Bilim felsefesiyle ilgili önemli bir dizi tartışmaya damgasını vuran iki bilim insanından biri, adeta bir simge haline geldi. Albert Einstein, teorilerini anlamayanlar tarafından bile tanınan dünyaca ünlü biriyken 1920’lerde ve 1930’lardaki fikir ortağı hak ettiği kadar ünü hiçbir zaman kazanamadı.
Nobel fizik ödülünü kazanmış olmasına ve Einstein’ın akranı olmasına rağmen, Niels Bohr başarılarının getireceği şöhretten çok uzak kaldı. Öğretim teknikleriyle de adından söz ettiren Bohr, özellikle de gençlere bilginin sınırlarını zorlamak konusunda güvenerek hem öğretmen hem de öğrencilere yönelik dersler sundu.
1885’te Danimarka’da doğan Bohr, doğuştan yetenekli bir bilim insanıydı. Danimarka futbol takımlarından birinde de yer alan Bohr, üniversite laboratuvarındaki cam test tüplerinin yeterli olmadığına karar verdiğinde cam yapımına bile merak sarmıştı.
1911’e gelindiğinde, atom konusunda yeni araştırmalar yapmakta olan Bohr, İngiltere’de araştırma yapıyordu. İki yıl sonra, kuantum fiziğine merak sardı ve ünlü atom modelini oluşturdu; bu atom modeli, dünyanın nasıl oluştuğuna dair anlayışımızın temelini oluşturdu. 1922’de Nobel Ödülü’nü kazandı ve Einstein ile kuantumda mekansızlık konusunda tartışmalar yaşadı.
Bu bilimsel tartışmalar, 20. yüzyılın ilk yarısına damgasını vurdu. Mekaniğin nedensellik ilkesine bağlı olmaksızın bir olasılık olduğu teorisi üzerine Einstein, Tanrı’nın zar atmadığını söylemişti. Bohr ise cevap verdi: “Tanrı’ya ne yapacağını söylemeyi bırak.”
1921’de Niels Bohr Enstitüsü‘nü açtı ve Danimarka hükümetinin desteği ile geçen 4 sene sonunda, yeni nesiller için bir fizik merkezi açmak amacıyla şirketlerden ve özel bağışçılardan fon toplamaya başladı.
Kopenhag Üniversitesi’ndeki enstitüsü Nobel Ödüllü fizikçiler için bir merkez haline geldi. Aralarında Bohr’un altı oğlundan biri de olan dört üyesi farklı ödüllere layık görüldüler. Enstitünün çalışmaları dünyayı şekillendirdi. Bohr ve öğrencilerine, kuantum mekaniğindeki başarılarından dolayı teşekkür etmeliyiz. Bu bilimsel bir abartı gibi görünüyorsa, bilgisayarların, cep telefonlarının, CD çalarların, lazerlerin ve tıbbi araçların olmadığı bir hayat düşünün. Bu cihazlar ve daha pek çoğu, Bohr’un araştırmasıyla gelişen teknolojiyi kullanıyor. Batı dünyasının gayri safi yurt içi hasılasının yüzde 30’unun Bohr’un düşüncesine dayandığını iddia ediliyor.
Bohr enstitüsünün başarılarının arkasında işletme okullarının ve öğrencilerin dikkat etmeleri gereken noktalar vardır. Başarıyı getiren para miktarı değildir. Fark yaratan şey, Bohr’un, yeni neslin kabul edilmiş düşünceyi sorgulaması gerektiğine olan inancıydı. Bohr, genç bilim insanlarına olan inancını hiç kaybetmedi ve onlara halihazırda kabul görmüş fikirlere tam olarak güvenmemelerini öğütledi.
Gençlerin yeniliklerinin ve coşkusunun fayda sağladığına yönelik yaklaşım, işletme eğitimine bir örnek olabilir. Gençler, işleri farklı yürütmek için gereken öz-güvene sahipse kirlilik, enerji tüketimi, kuraklık ve gıda sıkıntısı gibi sorunların çözümüne odaklanabiliriz. İşletme bölümü böyle bir felsefenin tohumlarının ekilmesi için ideal bir yer olabilir.
Yahudi asıllı olan ve Nazi işgali altındaki Danimarka’da çalışan Bohr gibi önemli bir bilim insanı Reich’in dikkatinden kaçmadı. Nazilerin Yahudi meslektaşlarına verilen iki Nobel altın madalyasını ele geçirmelerini önlemek için Bohr ve bir Danimarkalı kimyager, madalyonları eriterek, turuncu bir sıvı olarak saklamaya karar verdiler. (Bohr işgalden önce Fin savunması için kendi madalyasını açık arttırmaya çıkarmıştı.) Dikkat çekici bir ayrıntı da, kimyagerin savaştan sonra altın sıvıyı tekrar madalya haline getirmesi ve ödüllerin Nobel sahiplerine ulaştırılmasıdır.
Bohr, Nazilerden kaçan mültecilere yardım etmeye devam etti ve 1943 sonbaharında Kopenhag’da Yahudileri tutuklama emri çıkarıldığında müttefiklere yardımcı olmak için İngiltere’ye kaçtı.
Atom fiziğinin ve modern fiziğin ilk kez ortaya atıldığı ve hala da faaliyet gösteren enstitü, hak ettiği övgü ve ilgiden çok uzakta kalmış bu değerli bilim insanını dünyaya tanıtmakta başarısız olmakla suçlanıyor.
Yazar: Emeric Peyredieu du Charlat
Çeviren:Yağmur Alpay
Kaynak: Financial Times
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.