Hepimiz içine doğduğumuz dünyada belli hedefleri olan, o hedeflere ulaşmak için çeşitli yollardan çeşitli yöntemlerle geçmeye çalışan, yaşadığımız çağın en modern çocuklarıyız. Bundan beş yüz ya da bin yıl öncesinde yaşamış dahi olsak ve hatta prehistorik çağlarda şu an, değil şeklini adını bile bilmediğimiz yaratıkların arasında bile yaşasak o çağlarda bile ilkellik tabiri bir önceki döneme atfedilen bir durum olurdu. Onun bugünlerde adına dünün ilkel insanı diyebileceğimiz bir mesafede kendini gerçekleştirmek için bazı hedefler koyduğu da aşikâr. Zira daha çok barınma, beslenme, korunma gibi temel ihtiyaçların ağır bastığı dönemler olmasına rağmen neden durduk yere duvarlara resimler çizsin ya da avladığı hayvanın derisinden, kemiklerinden birtakım aksesuarlar geliştirsin? Kendi çağının en moderni dört ayak üzerinde yürürken ellerini kullanmaya başlayıp iki ayağının üzerine geçiş yapan değil mi? Ellerini boşa çıkardıktan sonra daha hızlı koşmaya başlayan, çevresine başka bir gözle ve açıyla bakan insana artık sen ilkelsin denilebilir mi?
Dedik ya doğduğumuz anda kendimizi her ne kadar henüz içselleştirip, anlamlandıramadığımız bir çevrenin içinde bulsak da, ilk reflekslerden ve en önemlilerinden olan emme refleksimiz bizi hızla hedefe odaklar. Böylece diyebiliriz ki; insan hedefsiz değil, gerçekte hedefleriyle aynı anda doğar. Aslına bakarsanız refleks, dıştan bir uyarılma sonucu kişinin istençdışı tepki göstermesinin adıdır. Ancak refleksif bir tutum kazandığında artık o uyarımın içten gelmesi gerekir ki bu da öznenin yani bireyin artık ihtiyaçlarını yönlendirebilmesi ve bu yönlendirmenin de yönünü tayin edebilmesi anlamına gelir. İşte hedef dediğimiz durum tam da bu aşamada anlam kazanmaya başlar.
Kişinin kendi hayatında sağlıklı hedefler oluşturabilmesi için öncelikle hayatının sorumluluklarını da alması gerekir. Sorumluluklarını bilen ve attığı adımların hesabını öncelikle kendine ve sonrasında çevresine verebilen kişi ne yaşarsa yaşasın bütünlüğünden çıkmaz ve hedeflerine emin adımlarla ilerler. Hedefler somut istekler olduğu gibi soyut kavramlar üzerinden de tanımlanabilir. Örneğin; bu hedefler üstü açık spor bir araba ya da dubleks bir yazlık almak olabileceği gibi, banka hesaplarında tutturulmaya çalışılan birikim mevduatları gibi maddi ederi yüksek ve ulaşılması için çok çalışmanın gerekli olduğu ve bu çalışma doğrultusunda birikime yönelik olabileceği gibi, bir kitap yazmak, bir aile kurmak veya bir dernek ya da vakıf kurarak ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmak gibi kuruluş itibariyle somut ancak oluşum itibariyle kendini gerçekleştiren soyut bir hedef de olabilir. Hedef belirlemenin her iki durumu da yani soyut ya da somut hedefler olması, gerçekleşmesi açısından birbirlerine çok benzerler. Fakat kişisel tatmin anlamında sadece kendine yatırım yapan somut hedefler daha çok tehdit unsuru içerir. Nasıl mı? Öncelikle başarılması gereken maddi hedefin tutturulması için birçok şeyden feragat edilmesi gerekir. Aile ya da arkadaşlarla geçirilen daha az vakitler, dinlenme molalarının kısalması, eğlenceli şeylerin sürekli hedef odaklı ertelenmesi gibi…
Kişi hedefine o kadar kilitlenmiş durumdadır ki, çevresinde ne olup bittiği ile daha az ilgilenir veya hiç ilgilenmez, varsa yoksa tüm bu ertemelerin sonucunda kavuşacağı maksimum haz doyumuna odaklanmıştır. Bu arada burada bahsi geçen erteleme sağlıksız bir durumdur. Yoksa beynimizin prefrontal korteksinin sahip olduğu ve işlerliği açısından en çok ihtiyaç duyduğumuz sağlıklı kararların alındığı bekleme, erteleme, düşünme, karar verme gibi bilişsel işlevlerin yerine getirildiği idari fonksiyonlar ağıyla bir benzerliği yoktur.
Süresi belli bir hedef, gerçekleşmesi hâlinde birey için farklı bir travma sebebi olabilir. Ulaşılması için birçok acıya katlanılmış ve bu zaman içerisinde birçok zorluğa katlanılmış olduğundan mütevellit, hedef erimi gerçekleştiğinde varoluşun sorgulanması da kaçınılmaz olabilir. Namümkünü mümkün yapabilmek için var gücüyle çabalayan birey, farkında olmadan çok fazla güzelliği son sürat geçmiş ve geriye dönüp baktığında ise onların çok uzaklarda kaldığını anlayarak posttravmatik bir sürece girebilir. Bu durum tıpkı savaş sonrası evine dönen bir gazinin geriye kalan hayatından bir daha hiç zevk alamaması, herhangi bir işe yaramaması gibi ruhsal sorunlara yol açabilir. Oysa niyeti iyilenmiş ve başkalarınıda kapsayan bir hedef bireysel indirgemeci bir hedeften çok daha sağlıklı ve verimlidir. Belli bir döngüye ve geçişkenliğe sahip hedefler kişiyi ayakta tutarak ulaşılması hâlinde ruhsal bir memnuniyet hissi yaratır.
Somutlaşmış bir hedefin ucundaki asıl hedef gerçekte sizden başkası değildir. Geriye bırakıp gideceğiniz değil, arkanıza yaslanıp seyredebileceğiniz hedefler edinin. Ve bunu yaparken amaçlarınıza başkalarını da ortak edin.
Yazar: Ertan Yavuz
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.