• 28 Temmuz 2017
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

‘Mitler ve Efsaneler’, filmlerde tasvir edildiği gibi kahramanca eylemler, epik yolculuklar ve kutsal hikayeler dünyasını över ve bu hikayelerin var oluşumuzun gizemlerini ve mucizelerini sunduğu iç dünyasını araştırır. Şimdi, modern sinema hikayeleri ve klasik folkların arasındaki ilişkinin ayrıntılarına ineceğiz.

Modern kullanımlarda, mit kelimesi, konuşmacı tarafından kurgusal ya da yanlış olarak hissettirilen durum ya da olaylar için kullanılır. Teknolojik adaptasyonların ve seküler düşüncenin boyunduruğundaki günümüz dünyasında, çağdaş toplumun – hatta örgütlü din kısıtlamaları dışında – doğal dünya ve onun içindeki yerimiz bağlamında efsanevi anlatımlara dönüşmesi fikri beklenmedik bir şeydir. Yine de milyonlarca insan, mit yaratmanın modern zaman formları olan film ve televizyon aracılığıyla tüm mitolojik anlatımları destekleyen temalar ve kalıplarla yakın ilişkiler kurmaktadır.

Geçiş törenlerini çevreleyen ritüellerden – doğum, ergenlik, yeniden üretim ve ölüm – dünyayı anlamak için kullandığımız antik kalıplara ve motiflere kadar, her şey neredeyse değişmeden kalmıştır. Bu durumun sebebi aslında efsanelerdir ve bu efsaneler, metaforlar, semboller ve kalıplar aracılığıyla bizimle iletişim kurar; evrendeki yerimizi buluruz, varlığımızın nedenini ve nasıl oluştuğunu anlarız ve kaçınılmaz çöküşümüzü ve ölümü kabul ederiz. Karşılaştırmalı dinin ve mitolojinin önde gelenleri olan Ira Chernus ve Joseph Campbell gibi modern bilginler göre efsaneler, hakiki gerçek olarak değil, sembolik gerçeklik olarak algılanmalıdır. “Efsaneler, deneyimlerimizi yorumlamamıza yardımcı olan lenslerdir, meydan okumak ve güven vermek, dünyayı deneyimlediğimiz yolu şekillendirmek, şeklini değiştirmek ya da teyit etmek için var olan dolaylı ve bazen şiirsel bir yoldur.” Campell’in yazdığı gibi:

“Meskun dünya boyunca, tüm zamanlarda ve her koşulda, insanoğlunun efsaneleri gelişmiştir ve insan vücudunun faaliyetlerinden ve zihninden çıkmış olabilecek her şey canlı ilham kaynağı olmuştur. Efsanenin, evrenin ortalığa saçılan tükenmez enerjisi aracılığıyla insanoğlunun kültürel tezahüratlarına açılan gizli bir kapı olduğunu söylemekle abartmış sayılmayız. Dinler, felsefeler, sanatlar, ilkel ve tarihsel insanlığın toplumsal biçimleri, bilim ve teknolojideki öncü keşifler, uykunun kabarcığı olan rüyalar, efsanenin temel sihir halkasından kaynar.”

Olağanüstü varlıkların, kahramanların ya da atalarımızın geleneksel hikayeleri, efsaneler, toplumların dünya görüşlerini ve geleneklerini anlatmak için kullanılır. Bu kelimenin, yalan anlamına gelen modern kullanımı, günlük hayatımızı varoluşumuzun en derin köklerine bağlayan işlevini inkar eder. Efsaneler, bir topluluk içinde, hayatın zorlu anlarında yol göstermeye, onay ve anlam vermeye devam eder. Bir topluluğun, çevresindeki ortama adapte olup değişmesi gibi, bu hikayeler de, aldıkları formların uyarlamalarıyla alakalı olmalıdır. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında sinemanın ortaya çıkması, bu hikayelerin modern izleyiciye sunulabileceği taze bir platform sağladı.

2014’ün “Masallar ve Fabllar”ına eşlik eden “Mitler ve Efsaneler”, klasik folklor ve modern sinema hikayeleri arasındaki bu güçlü ilişkiyi keşfetmeye devam ediyor. İlk sessiz filmlerden (The Passion of Joan of Arc, 1928) ve The Golem ,1920), Jason and the Argonauts (1963) ve Clash of the Titans (1981) gibi klasik mitolojiye kadar klasik masal yorumlarını birleştiriyor. Program ayrıca, Eskimo efsanesi Atanarjuat: The Fast Runner (2001), Afrika masalı Brightness (1987); atalarından kalma Yerli Avustralya hikayesi Ten Canoes (2006) gibi tüm dünyada var olan mitolojik hikayeler ve kutsal masallar kadar bu klasik masalların,  Orpheus efsanesinin Karnaval kutlamaları sırasında Rio de Janerio’daki gecekondular bölgesinde ortaya çıktığını anlatan Black Orpheus (1959) gibi filmlerde yer alan modern uyarlamalarını da göz önünde bulunduruyor.

Doğaüstü tanrılar, ruhlar, canavarlar ve kahramanları resmeden ve açık bir şekilde efsane oldukları bilinen bu filmler, mitolojinin sinemadaki yerine dair geniş bir bakış açısı sağlar. Efsanevi hikayeleri, izleyiciye en belirgin formlarda sunarlar, ‘evvel zaman içinde’ ve ‘uzun zaman önce’ gibi başlayan çeşitli cümlelerle bazen olağanüstü manzaralar yaratırlar. Bu tür uyarlamalar çoğu zaman, toplum değerlerini tazeleyen, kendi içlerinde sahip olduğu ahlak değerlere karşı güçlü psikolojik ve duygusal tepkilere neden olur.

Bu bilinen efsanelerin yanında, “Mitler ve Efsaneler”, örtülü mitolojik anlatılar olarak bilinen şeyleri, daha az belirgin biçimde ele alınan öyküleri; gündelik hayatın kahraman yolculuklarını da inceler. Bu tarz efsanevi hikayeler, Kara film (The Maltese Falcon, 1941), bilim kurgu (Aliens, 1986), macera (The Adventures of Robin Hood, 1938), dram (Fight Club, 1999), romantik (Pretty Woman, 1990), komedi (Monty Python and the Holy Grail, 1975) ve kovboy filmi (Unforgiven, 1992) gibi çeşitli film türlerine yerleştirilmiştir. İlk bakışta, doğaüstü varlıklarının hikayeleri ya da destansı maceralarla çok az ortak noktası varmış gibi görünse de klasik masallarda tarif edilmiş geçiş törenleri – ayrılık, başlangıç ve kahramanın maceradan dönüşü – gibi benzer kalıpları paylaşırlar. Epik hikayelerde yer alan uçan kılıç kullanan kahraman tasvirleri çok az bulunsa da, hikaye yapısı ve bu hikaye yapısıyla bütünleşmiş hayat ilkeleri genellikle değişmez. 1993’teki etkileyici çalışması The Hero with A Thousand Faces’de bu kalıbı ‘kahramanın yolculuğu’ olarak tanımlayan Joseph Cambell’e göre, fiziksel kahraman, savaşçıdan çok anne, gezgin, hacı ya da trajik bir figür olarak temsil edilen manevi kahramanla eşit derecede eşleştirilir. Manevi kahraman için ayrılık, başlangıç ve geri dönüş döngüsü fiziksel benzerine göre daha sessiz gerçekleşse de çektiği psikolojik zorluklar daha az zorlayıcı ve bilgi ödülü daha az değersiz değildir.

Campbell, benzerliklerin altı çizilerek uluslararası kültürel farklılıkların ‘yassılaştırılmasını’ eleştirdiği sırada, bu ortak noktalar, Campbell’in biliminden çok önce, ortaçağın başlangıcından beri sinematik peyzaja doğru yol alıyorlardı. Campbell’in işinin tutkunu olan Christopher Vogler ve Campbell yapısını senaristler için bozan; çağdaş topluma, mitolojik öykünün kuralcı yapı çağrısından daha çok önem verdiğini anlatan ve 20 yılı aşkın süredir, Hollywood filmlerinin gelişiminde önemli rol oynayan The Writer’s Journey: Mythic Structure for Storytellers and Screenwriters (1993) kitabı ile bu evrensellikleri daha da belirginleşti. Esasında, mitolojik hikayeler, bilinçli ve bilinçsiz düzeyde hayatımıza yapı ve destek sağlamaya devam ediyor. Geçmişle olduğu kadar günümüzle de ilişkili ritüeller ve geçiş törenleri aracılığıyla bize yol gösteriyor. Bu hikayeleri, kamp ateşi etrafında değil de sinemalarda, dinlenme salonlarında anlatıyor olmamız onları, hayatımız, toplumdaki yerimiz ve ülkemizle daha alakasız ve daha önemsiz yapmıyor.

Yazan: Amanda Slack-Smith
Çeviren: Cansu Balku
Kaynak: blog.qagoma.qld.gov.au

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.  


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com