İyilik; kötülük yapamamak değil, yapmamaktır. Güç (ise) elinde her türlü öldürme imkânı varken bağışlayabilme becerisidir; gerçek güç merhamettir (1). İyi ile kötü olanı ayıran ölçüt de, sahip olunan gücün kullanımıdır. Yani iyilik, kötülük yapmaya muktedirken bunu yapmamayı seçebilme erdemidir. Erdemli kişi iyidir ve ahlakın bireyde işleyişinin doğru bir örneği hatta timsalidir. Fakat acziyetinden ve güç yoksunluğundan ötürü masumiyet hırkası giyinenler, şartlar değiştiğinde güç sarhoşu olur, en nihayetindeyse tiranlaşırlar. Çünkü aciz insan korkaklaşır ve korku insanda nevrozlara sebebiyet verir. Böylece korku öfkeyi ve öfke de daha derin bir korkuyu ortaya çıkarır. Kanlı diktatörlerin güçlerini kaybetmelerinin ardından içine girdikleri ruh hâli işte budur. Gücü ele geçirdiğinde aslan olan, gücü kaybettiğinde süt dökmüş kedi hâline gelir. Çünkü aslında üstlendiği gücün kontrolünde savrulan ve sayrılar arasında çırpınan bir meczuptan ibarettir. Gücü korumak ve bu güçle kendini ispat etmek, onda takıntı (obsession) olmuştur. Savaşlar, ekonomik ve bürokratik iltimaslarla kendi tebaasını oluşturur, güçlendirir ve besler. Ayrıca üstünlük hissi, aşağılık kompleksini de derinleştirir. Eleştiri ve alternatif görüşler karşısında, benliğine yönelmiş düşman namlusu gibi öfkelenir, acımasızca saldırır ve sindirir. Korkusu, acımasının önüne geçer çünkü zayıf kalmak onun için ölümle aynıdır.
Güç istenci, her canlının arzuladığı bir idealdir. Buna en büyük örnek Nazi Almanyası’dır. Kavgam adlı kitabında; “Ben Dünya’ya insanları güçlü yapmak için gelmedim, onların güçsüzlüklerini kullanmak için geldim” (2) diyen Hitler, Kitlenin ruhu ancak kudret ve güce teslim olacağını da bilmektedir (3). Peki, bunu nasıl yapacaktır? Boğa sürülerini kocaman araziler boyunca süren kovboyların tüm mahareti, atlarına olan hâkimiyetlerindendir. Büyük liderlerin liyakatleri de kitlelerin karşısında sergiledikleri duruşlarından gelir. Gücü hazmedip içselleştirirlerse, kitleler de o kişinin nezdinde güce biat etmeye razı hâle gelirler. Adolf Hitler’in binlerce masumu öldürttüğü insanların hâlâ nasıl pişman olmadığı sorusunun cevabı işte tam olarak budur. Çünkü kitlelerin aşağılık kompleksine kapıldıkları buhranlı yılları geride kalmıştır, Alman halkı Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle ayrılmış ve 1929 yılındaki ekonomik krizle birlikte muazzam bir ekonomik darboğazın altında uç noktalara ayrışmıştır. Bu noktada yenik bir Alman askeri olan Hitler ise bu aşağılık kompleksini kullanarak, toplumun biriken enerjisini kendi ardına alır. Nietzsche’nin ölümünün ardından kız kardeşi tarafından tahrif edilerek yayınlanan eseri Güç İstenci’ni de ideolojik yapılanmasının bir kaynağı olarak kullanır. Bunu yaparken de Nietzsche’nin son günlerini geçirdiği Weimar’daki müze-eve ziyarette bulunur. Burada çekilen fotoğrafında da aslında Nietzsche ile ilgili fikirlerini de görmek olasıdır. “Hayat savaşın bir sonucudur, toplum ise savaşın bir aracıdır” (4) tezini alımladığı kişiye kişisel saygı gösterisi değildir sadece yaptığı: Almanya’nın felsefe kültürüne ve milli varlığına sahip çıktığını söyleyerek, Üstün İnsan (Ubermensch)* fikrini aşılamaya başlar. Bu amaçla önce düşmanlar yaratır, ardından bu düşmanlara karşı sahip olduğu gücü kullanır. Goebbels aracılığıyla kullandığı klavye basını ve yetkin hitabet kabiliyetiyle efsunladığı kitlelerce yüceltilerek, idealine ulaşır. Gücün doğru kullanımı nihayetinde aşağılık hissiyle yaşayan ve bir anda güç ile bütünleşen kitleleri hipnoz hâlinde birer kukla hâline getirir. Çünkü kitleler asla, yalnızca ezildikleri için, kendiliklerinden başkaldırmazlar. Kendilerine karşılaştırma yapabilecekleri ölçüler verilmedikçe, ezildiklerinin bilincine varmazlar (5). Böylece gitgide büyüyen bir çığ ortaya çıkar. Ayrıca dönemin matbu yayınlarına ve eğitim müfredatına da yansıyan bir propaganda söz konusudur. Almanların Führer ile IV. Reich’ı yükselteceği ve Alman ırkının dünyaya hâkim olacağı fikri empoze edilir. Çocuklara dair yürütülen bir başka beyin yıkama yöntemi ise oyuncaklar üzerinden savaş seviciliği yaymaktır, ki Sunay Akın’ı okuyanlar aşina olacaktır.
Güce sahip olmamın en zor kısmı ise, paylaşmaktır. Güçlenen birey, gücünü paylaşmak istemez ve elbette yozlaşmaya mahkûm olduğundan, güçte hak sahibi olan kim varsa yok etme yoluna gider. Kendi yeğenlerini, kardeşlerini, babasını, hatta çocuklarını bile öldürür ama asla durdurulamaz. Güç için savaşır, yakar, yıkar ve durmadan buna devam eder. Ta ki güç onu aldatıcı sözlerle yok edip, zehriyle tüketene değin vazgeçmez. Çünkü güce sahip olmak ile gücün esiri olmak arasındaki fark kişinin niteliğini belirler. Gücü yönetmeye muktedir olmayan ise kendi kıyametini hazırlar. Antik anlatılarda bu olayın temsili güneş tanrısı Helios’un oğlu Phaeton üzerinden yapılır. “Yunan mitolojisinde hep tanrıları taşıdıkları bilinen atlı arabalardan biri, güneşi doğduğu dağdan alıp göğe kavuşturur ve batarken de yeryüzüne indirirmiş… Güneşi taşıyan bu atlı arabayı Güneş Tanrısı Helios sürermiş. Helios’dan uzakta yaşayan ve onu henüz tanımayan oğlu Phaeton, bir gün annesinden izin alıp babasının sarayına doğru yola koyulmak istemiş ve ihtişamlı saraya vardığında babası Helios’a gelişinin nedenini ‘ölümlülere senin oğlun olduğumu kanıtlamama izin ver’ diye anlatmış. Bunun üzerine her şeyi yapacağına dair ant içen babasından dilediği şeyse, babasının her gün arkasına güneşi alıp, gökyüzünde sürdüğü ve böylece günü yarattığı atlı arabayı sürmektir. Babası, Zeus’un bile kullanamayacağı bu atlı arabayı ‘ölümlü’ olan oğlunun kullanmasını kabullenemez ve güneşin yolculuğu sırasında karşılaştığı türlü zorlukları, ölüm saçan korkunç yaratıkları, dik yokuşları ve arabasının azgın atlarını anlatarak oğlunu vazgeçirmeye çalışır. Phaeton, imkansızı istemeye devam edince babası bu isteğe boyun eğer ve güneşin atlı arabasını getirir, peşinden de öğütlerini sıralar:
‘Kırbacı sımsıkı tut, dizginleri sakın bırakma ve benim daha önceden bıraktığım tekerlek izlerini takip et. Çok hızlı gidersen cenneti, çok yavaş gidersen annenin evini ve dünyayı yakarsın. Ya şimdi dizginleri al ya da fikrini değiştirerek arabayı bana geri ver’.
Dört bir yanı değerli taşlardan ve altından yapılmış arabaya atlayan Phaeton, bu öğütlere rağmen atlara yolculuğu emreder. Bu yabancıdan korkan ve şaha kalkan atlar, sürücülerinin acemi olduğunu hemen anlar ve yokuşu öyle hızla çıkarlar ki, görenlerin bile ödleri kopar. Phaeton dizginleri bırakıverir ve atlar doğu rüzgârını geçerek hızla yeryüzüne inmeye başlar. Arabanın güneşten getirdiği sıcaklık yüzünden tepeler tutuşur, vadileri ateşler sarar. Irmaklar ya buhar olur ya da kaçacak delik arar. Libya baştanbaşa kavrulur, çöl olur. Habeşistan halkı ise yakıcı güneşten kararır. Bunun üzerine Zeus, eline hemen yıldırımı alıp Phaeton’a doğru fırlatır. Yıldırım Phaeton’a çarpar ve delikanlı arabadan düşüp bir ırmağın sularına gömülür” (6).
Özetle, güç istenci canlının varlığına dair duyduğu kaygının neticesinde ortaya çıkan bir dürtüdür. Doğada bin bir tehlikenin içinde yaşayan canlı, güçlü olursa zarar görmeden türünün devamını sağlayabileceğine kanaat getirir. Topluluklar içinde de özgürlüğün gerektirdiği koşulları sağlayamayan ya da sorumluluk almaktan kaçınan kitlelerin desteğinin anahtarı sahip olunan güçtür. Hitler yine Kavgam’da, kitleleri çeken şeyin kitaplardan ziyade hitabet ve sunum olduğunu söylemiştir; zirveye doğru yolculuğunda buna sıkı çalışmış, kendini şekillendirmiştir ve kitlenin enerjisini kendi çıkarına göre yönlendirmiştir. Eva Braun’u gölgesinde bırakması ve yalnız kurt olarak poz vermesi de kadınların libidinal enerjisini kazanmaya yönelik bir stratejidir. Çünkü kadın-erkek ilişkileri güç temellidir. Erkek güce, kadın ise erkeğe sahiptir. Yani kadın güce sahip olur ama riski erkeğe bırakır. Çünkü kadın erkeği maşa olarak kullanır ve erkeğin arzularını tatmin ederek onda belirsiz bir kontrol hayali oluşturur. Böylece hem gücü, hem de güç için maşa olarak kullandığı erkeği kontrol hâlinde tutar. Erkek savaşır, yaralanır hatta ölür kadın için ama kadın böylece bunları yapmadan da güce sahip olabilir. Kadınların güçlü erkekleri seçme ya da arzulama nedeni (hipergami), güce erişimi ve refahı bu şekilde kolaylaştırmak istemelerinden dolayı gelişmiştir. Böylece anlıyoruz ki: kadınların erkeğin yanında bulunduğu yer, Cengiz Han’ın eşini tanıtırken söylediği rivayet edilen sözde görülebilir; “Ben sizin Han’ınızım, bu da benim Han’ım.
*Editörün Notu: Nietzsche’nin kullandığı kavram “üstinsan” olarak çevrilir. Fakat Naziler bu kavramı “üstün insan” olarak okuyarak/kullanarak faşist ideolojileri için kullanışlı hâle getirirler.
Dipnotlar:
(1) Schindler’in Listesi, Yön. Steven Spielberg, 1993.
(2) Kavgam (Mein Kampf), Adolf Hitler, Çev. Mine Toker, Toker Yayınları, Nisan 2017.
(3) Kavgam (Mein Kampf), Adolf Hitler, Çev. Mine Toker, Toker Yayınları, Nisan 2017, Sayfa 48.
(4) Güç İstenci, Friedrich W. Nietzsche, Çev. Nilüfer Epçeli, Say Yayınları, Mayıs 2017.
(5) 1984, George Orwell, Çev. Celal Üster, Can Yayınları, Şubat 2016, Sayfa 181.
(6) Klasik Yunan Mitolojisinin En Güzel Efsaneleri, Gustac Schwab, Çev. Devrim Doğan Yüzer, İlya Yayınevi-İzmir, 2009.
Kaynaklar:
Schindler’in Listesi, Yön. Steven Spielberg, 1993.
HITLER, Adolf, Kavgam (Mein Kampf), Çev. Mine Toker, Toker Yayınları, Nisan 2017.
NIETZSCHE, Friedrich, Güç Istenci, Çev. Nilüfer Epçeli, Say Yayınları, Mayıs 2017.
ORWELL, George, 1984, Çev. Celal Üster, Can Yayınları, Şubat 2016, İstanbul.
SCHWAB, Gustav, Klasik Yunan Mitolojisinin En Güzel Efsaneleri, Çev. Devrim Doğan Yüzer, İlya Yayınevi-İzmir, 2009.
Yazar: Emre Bozkuş
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.