Darian Leader, hastalığın -kanserin bile- vücudun bir iletişim kurma biçimi olduğunu, ama doktorların bunu dinleyecek zamanı olmadığını iddia ediyor. Stuart Jeffries’e psikanalizin iyileştirme sürecinin yıllar alabildiğini ama kestirme çözüm terapilerden daha etkili olduğunu anlatıyor.
Darian Leader, aşağıdaki röportajın aksine, tüm hastalıkların birer iletişim kurma denemesi olduğuna inanmadığını vurgulamamızı istedi. Yeni kitabı İnsan Neden Hasta Olur? ile, ilk psikosomatik araştırmaların en büyük sorunlarından birinin, tüm hastalıkların birer iletişim denemesi olarak kabul edilmesi olduğunu ileri sürmektedir. Aynı zamanda psikanalizin “20 ya da 30 yıl sonra” etkisini kanıtlayacağı şeklinde alıntılanmış olan iddiasının aslında onun ya da herhangi başka birinin görüşü olmadığını açıklığa kavuşturmak istemiştir.
Bir gün, bir ressam dişçisine gitmiş. Doktor, onun gece sürekli çenesini kastığı tanısını koymuş ve tedavi önermiş. O doktor bir terapist değil, bir dişçi olduğundan daha fazla soru sormamış. Çok yazık olmuş zira ressamın bu rahatsızlık belirtilerinin, uzun zamandır üzerinde çalıştığı bir resminin satılacağını öğrendiğinde başladığı ortaya çıkmış. Bu belirtilerin yok olmasını sağlayan en önemli şey de ürettiği bir şeyin parçası olmayı istememesi ve çenesini kasması arasındaki ilişkiyi fark etmesiymiş. Bu, en azından, Darian Leader’ın psikolojik etkenlerin hastalıkları iyileştirmede ile ilgisi olmadığı sanısına bir düzeltme olarak yazılan İnsan Neden Hasta Olur? adlı yeni kitabında anlattığı bir hikâyedir.
Alaycı bir kişi, Darian Leader’ın bilim felsefecisi olan David Corfield ile birlikte yazdığı kitabını 367 sayfalık bir çalışma isteği olarak görebilir. Sonuçta Leader bir psikanalist. Kaliforniya’da doğmuş, Cambridge ve Fransa’da öğrenim görmüş, Londra Freudyen Araştırma ve İnceleme Merkezi’nin kurucusu (Tatler bir keresinde “Bu adam İngiltere’deki en zeki adam mı?” diye sormuştu). Duayen İngiliz sanatçı Sarah Lucas’ın eski bir aşığı ve açgözlü bir resim koleksiyoncusu olan Leader’ın şimdiki partneri ise Tate Britain’ın eski küratörü Mary Horlock. Ve aslında yeni kitabın çoğu, fiziksel belirtilerinin zihinsel kökenlere dayanması mümkün olan hastalarda sanatsever ve zeki psikanalistlerin yeteneklerini yeterince kullanma şansı elde edememelerine dair bir yakınma.
“Çok üzücü olan şey,” diyor Leader “eskiden böyle olmamasıydı. 1950’lere kadar bir psikoterapist ya da bir psikiyatr için dişçilerden ya da göz doktorlarından yönlendirilen hastalar olağan dışı değildi.”
Leader için bu büyük bir anlam ifade etmiş. Psikolojik etkenlerin değişikliklere sebep olduğu uzun zaman önce kanıtlandığını, örneğin, tükürük ve dişetinde bu değişikliklerin bakteri faaliyetini artırabildiğini söylüyor. Tıp öğrencilerinde, tükürüğün değişen bileşiminden dolayı, sınav zamanlarından sonra, daha az gergin oldukları dönemlere kıyasla, daha fazla oranda diş aşınması ve çürük görülüyor.
Bu günlerde psikolojik etkenlere niye bu kadar az dikkat ediliyor? Leader, Londra merkezindeki muayenehanesinde çayını yudumladıktan sonra şu sözleri söylüyor: “Bu kültürel bir şey. Yeni karanlık bir çağda yaşıyoruz; psikolojik nedenselliğe önem verilmemesinin tehlike yarattığı bir dönemde. Neden? Toplumbilimci arkadaşlarım piyasaya dayalı ekonomilerde yaşadığımızı ve bu tarz kapitalist bir dünyada eğer tıp psikolojik sorunlara odaklanırsa satılacak ürün olmayacağını, yani psikolojik araştırmaların insanlara para kazandırmayacağını söylerlerdi.”
Leader kitapta gerçekten de Amerika Birleşik Devletleri’nin bazı bölgelerinde bir doktorun sadece muayene sonrasında reçete yazarsa hizmetinin bedelini [sigortadan] alabildiğine dikkat çekiyor. [İngiltere’de] de bu olabilir mi? “Kim bilir? Dinlemek burada ya da batıda herhangi bir yerde modern tıbbın önemli bir özelliği değil.” Leader, kitabında bir hastanın pratisyen hekim tarafından sözü kesilmeden ortalama 23 saniye konuşabildiğini ileri sürüyor. Kitap, çoğu doktorun çok fazla iş yükü olduğunu, o kadar ki Londra’da pratisyen bir hekimle yapılan bir görüşmenin ortalama 6-8 dakika (İngiltere’deki en düşük ortalama) sürdüğünü itiraf ediyor. Böylece de hızlı çözümü olan tanıların konması olasılığı daha yüksek oluyor. Örneğin kitap modern, daha çok konuşmaya dayanan “stres” kavramının, pratisyen hekimlerin teşhislerinde kullandıkları hazır bir etiket olduğunu ama sonuçta bir hastanın sorunlarını detaylıca analiz etmekten kaçınmanın bir yolu da olabileceğini öne sürüyor. “Bu, dinlemekten kaçmanın yeni bir gerekçesidir.” diyor Leader, “Spesifiklik kaybolur ve bu yüzden tanı gerçekten ne olup bittiğini ıskalayabilir.”
Leader’a göre eğer doktorlar, hastaların rahatsızlıklarına dair hikâyelerini dinleselerdi insanların yaşamlarındaki doğumlar, ölümler, evi terk eden çocuklar, işteki terfiler gibi “sembolik” anlarla baş etmede zorlandıklarını fark ederlerdi. Bu gibi durumları anlamlandıramayan bazı insanlar hastalanıyorlar. Vücut, hastanın ve ne yazık ki çoğu doktorun fark etmediği bir şekilde konuşmaya çalışır. “Örneğin yıl dönümü belirtileri gibi şeyler var: Travmatik bir simgesel olaydan yıllar sonra genelde aynı tarihte ve aynı hastalıkla rahatsızlanırız. Bir hastanın hikâyesindeki bu gibi durumlarla, bir tedavi garantisi olmayan ve oldukça uzun sürebilen bir süreç içinde yakından ilgilenilmelidir”, diyor Leader.
Leader, hükûmetin geleneksel konuşma tedavileri yerine Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) tercihi hakkında ise şunları söylüyor: “Hükûmet [BDT’yi] tercih ediyor çünkü asıl mesele, yüzeysel belirtileri düzeltmek ve fiziksel sorunlardan şikâyet eden insanları yeniden yararlı hale gelebilecekleri işyerine geri kazandırmak.”
Bilişsel Davranışçı Terapi gündelik davranışı değiştirmeyi amaçlar. Hastalara genellikle önemli olayları ve bu olaylarla ilişkili duygu ve düşüncelerini yazdıkları bir günlük tutmaları tavsiye edilir. Hiçbir yardımı olmayan ya da gerçeklikten uzak varsayımları sorgulamaya ve kaçındıkları eylemlerde bulunmaya sevk edilir hastalar. Bunun teknikleri kişisel gelişim kitapçıkları ve günümüzde kişisel gelişim programlarında da gösterilmektedir.
BDT, tam da Leader’ın kitabında büyük yer ayırdığı belirti türlerini iyileştirmede yardımcı oluyor gibi görünüyor. Sadece tek bir sorun var: Leader bu tür terapiyi ciddiye almıyor. “BDT ne zaman en yaygın şekilde kullanıldı? İnsanların dünyayı otoritenin istediği şekilde görsünler diye zorla yeniden eğitime tabi tutulduğu Mao dönemi Çin’inde.” Aslında Leader, BDT’yi ilaç reçetesi gibi görüyor. “[BDT’nin] bazı biçimlerinin, hastalığın belirli yönlerini hedef aldığı iddia ediliyor; terapinin bir ilaç ya da iğne gibi uygulanması gerekiyor ve bu da, hiç şüphesiz, sağlık hizmeti sağlayıcıları için bu terapileri cazip hale getiriyor. Ama bence bu korkunç ve budalaca.”
Leader, esas nedenler ele alınmadıkça hastalıkların sadece birkaç ay sonra başka bir şekilde tekrar ortaya çıkacağına inanıyor.
Leader gibi Lacanyen psikanalistler, ne Mao döneminde Çin’de, ne Blair döneminde Birleşik Krallık’ta ne de Chirac döneminde Fransa’da hükûmetler tarafından sevilmiştir. Lacanyen psikanaliz, dilin önemine büyük bir vurgu yapan Fransız Freudyen Jacques Lacan’ın çalışmalarını temel alır. Lacanyen uygulama ile ilgili en sıra dışı gerçeklerden birisi ise analiz seansının uzunluğunu saatten çok hastanın anlattıklarının belirlemesidir ve seans bu yüzden beş dakika da olabilir bir buçuk saat de.
Lacanyen analiz Manş Denizi’nin bu yakasında hiç çok popüler olmadı ve muhtemelen Paris’te de popülerliği azalıyor. “Psikanalizin baş tacı edildiği Paris’te bile” diyor Leader, “Bilişsel Davranışçı Terapi gibi kestirme çözümlere artan bir ilgi var.” Ama kesinlikle analizin popüler olmamasının ve özellikle hükûmet tarafından sevilmemesinin bir nedeni, psikanalizin sonuç üretme iddiasında olmaması; BDT destekçileri ise BDT’nin sonuç üretme iddiasında olduğunu söylüyorlar. “Doğru. Bununla birlikte, birçok meslektaşım bana katılmıyor ve yapılan çalışmalara göre uzun vadede belirtilerin analiz yoluyla kalıcı olarak kaybolduğunu ve pratisyen hekimlere başvurma oranının düştüğünü iddia ediyorlar.” Peki, uzun vade ne kadar? “20 ya da 30 yıl sonrasından bahsediyorlar.” Öyleyse hükûmetin Birleşik Krallık’ın depresif insanlarını tedavi etmeleri için Leader gibi psikanalistlere başvurmamasına şaşırmamak gerek.
Leader’ın yeni kitabıyla ilgili aklıma takılan sorulardan biri şu: Diş gıcırdatmanın psikolojik bir nedeni olduğu savı ikna edici olabilirse de kanser ya da kalp hastalıklarının, Leader’ın “sorunlar kümesi” olarak adlandırdığı psikolojik etkenleri olabileceği doğru olabilir mi?
“Elbette! Ama üzerlerindeki kültür baskısı insanları, hastalığı dışarıdan bir şeylerin neden olduğu bir durum olarak görmeye iter. Büyük resmi düşünen insanlar için gerçek bir zorluk söz konusu.”
Sadece modern ve bürokratik toplumlarda, psikosomatik etkenlerin kanser gibi hastalıklarla ilişkili olabileceği düşüncesinin kışkırtıcı olabildiğinde ısrar ediyor Leader. Yaklaşık 2000 yıl önce Roma İmparatorluğu’nda mesleğini icra eden Yunan bir doktor olan Galen, depresif kadınların neşeli kadınlara göre kansere yakalanmaya daha meyilli olduğunu gözlemlemiş. 18. ve 19. yüzyıllarda yapılan araştırmalar, uzun süreli yas ve depresyonun durumu daha da kötüleştiren etkenler olduğunu ortaya çıkardı.
Öte yandan, psikolojik nedenler, hastalığı iyileştirme konusunda genelde alakasız değil midir? “Kesinlikle. Grip olduğunuzda, neden hasta olduğunuza dair bir açıklama istemeyebilirsiniz.” Ama Leader, çoğu hastalığın gripten daha karmaşık olduğunu iddia ediyor. Leader ve Corfield bulaşıcı hastalık modeli diye adlandırdıkları modele günümüzde çoğu insanın katıldığına dikkat çekiyorlar; bu modele göre “Bir dış etken bir organizmaya temas eder, hastalık bulaştırır ve organizma hasta olur. Bunu kabul edince de şu varsayıma ulaşmak çok kolay: Bir dış etken ve bir organizma olduğunda, bir tedavi de olacaktır.”
Yetersiz olsalar bile basit açıklamalar toplumun geneline hitap eder ve manşetlere çıkar. İşte bu nedenle genlerin, alkol bağımlılığından dinsel nedenlerle bekâr kalmaya ve cinsel eğilime kadar her şeyin nedeni olarak görüldüğünü ileri sürüyorlar kitapta. “Genler, her zaman faal olmayıp sadece karmaşık bir dizi başka faktöre tepki olarak harekete geçtikleri dinamik sistemin bir parçası olarak değil de bağımsız nedensel etmenlermiş -mikrop benzeri- gibi resmediliyor.
Kitap yanıt beklenmeyen bir soruyla başlıyor: “Eğer aynı yaştaki iki erkek kalp krizi geçirir ve kalpleri aynı derecede zarar görürse neden sonraki yıl içinde yalnız ve depresif olan adamın kalp krizinden ölme olasılığı, evli ve depresyonda olmayan adamdan daha fazladır?” Soru, elbette, sosyal soyutlanma ve psikolojik etkenlerin kişinin hasta olmasında kilit etkenler olabileceğini ima ediyor. Kitabın sonunda da hastayı dinlemeye zaman ayıran ve durumun spesifikliğine dikkat eden alternatif terapilerin artması karşısında, geleneksel tıbbın bu tür eğilimlerden bir şeyler öğrenmesi ve uygulamalarını gözden geçirmesi gerektiği düşüncesine yer veriliyor.
Leader bu tespitinde haklı olabilir. Ama bedeninin hayal kırıklıklarını veya üzüntüsünü fiziksel belirtilerle anlatmasına nasıl çok az kişi dikkat ediyorsa Leader’ın mesajıyla da muhtemelen çok az kişi ilgilenecektir. Bilişsel Davranışçı Terapinin vaatleriyle gözü kamaşan hükûmet de onu dinleyecek gibi görünmüyor. Bazı doktorlar, kitabı okuyarak kendilerini iyileştirmeleri ve daha fazla dinlemeye çalışmaları gerektiği konusunda ikna olsalar da çoğu, Leader’ın kitabından şüphe edecektir ya da kitabı tümüyle görmezden gelecektir. Leader pekâlâ zamanının ötesinde bir ses olabilir.
Yazan: Stuart Jeffries
Çeviren: Esra Demirezen
Kaynak: The Guardian
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.