İoanna Kuçuradi: Bilgisizlik insanların en büyük düşmanıdır.
İoanna Kuçuradi: Saygı konusu insandır, fikirler değil.
I. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın teması “Felsefe ve İnsan”, bu yılın onur yazarı ise Prof. Dr. İoanna Kuçuradi. “Tam da şimdi felsefeye ihtiyacımız var” desek de, kabul etmek gerekir ki, insan ile felsefe arasındaki doğal bağa karşın, insanlarımızın çoğu için felsefe nasıl yararlanılacağı bilinmeyen bir bilim. Bu nedenle “Bugün Felsefe” ana başlığıyla bir yazı dizisi hazırlamak istedik: Hem felsefe ile bugünün meselelerini kavramak arasındaki ilişkiyi görmek, hem de bugün “felsefeyi konuşmanın” önemini anlamak için…
Maltepe Üniversitesi’nin İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü, Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı Kuçuradi, felsefe alanındaki birçok eseri Türkçeye kazandırmakla birlikte, “İnsan Hakları Kavramları ve Sorunları”, “Barışın Felsefesi” gibi kitapların yazarı.
“Bilgisizlik –özellikle değer konuları hakkında bilgisizlik– insanların en büyük düşmanıdır” diyen Kuçuradi, felsefi bilgiye dayanarak günümüzün sorunlarına bakmanın, bu sorunları çözümlemenin ve içinde bulunduğumuz koşullarda yine felsefi değer bilgisine dayanarak çözüm önermenin mümkün olduğunu söylüyor.
Bunun yanında ona göre, “Filozoflar dünyayı değiştirmeye katkıda bulunabilirler. Ne var ki dünyayı değiştirmek –ama daha insanca bir dünya olacak şekilde değiştirmek– aslında siyaset ve eğitim işidir.”
Kitap fuarında, özellikle bu yıl, bu gün felsefeyi konuşmanın, düşünmenin, sizin açınızdan nasıl bir anlamı var?
TÜYAP’ın bu yıl konusunun “Felsefe ve İnsan” olmasına karar verenleri kutlamak ve bu kararları için teşekkür etmek istiyorum. Böylece, belki de felsefeyle pek ilgisi olmamış okur-yazar insanların da felsefeye dikkatlerini çekerek, bizim Türkiye Felsefe Kurumu olarak yapmaya çalıştıklarımıza önemli bir destek vermiş oluyorlar.
Felsefeyi konuşmak, ama daha çok felsefî bilgiye dayanarak olan bitenlere bakmak her zaman önemlidir. İpe sapa gelmeyen bazı düşüncelerle yapılan beyin yıkamaların kan dökmeye kadar varabildikleri bir dönemde, felsefî bilginin sağladığı bakma olanaklarına TÜYAP’ın çerçevesi içinde örnekler vermek, kişilere böyle bilgilerle bakmanın önemi konusunda uyarıcı olabilir ve işe yarayabilir.
Türkiye Felsefe Kurumu üyelerine bu hafta bir yazı göndererek, isteyen meslektaşlarımızın düzenleyeceğimiz söyleşilere, yuvarlak masalara katılmalarını ve “felsefeyi konuşmak”tan çok, felsefeci olmayanlara ulaşabilecek bir dille yapılacak ve felsefî bilgiyle bakmaya örnek olabilecek tartışmalar yapmalarını önereceğim.
Bazı şeylerin görülmesini oldukça kolay sağladığı için benim çok sık tekrar ettiğim örnekler vardır. Bunları dinleyenlerin, “doğru, böyle hiç düşünmemiştim” dedikleri çok oluyor. Bu örneklerden biri, bize öğretilen “bütün fikirlere saygı” veya “bütün kültürlere saygı” göstermek gerektiğidir. Bunlar iyi niyetli tavsiyeler olmakla birlikte, emplikasyonları düşünülmeden yapılmış tavsiyelerdir. Saygı konusu insanlardır, fikirler değil. Fikirler değerlendirme konusudur. Yerli-yersiz karşı olduğunuz bir fikre “saygı duymak” ne demek olabilir acaba?
Felsefe, pek çokları için sadece okullarda birkaç dönem görülen bir ders. Sonrasında bu alanla bağın koptuğu düşünülür. Güncel ile felsefe arasındaki bağı nasıl açıklarsınız?
Orta öğretimde Felsefe okutan, sayısı çok yüksek olmayan ülkelerden biriyiz. Felsefe dersi dönem dönem zorunlu oluyor; bazı dönemler bazı programlar için zorunlu, bazı programlar için seçmeli olsa da, hep var. Şu anda Felsefe dersi bütün programlar için zorunlu bir derstir. Sayın Hikmet Uluğbay Millî Eğitim Bakanı olduğu yıllarda felsefe hepsi için zorunlu bir ders oldu. Müteşekkiriz ona. Ancak bu derste ne, nasıl okutuluyor?
Felsefe dersinde öğretmen çok önemlidir. Felsefe eğitiminin ne işe yaradığını bilen bir öğretmeniniz olduysa, felsefeyle bağınız genellikle kopmaz. Bu dersten aldıklarınız yaşamınıza bir şey katıyorsa, kopmaz. Katması için de, kişinin öğrendikleri ile kendi yaşadıkları arasında bağlantı kurması gerekir. Güncel olan bitenlerle bağlantı kurmak çok önemli, ama siyaset yapmadan. Bu da çok kolay olmuyor. Felsefe öğretmenlerinin buna uygun eğitilmesi gerek.
Siz dünya ve Türkiye’deki en yakıcı konular üzerine çalışmalar yaptınız. İnsan hakları, etik, değerler, ahlâk felsefesi… Yine önceki sorularla bağlantılı olarak, felsefe bugünün sorunları için “pratik çözümler” üretebilir mi?
Etikle, değerlerle, insan haklarıyla ilgili çalışmalar yaptım, ama “Ahlâk Felsefesi”yle ilgili çalışma yapmadım! “Ahlak Felsefesi/Moral Philosophy” Anglo-Amerikan Felsefesinde Etiğe verilen addır. Terimler konusunda önemli bir kargaşa var. Hep söylediğim bir şey vardır: kelimeler kendi başlarına önemli değildir. Önemli olan, farklı şeylere aynı adı vermemek, aynı şeylere da farklı adlar vermemek. Bugün ise, baş örneklerinden biri Etik-Ahlâk olmak üzere, bu, çok yapılıyor, aynı şeye farklı adlar, farklı şeylere de aynı adlar veriliyor.
Felsefî bilgiye dayanarak günümüzün sorunlarına bakmak, bu sorunları çözümlemek –nasıl ortaya çıktığını göstermek– ve içinde bulunduğumuz koşullarda yine felsefî değer bilgisine dayanarak çözüm önermek mümkün. Demek istediğim şu: sadece “pratik çözüm” önermek yetmez, değer koruyacak ya da en az harcanmasına yol açacak çözümler üretmek önemli. Çözümleri, yol açacakları belli olan sonuçları da hesaba katarak üretmek uygun olur. Ne var ki, bu önerilen çözümleri bizlerin değil, ülkenin yönetiminden sorumlu olanların uygulaması söz konusu.
Parantez açarak ilerlersek, insan hakları felsefesine kendinize özgü bir yorum getirdiniz. İnsanlaşma eğitiminden söz ediyorsunuz. İnsan olmanın ön koşulu nedir? En ilkel kabul olan “öldürmeyeceksin” mi?
İnsan haklarıyla ilgili teorik yaptıklarımdan biri, insan haklarının dikkat edilmeyen bazı özelliklerine dikkat çekmektir: insan haklarının yalnızca muamele görme ilkeleri olmadığını, aynı zamanda muamele etme ilkeleri de olduğuna. Bu, insan haklarının hep unutulan/göz ardı edilen yönüdür. İnsan haklarının bu özelliğini de gördüğümüzde, insan haklarının ne olduğu –bilgisi–, insan haklarıyla ilgili kavramsal bilgi –felsefî etik bilgisi– çok önemli oluyor.
Eğer insan hakları –çok kısa bir ifadeyle– kişilerin değerini bildiğimiz insansal olanaklarının gerçekleşebilme koşullarının sürekli yaratılmasını talep ediyorsa, bütün insanların böyle bir muamele görmesini talep ediyorsa; insan haklarının korunmasını istemeyecek, yani bu insansal olanaklarının gerçekleşmesini/gelişmesini istemeyecek insan olabilir mi?
Bilgisizlik –özellikle değer konuları hakkında bilgisizlik– insanların en büyük düşmanıdır. Bilgi derken de, enformasyonu kastetmiyorum. Ne türden olursa olsun olanı tespit eden önermeleri kastediyorum.
İnsanlaşmanın en önemli yollarından, dolayısıyla göstergelerinden biri, insana özgü etkinlikleri, insansal etkinlik olarak iç amaçlarına ulaştıracak biçimde gerçekleştirebilmektir. Örneğin eylemde bulunurken ve başka birisine bir şey yaparken, değer bilgisini göz ardı etmemek, bu bilgiyi belirleyici kılmaktır. Bu da, 10 ya da 11 Emirden, çok daha temelde olan bilgilerle eylemde bulunabilecek duruma gelmek demektir. Örneğin, insanlaşmanın önkoşullarından biri –enformasyon eksikliğinden dolayı her zaman yapamıyorsak da– doğru değerlendirme yapabilmektir. Doğru değerlendirme yapmadan doğru ya da değerli bir eylemde bulunamazsınız; ne var ki insanca yaşayabilmek için doğru değerlendirmeler yapabilmek şartsa da, yetmez. İşte bunların hepsi felsefe bilgisidir.
Sizce insanlar Türkiye’de özellikle neye “hayır ben yapmam” demeli?
Özellikle “ben yapmam” denecek şeyler bile o kadar çoktur ki, hangisini sayayım. Kadın cinayetlerinde, maçlarda veya düğünlerde kullanılan silahları düşünürsek “ben silah kullanmam”, atılan iftiraları düşünürsek “ben iftira atmam”, ya da her türlü insan hakları ihlallerini düşünürsek “ben insan hakları ihlali yapmam” vb dememiz iyi olur. Ama insan hakları ihlalleri yapmamak için, kişinin insan haklarının ne olduğunu bilmesi ve eylemlerini bu bilgiyle bağlantı içine sokması gerekir. Bunun için insan haklarının etik eğitimi çok önemlidir.
Bir tesadüf değil, bir zorunluluktan olsa gerek: Bu yıl İstanbul Tasarım Bienali de “Biz İnsan mıyız?” temasını işleyecek.. Dünyada böyle bir “insani buhran”ın olduğunu söyleyebilir miyiz?
“İnsanî buhran” dediğinizden eğer canavarca öldürmeleri ya da gözünün içine baka baka yalan söylemeyi gibi şeyler anlıyorsanız, okuduklarımdan hareketle, “bunlar her zaman vardı, ama dünya nüfusunun artışıyla sayısı arttı, iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle de bu artan canavarlıkları daha çok öğreniyoruz” diyebilirim. Ancak uygun eğitimle bunları azaltabiliriz.
Bu yazı isimizgucumuzkitap’ın internet adresinden alınmıştır.