Paylaş

2004 yılında, İngiliz televizyon kanalı Kanal 4, “The Sex Inspectors” isminde dikkat çekici bir dizi yayınlamaya başladı. Programın her bölümünde iki uzman, cinsel hayatlarında sorunlar yaşayan çiftleri gözlemleyip, onlara tavsiyelerde buluyorlardı. Bu tavsiyeler, ilkin yeni cinsel taktikler öğrenmek, sonrasında ise yeni iletişim becerileri geliştirmek üzerine, iki kademeli olarak planlanıyordu.

Fransız-Belçikalı felsefeci Luce Irigaray’ın, böylesine beceriye dayalı bir yaklaşımı küçümsemeyeceğini tahmin etsem de, Irigaray, söz konusu yaklaşımların gösterdiğinin aksine, bir insanın diğerine karşı hissettiği aidiyetin çok daha derin katmanları ve ikilemleri olduğunu görmemizi istiyor. Yeni yöntemlerin, insani ilişkiler için önemli olduğunu düşündüğü şairaneliğe ve duygu ortaklığına erişemeyeceğini düşünen Irigaray, gereken şeyin iletişim kurma ve ilişkileri algılayışımız üzerine yeni bir anlayış, bir düşünce biçimi geliştirmek olduğunu belirtiyor.

Irigaray’ın bu kitaptaki [The Way of Love] temel kaygısı, özne-nesne ilişkisiyle özne-özne ilişkisinin arasındaki farkı açıklamak. Mevcut dil ve kültürlerimiz, özellikle Batı’nın dili ve kültürü, özne-nesne odaklıdır. Irigaray’in görüşüne göre mevcut dillerimiz birbirini yaftalayıp evcilleştirmeye çalışan, ötekini Ben’in projesi haline getiren eril biçimlerle delik deşik edilmiş haldedir. “Seni seviyorum” diyerek sevginin lisanını konuşurken bile, Sen’i, Ben’in arzu nesnesi olarak kullanmaktayız. Irigaray, öteki özneye verilen değeri daha etkin bir şekilde gösteren yeni bir dil kullanma çağrısında bulunuyor. “Sana sevgi duyuyorum” kalıbını kullanmanın bu amaç için daha uygun olduğunu, burada “sevgi”nin, hem özne olan Sen’e, hem de özne olan Ben’e hizmet eden etkin bir nesne olarak davrandığını belirtiyor.

Bu yeni dil ve önerdiği yeni ilişki kurma biçimini, yalnızca öteki kişinin esasi farklılığını anlayarak mümkün kılabiliriz. Karşımızdaki kişiyi, öznelliğinin temelini oluşturan ötekiliğin gizemini bozmadan özetlemek, sınıflandırmak, isimlendirmek ya da düzenlemek mümkün değildir. Bu şekilde Irigaray, Martin Buber, Emmanuel Levinas ve Jacques Derrida’nın düşüncelerine de nüfuz eden farklılık temasını araştırıyor, ancak onlarla yaptığı bu paylaşımın farkına varmıyor. Burada Irigaray’ın tek muhabbet arkadaşı Martin Heidegger’miş gibi görünüyor.

Irigaray, yeni var olma yolunun “birlikte var olma” olduğunu söylüyor. Bu varoluş şeklinin, yalnızca “insanın tek değil, çift olduğunu anlayarak” keşfedilebileceğini belirtiyor. Toplumsal cinsiyet, bu ikiliğin paradigması olarak var oluyor. İkilik ise; insanın yalnızca kendisi için değil, başka insanlar için de var olduğu anlamına geliyor. Dolayısıyla tamamıyla insan olabilmek için, bir yandan ortak öznelliği keşfederken, diğer yandan da ötekinin gelişimini beslemek ve kozasından çıkmasına destek olmak gerekmektedir. Aynı zamanda insanın, özsaygısını kaybetmemeyi başararak ötekinin aşkınlığına da saygı göstermesi gerekir. Ötekine köle olduğumuz ve benliğimizin onun tarafından ezilmesine izin verdiğimiz vakit asla gerçekten onunla “birlikte var olamayız.” Ayrıca ben ve öteki arasındaki fark asla kapatılıp örtülemez. Bu fark, gizem ve sessizlik içerir, ama sessizliğe getirdiğimiz anlayış bile yeniliğe açık olmalıdır.

Irigaray, diğer insanlarla bütünleşmeyi öneren bu yeni yaşam biçiminin felsefe ve din bilimini bir araya getirebileceğini iddia ediyor. Özne-özne ilişkisine dayalı yeni bir dil benimsendiği zaman din bilim, zihinlerde eril zamirleri kullanarak erkek bir Tanrı inşa etme eğiliminden uzaklaşabilir. Böylece Tanrı özneler arası aşkınlığın da garantörü haline gelmiş olur. Felsefe ise, bilgelik sevgisi olmaktan sıyrılıp sevginin bilgeliğine dönüşür.

Eğer Irigaray insanların temelde ortak öznellik sahibi olduğu konusunda haklıysa, bu durum akıl ve bilinç felsefesi hakkındaki Anglo-Amerikan yazını için büyük bir meydan okuma anlamına gelmektedir. Bu geleneğin filozoflarının Ben’e karşılık bulamaması şaşırtıcı değildir. İnsan olmak, ben olmak, bir etken ya da bir bilinç olmak değil: başka bir özneyle ilişkili bir özne olmak demektir. İnsan olmak, diğerlerinden soyutlanmış bir ben, bir etken, ya da bir bilinç olmak değil: diğer bir özneyle ilişkisi olan bir özne olmak demektir.

Bu kitabın [The Way of Love] tek zayıf yönü, önerdiği görüşlerin çoğunun basit birer iç görü olarak ifade edilmesidir. Kitap, az sayıda argüman ve gerekçe sunuluyor. Kuşkusuz Irigaray, bu us (logos) arama arzusunun kusurlu erkek gündeminin bir parçası olduğunu söyleyebilir. Bir başka eksik nokta ise, farklılık ve ötekiliğin daha önce başkaları tarafından -örneğin Derrida’nın Politics of Friendship‘de incelediği gibi- incelenen belirsiz ve problematik yanlarının, bu kitapta pek de incelenmemiş olmasıdır. Örneğin, Irigaray şiddetin doğasını araştırmıyor; ne ötekiliğin saf şiddeti içerip içermediğini inceliyor ne de dostluk ve düşmanlık arasındaki bağlantıyı keşfediyor. Bu durumsa, özneler arası ortaklık görüşünün insan olma deneyiminin derinliklerine tam olarak ulaşıp ulaşmadığı konusunun sorgulanmasına sebebiyet veriyor.

 

Yazar: Michael Williams
Çeviren: Sezen Kiraz

Kaynak: Philosophy Now

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.

 


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com