• 24 Kasım 2017
  • Nedrip Karakaya
  • 0
Paylaş

 

Søren Aabye Kierkegaard, 19. yüzyılın hemen başlarında, 1813’te Kopenhag’da doğdu. Danimarkalı bir filozof olan Kierkegaard, içine doğduğu gelenek olarak, felsefe alanında dezavantajlıydı. 19. yüzyılın başlarında etkin olan Alman idealist ekolü dünyanın felsefi anlayışına hükmederken, o, felsefe bakımından kısır denilebilecek topraklarda doğdu. Bu durum, onun için hem olumsuz hem de olumlu bir durum olabilirdi. Felsefesini kurarken, herhangi bir felsefi gelenekten etkilenmeyecek olması, onun özgünlüğü açısından oldukça önemliydi. Ama öte yandan, felsefesinin modern felsefeye etki etmesi, ekolsüz bir filozof olmasından dolayı zordu. Fakat o zoru başardı ve 20. yüzyılın en büyük felsefi geleneklerinden birisi olan existansiyalizme öncülük etti. Danimarka coğrafyasında, felsefeye dair pek de iç açıcı bir gelişme gösterilemezken, o, felsefenin mekânsızlığını kanıtlıyordu bir anlamda. Belki, o dönemde, Danimarkalı bir isim daha sayılacak olsa, bu N. F. S. Gruntvig (1) olurdu. Ama Kierkegaard’un kendinden sonraki felsefeye etkisi, Grundtvig’e göre oldukça fazla oldu. Bunun yanında oldukça dindar bir ailede yetişen Kierkegaard, bu dini baskıyı felsefi bir altyapıya dönüştürmeyi de başararak kültürel ortamın felsefeye etkisini de göstermiş bir filozof olarak anılabilir. Pek kısa hayatı içinde (42 yıl) felsefe alanında birçok ürün vermiş, postmodern felsefeye birçok kavram kazandırmış olan Søren Kierkegaard’un felsefesi, 20. yüzyılın absürt ve existansiyalist felsefesini anlamak için oldukça önemli bir adımdır. Bu yüzden, onun felsefesini iyi irdelemek, günümüz felsefesi için oldukça mühim gözükmektedir.

Kierkegaard dindar ve zengin bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Babası çorapçıdır ve Kopenhag’ın zengin insanlarından birisidir. Fakat Kierkegaard’un babası genç yaşlardan beri psikolojik rahatsızlıklar geçirmektedir. En nihayetinde Tanrı’ya isyan etmesiyle, Kierkegaard’a göre ailesi lanetlenmiştir. Kierkegaard annesinin ve beş kardeşinin peş peşe ölmesini buna bağlar. En nihayetinde babasının da ölmesiyle diğer kardeşi ile beraber büyük bir mirasa konar ve yaşamını bu parayla idame ettirir. Kopenhag Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde eğitiminin tamamlayan Kierkegaard’un yaşamının dönüm noktalarından birisi Regine Olsen adlı kadındır. Bu kadınla bir süre nişanlı olan Kierkegaard’un ilişkisi pek iyi gitmez ve Olsen ile ayrılırlar. Daha sonra Olsen başkası ile nişanlanınca, Kierkegaard’un babasından miras olan psikolojik bunalımları da had safhaya ulaşır. O günden sonra Kierkegaard’un Kopenhag’da gezinen bir ruh olduğu söylenir.

Kierkegaard’un hayatında iki önemli dinamik vardır. Yürümek ve ironi. Yürümek Kierkegaard için vazgeçilmez bir eylemdir. Sık sık onun öneminden bahseder mektuplarında. Hatta bir dostuna yazdığı mektupta şöyle der Kierkegaard: “Yürüyüşe çıkabildiğim sürece hiçbir şeyden korkmuyorum, ölümden bile!” Diğer taraftan da ironi, onun yaşamında ve eserlerinde vazgeçilmez olan bir diğer dinamiktir. Hemen bütün eserlerinde ironik bir tavır görülmektedir. Yaşamında da ciddiye aldığı tek şeyin Regine Olsen ile olan ilişkisi olduğunu söylemek gerekir. Bunun dışında, Kierkegaard ironiyle yaşayan, yürümeyi amaç edinen tam bir sokak filozofudur. Helen Politis, Kierkegaard Sözlüğü’nde Kierkegaardcu İroni kavramını şöyle açıklar:

“İroni, Kierkegaard’da temel bir sorundur. İroniyi tanımlamak düşünselle gerçek arasındaki ilişkileri, modernitenin Antik çağla süregelen bağlantıları, hakikat sorunu, ve bu hakikatin kendisiyle iletişimine aracılık eden dolaylı ve dolaysız kiplikler üzerinde açık olmayı gerektirir” (2).

Kierkegaard’u varoluşçu felsefe içinde değerlendirmek her ne kadar yanlış olmasa da, varoluşçu felsefenin birçok fraksiyonundan söz edilebileceğinden ve her varoluşçu filozofun kendine has ve özgün felsefeleri olduğunu söyleyebileceğimizden dolayı, Kierkegaard’u ve diğer varoluşçu filozofları belli başlı önerme kalıplarının altına sokmak pek de sağlıklı bir tavır olmayacaktır. Ama Kierkegaard’un dizgesiz ve sistemsiz bir felsefe benimsemesi, sistem filozoflarını bireyi göz ardı etmekle suçlaması, onu varoluşçu ekole oldukça yakınlaştırmıştır. Bu tavır, kendinden biraz sonra yaşayacak olan Nietzsche’de de apaçık görülebilir. Felsefe yapma tarzı bakımından bir bakıma Friedrich Wilhelm Nietzsche’yi önceleyen Kierkegaard, bilhassa kaygı, korku, saçma gibi kavramları felsefe literatürüne sokarak, 20. yüzyıl öncesi çok büyük bir altyapı hazırlamıştır. Daha sonra bu kavramlar, Albert Camus, Jean Paul Sartre, Franz Kafka, Martin Heidegger, Fyodor Dostoyevski gibi hem edebiyatçı hem de filozof olarak anabileceğimiz varoluşçular tarafından kullanılacak ve daha felsefi düzlemlere getirilecektir.

Kierkegaard felsefesinin yöntemi diyalektiktir. Fakat onun diyalektiğinin ne tür bir diyalektik olduğunu da vurgulamak gerekir. Felsefe tarihinde iki çeşit diyalektik görülür. Sokratik diyalektik ve Hegelci diyalektik. Kierkegaard’un kullandığı diyalektik yöntemin Sokratik diyalektiğe yakın olduğunu söyleyebiliriz, fakat kullanmış olduğu aşırı ironik tarz, onun diyalektiğini, felsefe tarihinde bir üçüncü tarz olarak değerlendirmek gerekliliğini de doğurur. Genellikle postmodern filozofların kullanacağı bir diyalektik yöntem, tam anlamıyla sınırları çizilemese de, Kierkegaard tarafından yaratılmıştır. Bunun yanında, Kierkegaard sistemsiz bir filozof olarak da bilinmektedir. Felsefesinde diyalektik bir yöntem kullandığı sonucunu çoğu felsefe tarihçisi çıkarmaktadır. Yoksa, kendisi, felsefesinde belirli bir yol, belirli bir yöntem izlememiştir. Sistemsiz felsefenin başlangıç noktası olarak bile alınabilir Kierkegaard. Kendisinden hemen sonra yaşayacak olan Nietzsche, sistemsiz felsefeyi bir adım ileri götürecekse de, sistemsiz felsefenin ilk örneğinin Kierkegaard tarafından verildiğini söylersek yanlış bir tespitte bulunmuş olmayız. Onun verdiği eserlerin herhangi bir sistematize yanı yoktur. Eserlerini edebi bir dille ve karışık olarak verir. Ve çoğu zaman da kendisini bir filozof olarak tanımlamaz.

Kierkegaard, 42 senelik hayatı boyunca, felsefe tarihi açısından oldukça önemli eserlere imza atmıştır. Bu eserlerin birçoğunda kendi ismi yerine mahlas kullanmıştır. Johannes de silentio, Johannes Climacus, Victor Erimita bu mahlaslarından bazılarıdır. En ünlü eseri Korku ve Titreme (3) de Johannes de silentio imzasıyla yazılmıştır. Bu eser, Kierkegaard’un varoluşçu felsefeye kazandırdığı en önemli eser sayılabilir. Kitap, İbrahim peygamberin hikâyesini anlatır. Tanrı, İbrahim’den oğlu İshak’ı kendisi için kurban vermesini ister. Ve İbrahim de oğlunu Tanrı’ya kurban vermek üzere dağa götürür. Burada Kierkegaard’un ortaya koyduğu soru şudur: İbrahim oğlunu öldürmek isteyen bir cani mi, yoksa oğlunu Tanrı’ya kurban vermek isteyen bir dindar mı? Bu çatışkı aslında etik ile inancın, akıl ve imanın çatışkısıdır. Kierkegaard bu sorunun, inanç için “etiğin ereksel olarak askıya alınması” gerektiğini savunarak çözüleceğini savunur. Kierkegaard, kitapta İbrahim’i ve İbrahim’in tavrını övmektedir: “Bu neden İbrahim, bende takdir uyandırmakla birlikte beni dehşete de düşürür. Kendini yok sayan ve sorumluluk için feda eden, sonsuzu kavrayabilmek uğruna sonludan vazgeçer ve tamamen güvendedir; trajik kahramansa kesin ve eminden, daha kesin ve emin uğruna vazgeçer v seyircinin güvenen gözleri onun üzerindedir” (4).

Genel olarak, bu kitapta Hegelci bir etik görüşüne de karşı çıkılmaktadır. Hegel, etik ve inancın uzlaşabilir olduğunu, etiğin bireyin tümele sorumluluğu olarak ele alınması gerektiğini ve niyetlere bakılmaksızın eylemlere bakılması gerektiği gibi bir felsefe ortaya koyarken Kierkegaard böyle bir etikle inancın uzlaşamaz olduğunu, gerektiği zaman İbrahim gibi etiğin ereksel olarak askıya alınması gerektiğini savunmaktadır. Tabii bunun yanında, İbrahim’in, kendine yükümlü olan bir şeyi Tanrı’ya kurban vermek isterken, yaşamış olduğu kaygılı, korkulu durum da oldukça dikkat çekicidir. Bunlar da existansiyalist felsefe için oldukça önemli anektodlar olarak görülebilir.

Søren Aabye Kierkegaard, felsefe tarihi için bir dönüm noktası sayılabilir. 17. yüzyılla beraber modern felsefenin aklı kutsallaştırması, Aydınlanma ile beraber bu kutsallaştırmanın ayyuka çıkması felsefe tarihini “aklın kutsandığı” bir tarih hâline getirecekken, 19. yüzyılla beraber aklın insanı idare eden tek ve kutsal dinamik olmadığı vurgulandı. Postmodern felsefe çağı dediğimiz bu döneme Kierkegaard öncülük etti. Aklın ve etiğin askıya alınabileceğini, aklın inançla uzlaştırılamaz olduğunu öne süren, kaygı, korku, saçma gibi kavramların varlığını ortaya koyan Kierkegaard, kendisinden sonraki felsefeyi bu fikirleriyle etkilemiştir. Korku ve Titreme kitabında ortaya koymuş olduğu etik-inanç çıkmazı, günümüzde dahi geçerliliğini korumaktadır. Kierkegaard’un ortaya koyduğu bu problem, çağımız felsefesi için de oldukça önemli bir problemdir. Bu açılardan bakıldığında, Kierkegaard’un felsefe tarihindeki önemi yadsınamaz. Korku ve Titreme dışında, Baştan Çıkarıcının Günlüğü, Etik-Estetik Dengesi, Tekerrür gibi eserlere de imza atan Kierkegaard’un genç yaşta yaşama veda etmesi, felsefe tarihi için önemli bir kayıp olarak görülebilir. Pek çok kaynakta Kierkegaard’un 1855 senesinde, ölmeden önce son sözünün “süpürün beni” olduğu söylenir. Bu söz, Kierkegaard’un felsefesini özetler niteliktedir. Yaşamını sokaklarda geçiren Kierkegaard, artık kaygılanmayacak, saçmaya bulaşmayacak, korkmayacak ve işe yaramaz bedeninin sokaklardan süpürülmesi gereken bir şey olduğunu söylemektedir belki de. Her ne kadar, onun bedeni sokaklardan süpürülmüşse de, düşünceleri günümüzde dahi tazeliğini ve yeniliğini korumaktadır.

Dipnotlar:
(1)Nikolai Grundtvig. 1783-1872 seneleri arası yaşamış Danimarkalı filozof ve din bilgini.
(2)Politis, Helen, Kierkegaard Sözlüğü, çev. İbrahim Eylem Doğan, Say Yayınları, 2012: İstanbul, sf. 65.
(3)İlk olarak 1843 senesinde yayımlanmış bir eserdir.
(4)Kierkegaard, Søren, Korku ve Titreme, çev. Nur Beier, Pinhan Yayıncılık, 2014: İstanbul, sf. 85

Kaynakça ve Yararlanılan Eserler:
POLITIS, Helen, Kierkegaard Sözlüğü, çev. İbrahim Eylem Doğan, Say Yayınları, 2012: İstanbul
KIERKEGAARD, Søren, Korku ve Titreme, çev. Nur Beier, Pinhan Yayıncılık, 2014: İstanbul
KIERKEGAARD, Søren, Tekerrür, çev. Zeynep Talay, Pinhan Yayıncılık, 2014: İstanbul
HANNAY, Alastair, Kierkegaard, çev. Nur Nirven, İş Bankası Kültür Yayınları, 2013: İstanbul

Yazar: Nedrip Karakaya

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Nedrip Karakaya

Kısa özgeçmiş: 1990'da, Ankara'da doğdum. İlk ve ortaöğrenimimi Konya'da tamamladıktan sonra 2010 yılında Viyana Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi okumaya başladım. 2014'te Türkiye'ye dönüp Karabük Üniversitesi Çevirmenlik bölümünde eğitimine devam ettim. Hâlen Almanca ve İngilizce çeviriler yapmaktayım.