Paylaş

“-Böyle olduğunu bil.
-Nereden bileyim?
-Farzet. Saadet bir faraziyedir.”
(Bir Akşamdı, Peyami Safa)

Yanılsamalar dünyasında neyin gerçek ve neyin varsayım olduğunu ayırt etmek zordur. Bazen bana öyle geliyor ki, yaşamımızın büyük kısmı gerçek görünenlerin birer yanılsama olduğunu tecrübe etmekle, kalıcı sayılan mutlulukların artık mutluluk vermediğine şahitlik etmekle geçiyor (Gerçeklik ve yanılsamayı belirlemede ölçütümüz şeylerin sürekliliği olabilir: Gerçekse süreklidir, gerçek olmayan geçicidir).

Tecrübe edenler olarak bizler, bu hayal kırıklığı –gerçek görünen bir şeyin daha gerçek olmadığının ayırdına varılması, kalıcı sandığımız bir mutluluğun daha elimizden kayıp gitmesi–  karşısında kendimizi tamir ettikten sonra genellikle iki tür tepki veriyoruz: Yaşamın özünü acı olarak görenlerimiz, bir sonraki acı verici yaşantıya karşı daha hazırlıklı olmak üzere olumsuz deneyim haznesini güncellemiş oluyor. Yaşamda kalıcı mutluluğun mümkün olduğuna inananlarımız ise, yeni bir mutluluk düşünün peşinde koşmaya başlıyor. Hangisinin daha iyi bir seçim olduğu tartışılır. Çünkü kalıcı mutluluğu mümkün bulanlar, hayatın özünde acıyı görenleri karamsar bulacak ve onlar tarafından çok pembe görüleceklerdir.

Elbette bahsettiğim iki tür insan birbirinden bu kadar keskin hatlarla ayrılamaz çünkü kendimizden de biliyoruz ki, duygularımız her zaman olduğu gibi bu konuda da değişkendir: Kimi zaman yaşamda kalıcı mutluluğun olduğuna içtenlikle inanır, onu ararız ve kimi zaman yaşam gittikçe daha dayanıklı hâle gelmemiz için bizi sınayan bir savaş alanından fazlası değildir. Bu konuda aramızdaki farkı belirginleştiren, zamanın çoğunda bu tutumlardan hangisini tercih ettiğimiz olabilir.

Sürekli mutluluk mümkün müdür sorusunun yanıtı artık çok açıktır. Maalesef zihnimiz bir duygunun kalıcı olmasına imkân tanımayacak ölçüde değişken bir doğaya ve çok fazla düşünce üretme kapasitesine sahiptir. Sokrates zihnin öylesine belalı bir şey olduğunu; istediğimiz bir şey olmadığında ve istemediğimiz bir şey olduğunda, hatta istediğimiz şeyler olduğunda bile acı çektiğimizi çünkü artık sahip olduğumuz bu şeyi kaybetme riski gördüğümüzü söyler. İşte mutluluğumuzdan yeni bir mutsuzluk sebebi çıkarmış, Seneca’nın deyimiyle vaktinden evvel mutsuz olmuşuzdur.

“Malik olmak saadetinin yanından ayrılmayan bir ıstırap da vardır: Mahrum olmak korkusu. Saadetin peşi sıra giden bu ıstıraptır ki, ekseriye, duyduğumuz tadların tadını kaçırır ve saadetle felaket, hazla keder arasındaki mevhum hududu siler” (Bir Akşamdı, Peyami Safa).

Ancak elbette sürekli mutluluk durumunun var olmaması, mutluluğun mümkünlüğünü bütünüyle dışlamaz. Zihnimiz, kavramları yeniden yapılandırma ve onlara yeni anlamlar yükleyebilme konusunda oldukça beceriklidir. Böylelikle biz de üstüne mutluluğu varsaydığımız beklenti ve algılarımızı yeniden yapılandırma şansına sahibizdir.

Psikolog Mihaly Csikzentmihaly tarafından 1970’li yıllarda geliştirilen “akış deneyimi” kavramı, kendimizi tamamen bir aktiviteye kaptırdığımız, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız durum ve deneyimler için kullanılır. “Akış deneyimi insanların şimdiyi yaşamalarını ve yaşamın ‘şimdi ve burada’ tadını çıkarmalarını gerektiriyor. Önemli olan hedefe ulaşmak değildir. Hedefe giden yoldaki mücadele ve deneyim, esas eğlence kaynağıdır. Mutluluk geleneksel ölçülere bağlı kalmak ya da başkalarından taleplerde bulunmakla değil, kendi yaşamını kontrol etmekle elde edilir” (Burger, 2006, s. 444).

Akış deneyimi, bu konuda tavsiye edilen yöntemlerden yalnızca birisidir. Ancak hayatımıza uyarladığımızda ve bize bu deneyimi yaşatacak aktivitelerin sayısını artırdığımızda, yolun sonunu kontrol etme arzusu yerini yolda yürümeye bırakacaktır. Böylelikle yaşam, sürekli bir sonraki acı deneyime hazırlandığımız yahut sürekli mutluluk peşinde koştuğumuz bir mücadele olmaktan çıkıp daha eğlenceli ve öğretici bir macera hâline gelecektir.

Dış etkenlerin mutlu hissetme seviyemiz üzerindeki etkisi yadsınamaz ancak genel mutluluk hâlinin çoğunlukla bizim varsayımlarımıza dayandığını söylemek, artık çok iyimser bir tablo çizmek değil, gerçeğin kendisidir. Aksi halde sahip olmayı arzu ettiğimiz şeylere sahip olmanın bizde kalıcı olumlu duygular bırakmıyor olmasını veya sahip olmaksızın hissettiğimiz olumlu duyguları açıklamak güç hâle gelirdi.

Saadetin bir faraziye olduğunu anladığımızda, gerçeklikten kopmadan mutluluğu varsaydığımızda ve vaktinden önce mutsuz olmama becerisini geliştirdiğimizde; geldiği anda karşıladığımız mutluluk, gittiği anda ortadan kaybolmuş bir varsayımdan fazlası olmayacaktır.

“Rüzgar bambuda fısıldıyor
Ve bambu dans ediyor
Rüzgar dindiği zaman,
Bambu duruyor
Rüzgar gelir ve bambu onu buyur eder.
Rüzgar gider ve bambu bırakır gitsin.” (Eski Bir Deyiş)

Kaynaklar:
BURGER, J.M. (2006). Kişilik. Çev: İ.D. Erguvan Sarıoğlu, Kaktüs Yayınları: 269.
SAFA, P. Bir Akşamdı. Ötüken Yayınları: 63.

Yazar: Seval Dönmez

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Seval Dönmez

1989'da Ankara'da doğdum. Hacettepe ve ODTÜ’de Psikoloji alanında eğitim aldım. Yol arkadaşım Çikilop'um (tekirim) ile zaman geçirmeyi, piyano müzikleri dinlemeyi, yazmayı seviyorum. Hayatı, konuşmalarımızı ve olan bitenleri şuna benzetiyorum: "İçimdeki yaşamın sesi, senin içindeki yaşamın kulağına ulaşamaz. Yine de kendimizi yalnız hissetmemek için konuşalım." (Halil Cibran)