Mutlak ve kesin bilgi doxanın (sanı) panzehiridir. Her zihin, bir şekilde doxa ile tanışır ve bu tanışma sorgulanmadığı takdirde, zihin uykuya mahkûmdur. Bu bağlamda her sorgulama zihni uyandıracak ve onu şeyleri bildiğini sanmaktan kurtaracaktır. Gerçek bilginin apriori koşulu, kişinin çevresindeki her şeyi sorgulamasıdır ve bu sorgulama, hayatı boyunca kör kalmış gözlerin ilk defa görmesine benzer. Peki, bilginin doğruluğunun ve kesinliğinin koşulu nedir?
Bilgi, felsefî tanımı gereği suje ile obje arasındaki akttır. Fakat bu tanım onun mahiyetine nüfuz etmediğinden, epistemolojik açıdan oldukça yüzeysel kalmaktadır. Açık ve seçik tanım şu soruların cevabındadır: Neyi, ne kadar ve nasıl bilebiliriz? Bizim görüleyemediğimiz ama yine de bilebileceğimiz şeyler var mıdır? Bu zamana kadar bildiğiniz her şeyi bir kere olsun şüphe süzgecinden geçirip, tortuları attığınızda elinizde kalan bilgi ne kadar sağlamdır? Hakikati bulma çabasında olan bizler, uzak kaldığımız her bilgiye aklın sandalına atlayarak felsefenin kaptanlığında yolculuğa çıkar, aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlayıveririz. Bu bir uyanma hâlidir. Platon’un bilgi kuramı uyanışın ilk adımı, yolculuğun ilk durağıdır.
Platon bilgi anlayışını tamamen dogmatik bir temel üzerinde inşâ etmiştir. Duyularımızın bize verdiği algılama hâli, sadece görüntüden ibaret olup, duyularımız bize gerçekliği değil; varlığı mutlak ve kesin olan şeylerin sadece görüntüsünü verir. Hâliyle, duyularımızdan edindiğimiz empirik bilgi gerçek bilgi değildir. Çünkü deneyimlediğimiz tikelin bilgisidir ve tikel sürekli değişim hâlindedir. Oysa bir bilgi doğruysa o çelişik olmamalıdır. Bir şey bir zamanda A olup diğer bir zamanda A-olmayan olursa, o bilginin güvenilirliği problemli olacaktır. Duyu-deneyi bize gerçekliği vermez sadece fenomenal şeylerin görünüşünü verir. Her tikel tümeli bildiğimizi sandığımız bir görünüştür sadece. Bireysel varlıklar, tikeller ve fenomenler bilinemezler çünkü onların tümel bilgisine sahip değilizdir. O hâlde bize lazım olan kesin bilgi nerededir? Neyi ne aracılığı ile bilebiliriz?
Bir bilginin açık ve seçik doğru, güvenilir, kesin olması için o bilginin değişmeyen bir şeye ait olması gerekir. Ve bu şeye sanıldığı gibi duyular aracılığı ile değil, her türlü gerçeklikten ve deneyden bağımsız olarak var olan akıl ile ulaşabiliriz. Gerçekten mutlak ve kesin bilgiye ulaşmak istiyorsak, akıl aracılığı ile bu dünyada var olan değişmeyen kalıcı şeylere ulaşmak lâzım gelir. Bu şeyler Platon’un felsefesinin kilit kavramı olan idealardır. Platon’a göre bilgi tikel olanın ve değişenin beş duyu yoluyla kazanılmış empirik bilgisi değil de, değişmez ve tümel olanın, genel kavramların akıl yoluyla kazanılan ezelî-ebedî bilgisidir (Cevizci, Ahmet. 122).
Tümellerin bilgisine sahip –miş gibi yapıyoruz. Bunu şöyle açıklamak yerinde olacaktır: Bir nesneyi veya bir kişiyi tanımlarken onun ait olduğu sınıfın/türün adını söyleriz. Betimlediğimiz tikeli, tümelin bilgisini doğrudan veriyor gibi kabul eder ve tümeli biliyor gibi davranırız. Oysa B türünden bir hayvan, hayvanlığın tanımını, C kişisi ise insanlığın tanımını doğrudan bize vermez. Tikeller tümelin gerçek bilgisini vermeyip, aslında her tikel tümelin sadece bir üyesidir. Deneyimlerimiz tikel olanla sınırlıysa, üstelik deneyimlerimizin kaynağı olan duyularımızın bizi yanıltması mümkünse gerçekten neyi biliyor oluruz? Tümelin bilgisine sahip olmadan, aklın karşı kıyısına geçmeden, bildiğimizi sandığımız her şey sadece sanılarımızın tutsağı yapar bizi. Üstelik bu tutsaklıkla, insanlarla kurulan iletişim de sağlıklı olmayacaktır. İyiliğin mutlak bilgisini bilmeyen bir zihin, iyilik hakkında ne kadar şey söyleyebilir? Bu tür yani kavramların ne olduğunu bilmeden kurduğumuz iletişim ise nihayetinde kaosa sebep olacaktır. Ioanna Kuçuradi’nin, “Bir kavram ne zaman tehlikeli olur? İçeriği bulanık olduğu halde, herkes bu kavramı bildiğini sanınca” sözü, meseleye bakış açısını keskinleştirir niteliktedir.
Filozofa göre bilginin konusu, ezelî-ebedî, değişmez, mutlak olan idealardır. İdealar zaman ve mekândan bağımsız oldukları için yaratılmamışlar ve yok edilemezlerdir. Onlar, bu dünyada algıladığımız her şeyin ilk örnekleri ve hatta bu dünyada var olan şeylerin sebepleri olmak durumundadırlar. İdealar belli bir hiyerarşiye göre sıralanırlar ve en yüksek idea İyi ideasıdır. Platon, Timaeos diyalogunda şöyle der: “Bilgi ve doğru inanç iki ayrı sınıf oluşturuyorsa, duyu tarafından algılanamayan, fakat yalnızca akıl tarafından kavranabilen bu kendinden kaim ideaların kesinlikle var olduğunu söylerim; bununla birlikte, doğru inanç bilgiden hiçbir bakımdan farklılık göstermiyorsa, beden aracılığıyla algıladığımız her şey en gerçek varlıklar olarak görülmelidir. Fakat onların ayrı olduklarını öne sürmeliyiz, çünkü onlar ayrı kökenden olup, farklı bir doğaya sahiptirler” (Platon, Timaeos, 51d-e).
İdealar insan zihninden bağımsız olarak bize aşkın bir şekilde vardır. Burada Platon’a sorulması gereken soru şudur: “Nasıl olur da zaman ve mekânın içinde olan sonlu insan varlığı, zamanın ve mekânın dışında olan ideaları bilebilir?” Platon bu soruya; “anımsama yolu ile…” cevabını verecektir. Anımsana teorisi; Antik Yunan döneminde yaygın olan döngüsel hayat anlayışı ile yakından ilişkilidir. Öyle ki inanca göre, ruh ölümsüzdür ve sürekli olarak başka bedenlerde var olur. Ruh, ilk olarak idealar âleminde var olduğundan orada her şeyin mutlak bilgisine ulaşmış fakat bedene hapsolunca bu bilgi bilincin derinliklerinde kalmış, unutulmuştur. O hâlde yapılması gereken bu bilgiyi doğurmaktır. Platon bunu hocası Sokrates’in de kullandığı diyalektik yöntemiyle yapar. Menon diyaloğunda Sokrates bir köleye sadece soru sorarak ve biraz yardım ederek bir geometri sorusu çözdürür. Bilgiyi diyalektik ile gün yüzüne çıkarır, onu doğurtur.
Mutlak ve kesin bilginin sadece idealar bilgisi olduğunu açıkladıktan sonra Platon Devlet adlı eserinde bilgiyi sınıflandırır. O, burada dört ayrı biliş tarzından (pathema) bahseder ki bu maddeler gerçekten de onun epistemolojisini özetler niteliktedir. Aşağıdan yukarıya doğru sıralanan bu biliş tarzları şöyledir. En aşağıda, Platon’un tahmin (eikasia) diye adlandırdığı bilgi türü vardır. Bu bilgi türü güvenilir değildir çünkü sadece tahmindir. Bir nesneyi gölgesinden tahmin etmek gibi… Bu bilgi türü gerçeklikten uzaktır. Bir üst sırada inanç (pistis) gelir ki bu bilgi türü eikasiadan daha güvenilirdir. Bu bilginin kaynağı duyularımız olduğu ve duyularımızın bizi yanıltmasının da mümkün olmasından dolayı güvenilir değildir. Bilgi mutlak ve kesin olmalıdır. Bir üst sırada rasyonel bilgi vardır. Bu bilgi diskürtif yani matematiksel bilgidir. Platon bu bilgi türünü hem duyulardan bağımsız olması bakımından hem de matematiği içerisinde bulundurması bakımından güvenilir bulur fakat matematik hipotezlerden oluşur. Hipotezler eleştirilmeyip olduğu gibi kabul edildiği için bu bilgi türünü de eleştirmekten geri kalmaz. En üst sırada ise matematiğin karanlık yönlerini ortadan kaldıracak olan bilgi, duyusal dünya ile hiçbir ilişkisi kalmamış olan nous vardır. Noesis sadece idealar düzeyinde gerçekleşir, hipotezlere karşı olumlu ve olumsuz tavır takınır. En önemlisi o bir yandan her şeyin ilk ilkesine, yani hipotetik olmayan ilk ilkeye yükselmek için hipotezleri araç olarak kullanırken, diğer yandan da ilk ilkeye çıkarken, onlara karşı yıkıcı bir tavır gerçekleştirir (Cevizci, Ahmet, 133). Noesis her şeyin ilk ilkesi olan İyi ideasına ulaştıktan sonra hiyerarşide aşağı doğru inerek tümdengelimsel bir çıkarım yapar. Bu bağlamda Platon’un epistemolojisinde her şey İyi ideasına bağlıdır (Cevizci, Ahmet, 129-133).
Platon felsefesi ile ilgili akla ilk gelen şey kuşkusuz mağara benzetmesidir. Bu benzetmede arkasından ışık gelen bir mağaranın dibinde, zincirlere vurulmuş insanlar doğduklarından beri orada bulunmaktadırlar. Gördükleri tek şey mağaranın duvarına ışığın etkisi ile yansıyan gölgelerdir ve duydukları sesleri de bu gölgelerin sesi olarak tanımlarlar. Onlara göre gerçek; gölgelerdir. Çünkü duyusal bilgileri bu kadarına ulaşır, gölgelere… Olur da biri zincirlerinden kurtulup mağaranın dışına çıkarsa, güneşin ışığıyla ilk karşılaştığında gözleri acıyacak, bu süreç onun için çok sancılı olacaktır. İnsanları inandıkları şeylerden kurtarmak çok zordur ki bazen yanı başlarında parlayan güneşe bile kör kalmayı tercih ederler. Kurtulma fırsatı yakalayan insanın gördüğü dünya idealar dünyasıdır. Mağaranın dibindekiler ise duyusal dünyaya hapsolmuş, sanılarının, inançlarının zincirinde olanlardır. Zincirlerimizden kurtulmak için kendi mağaramızdan kurtulmak istemek gerekir ve bunun için atılacak ilk adım Platon’a göre matematiktir. Kurtulmak istiyorsak ideaların apriori bilgilerini diyalektik ve anımsama yolu ile kazanılmalıdır ki bu duyusal dünyadan rasyonel dünyaya geçişin ilk koşuludur.
Filozof, bilgi anlayışına göre sanatları da sınıflandırır. Taklidin taklidini yapan, hiyerarşinin en alt katında olanlar, şairler, tragedya yazarları, sofistlerdir. Bunlar gölgenin gölgesiyle uğraşırlar ve yaptıkları, yanıltmaktan başka bir şey değildir. Bu bilginin üzerinde, marangozluk, tıp, askerî strateji gibi bilgiler bulunur. Platon gerçek bilim olarak harmoni, astronomi, aritmetik ve geometriyi sayar. Bütün bu bilimlerin en tepesinde ise diyalektik bulunur. Burada önemli olan varlığı varlık olarak bilmektir. Tümelin bilgisine ancak diyalektik ve felsefe ile ulaşılabilir (Platon, Devlet, 601d).
Platon’un metafiziği epistemolojisinden ayrı tutulamaz. Onun iki dünyalı metafiziğinde asıl gerçeklik idealar âlemidir. Duyusal dünya görünüş ve gölgelerden ibaret olan aslında gerçekten var olmayan dünyadır. Platon, Parmenides’in aksine varlığın kaynağını bir olarak tanımlamaz, ona göre dünyadaki çeşitliliğin sebebi ideaların çeşitliliğindedir. İçinde yaşadığımız dünya gerçek değildir çünkü sürekli bir değişim söz konusudur. Hâliyle bilgilerimizde farklı zamanda farklı forma sahip olan nesnelerin bilgisi olduğundan güvenilir değildir. Oysa şu diye adlandırdığımız her tikel şey aslında mutlak ve kesin bilginin kaynağı olan idealar âleminin sadece görüntüleridir. Bireysel nesneler hem gerçeklikten hem yokluktan pay alırlar. Fenomenel dünya varlığın kendisinin değil, sadece oluşunun sergilendiği bir alandır. İyilik ideası, güzellik ideası, İnsan ideası ise gerçekten var olan yüksek idealardır. “İdealar, şeylerin doğasında yerleşik olan modellerdir” (Platon, Parmenides, 132d).
Platon’un metafiziğinde idealar, İyi ideası sayesinde vardırlar. İyi ideası olmasaydı, idealarda olmayacaktı. Filozof bunu Devlet’te İyi ideasını güneşe benzeterek açıklar. Güneş nasıl dünyayı aydınlatıyor ışığıyla bizi karanlıktan kurtarıyor ve nesneleri görmemizi sağlıyorsa, İyi ideası da ideaları aydınlatarak onları aydınlatır, anlaşılabilirlik kazandırır (Platon, Devlet, 508d-508e). İyi ideası insan aklının ötesinde olduğundan ancak sezgi yoluyla bilinebilir ve her şey ondan aldığı pay ile vardır. Bu pay sayesinde değişimin sürekli var olduğu bu duyusal dünyada belli matematiksel özellikler değişmeden kalır. Bir masa yok olur ama geriye dikdörtgen kalır. Bir kutu yok olur ama geriye küp kalır (Cevizci, Ahmet 146).
İdealar ile yaşadığımız dünya arasında var olan her şeyin idealardan pay alma durumu ideaların bir parçasının nesnelerde olduğu anlamına gelmez çünkü idealar bölünemez. Ve böyle bir pay alma söz konusu olsaydı onlar bu dünyaya içkin hâlde bulunacaklardı fakat idealar aşkın varlıklardır. Platon bu konuya Parmenides ve Timaeos diyaloğunda açıklık getirmeye çalışır. Fakat bu pay alma meselesi görüldüğü üzere tam olarak açıklanamayan bir meseledir. Bu, bir şeyin aslını eksiltmeden onu örneklemesine benzer.
Peki, bu iki dünyalı metafiziği birbirine bağlayan şey nedir? Birbirini hiçbir şekilde kendilerinde barındırmayan bu iki dünyanın köprüsü nedir? Platon bu köprüye Demiurgos adını verir. “Platon’a göre maddenin kendisi tümüyle belirsiz olup, şekilden formdan yoksundur. Zaten belirli olsa ve bir şekli bulunsa, bu ideanın onda zaten bulunduğu anlamına gelir. Madde tanımlanamaz. Bununla birlikte tümüyle düzensiz olan madde form kazanmaya elverişlidir. İşte hem akılla anlaşılabilir dünyanın hem de maddi dünyanın dışında olan bir tanrı ya da fail neden olarak Demiurgos maddeye idealar dünyasının özelliklerini, akılla anlaşılabilir dünyanın formlarını yüklemek suretiyle düzenden yoksun belirsiz maddeye düzen ve form kazandırır. Demiurgos’un bu faaliyeti, sonuçta duyusal dünyada İdeaların gölgelerinin ortaya çıkışını sağlar. Biz duyusal dünyada çeşitli zaman ve yerlerde var olan şeyleri, Demiurgos formları maddeye yerleştirdiği için saptıyor ve tanımlayabiliyoruz” (Cevizci, Ahmet 147).
Görüldüğü üzere, Platonun epistemolojisi ve metafiziği birbirine bağlıdır. Parmenides, duyusal dünyayı tamamen yok sayıyordu. Oysa Platon, duyusal dünyayı tamamen yok saymak yerine, görünüşleri idealar yolu ile açıklamaya çalışır. Bizi gerçek ve kesin bilgiye karşı çaresiz bırakmak, yaşadığımız dünyayı tamamen yok sayıp bir karanlığa düşürmek yerine, epistemolojisi ve metafiziğini harmanlayarak mutlak ve kesin bilgiye ulaşmak için gerekli yolu gösterir. Onun felsefesi hiç açılmamış bir çift gözü açmaya, gerçekliğe uyanmaya benzer.
Kaynakça:
CEVİZCİ, Ahmet. (2000) İlkçağ Felsefesi Tarihi, Asa Yayınları.
CEVİZCİ, Ahmet (2007) Felsefe, Sentez Yayınları.
PLATON, (2011) Diyaloglar, (Çev. Bayka, Mustafa) Remzi Kitabevi.
WEBER, Alfred. (1991) Felsefe Tarihi (Çev. Eralp, H. Vehbi) Sosyal Yayınlar.
Yazar: Merve Karacan
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.