoanalysis: Revolutions in subjectivity [Lacancı Psikanaliz: Öznellikte Devrimler]. London & New York: Routledge. ISBN 978-0-415-45543-5 pbk. Sayfa sayısı ix + 238.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com