İşte size bir hikaye:
Evden işe giderken arabanın biri önüme çıktı. Süren adam cidden çok yavaştı ben de 1 kilometreye yakın onun peşinden gitmek zorunda kaldım.
Gördüğünüz gibi yukarıdaki çok da ilginç bir hikâye değil. Ama bir satır daha eklediğimizi var sayalım bakın ne oluyor:
Bu yüzden o aracın peşinde kaldığım süre boyunca kornaya asıldım.
Ya da farklı bir satır ekleyelim:
Bu yüzden işe geç kaldım.
Satırların her biri daha önce orda olmayan hikâyemize yeni bir boyut kazandırıyor. Sadece kendimle ilgili olan bir hikayeden ziyade şimdi elimde kendimi nasıl görmek istediğime veya belki de nasıl görülmek istediğime dair bir hikaye oluveriyor. Her halükarda da bir “değer”i ifade etmiş bulunuyorum. Bu değer illa ahlaki bir değer olmak zorunda değil, aksine burada karşımıza çıkan, kendimizin var olduğunu görmek isteme, kendimizi ve kendimizle bağdaştırdıklarımıza bir değer yükleme yöntemidir. İlk versiyonda “ben bulaşılmaması gereken biriyim” mesajını verirken hikâyenin ikinci versiyonunda “yavaş hareket eden biri değilim” mesajını vermiş oluyoruz.
Kendimizi daha maceraperest, daha komik veyahut daha güçlü gösteren, kısaca hayatımızı daha ilginç gösteren hikâyeler anlatıp dururuz. Tüm bu hikayeleri sadece başkalarına değil kendimize de anlatırız. Bu hikayeleri anlattığımız kişiler kuşkusuz anlattığımız hikayeleri de etkiler. Eğer flört ederken birini etkilemek istiyorsak kendimizi daha ilginç, daha esprili veya daha şefkatli gösteren hikâyeleri tercih ediyorken; bizi yargılayanlara (bu kendimiz de olabilir) şüpheli hareketlerimizi meşrulaştırmaya çalışırken, o durumda başvuracak başka bir mercimizin olmadığını gösteren hikayeleri tercih ederiz. Bahsettiğimiz bu ikinci durumda kendimizi ilişkilendirdiğimiz bir değerden bağımızı koparıyor ve böylece başka bir değerle ilişkilendirmiş oluyoruz.
Kendimizle ilgili tüm hikayeler bahsedilen değerleri ifade etmez. Hatta belki de çoğu hikaye bu şekilde işler. Hatta değersizleştirme ifade eden hikayelerle eşit sayıda oldukları söylenebilir. Örneğin kendileriyle ilgili anlattıkları hikayelerin sıklıkla kendileri için işe yaramayan şeylerle ilgili olduğu insanları düşünün. Neyi denerlerse denesinler başaramayan ve sanki tüm dünyanın karşı oldukları insanları… Bu tür hikayeler, değer ifade etmekle beraber daha çok gücenme ya da umutsuzluktan doğar. Anlattıkları hikayeler kişilerin varlıklarını doğrulayan dünya görüşünü destekleyerek neden daha başarılı, mutlu veya daha sosyal olmadıklarını açıklar.
Tüm bunlar demek değildir ki bu gibi hikâyeler anlatan kişiler geçmişleri konusunda tamamıyla yanılıyorlar. Koşulların gerçekten zora soktuğu kişiler elbette var. Örneklerini geleneksel olarak marjinalleştirilmiş gruplara yönelik berbat nefret eylemlerinde görmekteyiz. Fakat kişiler zorluklarına dair hikâyelerle kendilerini tanımladıklarında, sadece o zorluğa sahip olmaktan çıkıp bazı durumlarda (ki gayet anlaşılabilir) hayatlarıyla ve kendilerini tanımladıkları hayat tarzıyla ilgili değerleri ifade etmiş oluyorlar.
Sonda bahsettiğimiz nokta konuyu daha da öteye taşıyor. İfade ettiğimiz değerlerin bir kısmı illa ki doğruluğunu kabul ettiğimiz değerler olacak diye bir şey yok. Eğer ki sürekli kendinizi mağdur olarak gördüğünüze dair herhangi biri sizi uyarırsa bunu muhtemelen inkâr edeceksinizdir. “ Hayır, sorun bende değil koşullar zor. Her şey tamı tamına sana anlattığım gibi oldu” diyeceksiniz. Değer verdiğimiz ama kabullenmek konusunda çok da istekli olmadığımız varoluş değerleri vardır. Çelişkili görünüyor değil mi? Bir şeye değer verip aynı zamanda değer verdiğimizi kendimize bile kabullendirememek de ne demek oluyor?
Fakat kim olduğumuza ve ne yapıyor olduğumuza dair bazı yönlerde kendimizi kandırdığımızı biliyoruz. Böyle bir öz aldatmaca, bir çok şeyin içerisinde kabul etmeye istekli olmadığımız değer ifadelerini içerir. Yavaş giden sürücünün arkasından giderken kornaya asıldığımda –ki tam şu anda öyle yaptığımı itiraf ediyorum- aslında benimle bağdaştırılmasını ve o vakitte kabullenmek istemediğim bir değeri ifade etmiş oldum.
Hem başkalarına ve hem de kendimize anlattığımız hikâyeler üzerine iyice düşünürsek, olmayı tercih ettiğimiz kişiyle olduğumuz kişi arasındaki farkları görürüz.
Bu neden önemli olsun ki? Sebebi şu. Başkanlık seçimi birçok kişinin yorum yaptığı çetin bir durumu karşımıza çıkardı. Kablolu TV haber kanallarının, internetin, alt bölümsel pazarlamanın ve benzer görüşteki insanların gruplaşmasının yaygınlaşmasıyla, çoğumuz doğru bir hayatı yaşadığımızı bize geri söyleyecek ekolu odalarda yaşıyoruz. Kendi varlığımızın –en azından daha üst olmasa da varlığı doğrulanmış, onaylanmış var oluşumuzun- doğru değerlerin vücut bulmuş halini yansıttığını düşünmemiz sağlanıyor. Kendimizle ilgili anlattığımız hikayeler üstüne kafa yormak, farklı taraflarımızı, değer verdiğimiz öteki yönleri ve eko-odamızın sunduğu basit resmi karmaşıklaştıran diğer yönleri açığa çıkarabilir.
Bu karmaşıklık sırayla başka bir keşfe yönlendiriyor: bizim eko-odamızın dışında yaşayanlar düşündüğümüzden daha karmaşık olabilirler. Onların ifade ettikleri değerler bize yanlış anlatılmış hatta tiksindirici geliyorken, belki de onların da kendileriyle ilgili hikâyelerini dinlersek hayatlarının başka yönlerini, o hayatlarının ifade ettiği, bize göre değişen değerlerinin olduğunu görürüz. Eğer ki düşündüğümüzden daha karmaşıksak, başkaları da bizim onları düşündüğümüzden daha karmaşık olabilir. Tabi ki kendi düşündüklerinden de.
Bunların hiçbiri değer göreceliliği tartışması yaptığımız veya herkesin seçimlerinde eşit derece haklı olduğu anlamına gelmiyor. Başkanlık seçiminin gündeme getirdiği maço bireyselcilikle bağdaştırılan değerlerin sıklıkla ifade edildiği hikayeler şeklinde olan ırkçılık, cinsiyetçilik ve yabancı düşmanlığı gösterilerini tamamıyla reddediyorum. Fakat kendi haklılık görüşümüzle diğerlerini yok saymanın çok kolay ve kutuplaşmanın bol olduğu bu çağda, kendi hayatımızda ve kendi hayatımızla ilgili anlattığımız hikayelerde sıklıkla görülen engellere kafa yormaktan daha kötüsünü yapabilirdik.
Yazar: Todd May
Çevirmen: Merve ERDOĞDU
Kaynak: The New York Times
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.