• 11 Mart 2022
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

“Buradaki, sıradan bir soru değildir; o, şudur: Aklımız başımızda mı, yoksa değil mi?” — Epiktetos­

James B. Stockdale, tarihler 1965’i gösterdiğinde, dünyanın en güçlü savaş makinesinin ayrılmaz bir parçası olarak hizmet etmekteydi.

42 yaşındayken ABD donanmasında bir kanat komutanı olarak, Kuzey Vietnam’ı bombalayıp yerle bir etmek için başlatılan bir harekâttaki 100 uçağı komuta etti. Stockdale, aynı yılın eylül ayında uçağını (A-4), balta girmemiş bir ormanın üstünden geçirerek doğrudan bir uçaksavar tuzağına uçurdu. Şarapnel, uçağın kontrol sistemini yok ettikten sonra Stockdale, kendisini uçaktan fırlattı.

Ancak başka bir hayatın tehlikesine düşmeden önce, aklına ansızın bir fikir geldi:

“Teknolojinin dünyasını terk ediyor ve Epiktetos’un dünyasına giriyorum.”

Otuz saniye sonra Stockdale, küçük bir kasabanın sokağına paraşütle indi. Kasabanın öfkeli sakinlerinden oluşan bir kalabalık, ona saldırdı ve onun bacağını kırdı. Stockdale, onların öfkesini anlamıştı.

Düştükten sonraki 7,5 yıl boyunca Stockdale’i esir edenler, ona 15 kez işkence etti. Dört yıldan daha fazla bir süreyi tek başına bir hücre hapsinde geçirdi. Ayağındaki ağır zincirler, bu yedi yılın iki senesi boyunca onun hareketlerini kısıtlamıştı.

Bu süreçte, Antik Yunan filozofu olan Epiktetos, onun sadık arkadaşı olarak kaldı ve Stockdale kendini asla bir kurban olarak görmedi. Hatta o, işkencecisinin içindeki iyiliği bile fark etti.

Her dert ve musibete rağmen Stockdale, iradesini veyahut içsel ahlaki amacını kontrolü altında tuttu ve kaderinin efendisi olarak kaldı.

Epiktetos, “Bana hastayken, tehlikedeyken, hapisteyken mutlu olan birini gösterin, ben de size bir Stoacı göstereyim.” demiştir.

Şimdi [Nisan 2020]; enerji krizinin, çöken demokrasilerin, ekolojik yıkımın ve anlamsız ekonomik eşitsizliklerin içinde olduğu daha büyük bir küresel hastalığın belirtisi olan bir pandeminin tam da ortasındayız.

Böylece biz, yani genç ve yaşlı, erkek ve kadın hepimiz, sözde normal hayatlarımızın rahatlığından edildik ve kendimizi Stockdale gibi Epiktetos’un ülkesinde bulduk.

Ancak Epiktetos, bize bunun, gerçekten çok kötü bir yer olup olmadığını ya da yaşadığımız yoğun hayatların, iyiliğimiz için olup olmadığını sorardı. Kesinlikle bu yoğun hayatlarımız, atalarımızın bildiği hiçbir anlamda “normal” değildi.

M.S. 55-135 yılları arasında yaşamış, sosyal ve dışa dönük biri olan Epiktetos, farklı denilebilecek tarzda bir Yunan filozofuydu.

Kibirli ya da ukala değildi, zengin bir ailenden de gelmiyordu. Epiktetos, hayatı “Büyük Bir Festival” olarak tanımlıyordu ve hepimizin onun içine dalmamız gerektiğine inanıyordu.

Arkadaşlarından biri, aynı nehre iki kez girilemeyeceği sözüyle ünlü olan filozof Heraklitos’tu.

Epiktetos’a göre, hayatın tüm gayesi, belki de mümkün olan en kötü koşullarda var olmak ya da hayatta kalmak değil, doğayla uyum içinde yaşayarak asil, sakin, iyi, korkusuz ve alçakgönüllü olmaktı.

Anadolu’da bir köle olarak doğan Epiktetos, köle oluşunun getirdiği hayattaki tüm korkunçlukları tecrübe etmişti.

Efendilerinden biri, sol bacağını feci bir hâlde sakatlamıştı. 15 yaşındayken bu topal delikanlıyı, megaloman bir imparator olan Nero’nun sekreteri, bir Roma köle pazarından satın aldı.

Aynı adamın, askerler imparatorun kapısını yumruklarken Nero’nun kendini öldürmesine yardım etmesinden hemen sonra Epiktetos, bu çılgınlıktan uzaklaştı ve sokaklarda amaçsızca dolanıp durdu.

Her bir felaket olduğunda tehlikeyle adeta dans eden şans, ona bir kapı araladı. Dönemin önde gelen bir Stoacı filozofu, onu evlat edindi ve özgürlüğe giden yolda onun, ilk adımı atmasını sağlamış oldu.

İmparator Domitianus, Roma’dan tüm filozofları kovduktan sonra (zira çökmekte olan bir toplumun, filozoflara ne ihtiyacı olur ki?) Epiktetos, bugünkü Yunanistan sınırlarında olan Nikopolis’te kendi okulunu kurdu.

Epiktetos orada mütevazı bir hayat yaşadı. Zenginlik, güç ya da ün hiç umurunda değildi.

Yaşlı biri, zengin birine asla defolup gitmesini söylemezdi ancak zengin olana neden ruhunu bu kadar hunharca kullandığını sorabilirdi. “İyinin ve kötünün gerçek doğasını öğrenmek yeterli değil midir?”

Eski bir köle için asıl önemli olan özgür olmak, dikkat etmek ve iyi bir hayat sürmekti. Hepsi bu! Böyle bir macera; cömertliği, hizmeti, cesareti ve neşeyi ifade etme kapasitesi gerektiriyordu: Tıpkı İtalyanların, Covid-19 pandemisinin ilk zamanlarındaki karantina boyunca her gece balkonlarından şarkı söylemeleri gibi.

Ancak Epiktetos, aynı zamanda hayatın da bir oyun olduğunu biliyordu. Topla ne kadar iyi oyun oynadığın önemliydi. Oynayanın, “beceriye, biçime, hıza ve zarafete” ihtiyacı vardı.

Şimdi Stoacıların ve onların öğretilerinin, bizimle neden tam da şu anda ve böylesine aceleyle konuştuklarına bir bakalım. Bilim insanları onlar hakkında popüler blog yazıları yazmaya ve gazeteciler onlara güvenmenin zamanı geldiğini söylemeye başladı.

Her ne kadar Stoacıları, başları kara bulutlarla kaplı ve son derece ciddi bir grup insan olarak düşünme eğiliminde olsak da gerçekte onlar, ne bu şekilde yaşadılar ne de neşeli soytarılar çetesi gibi davrandılar.

Onlar, sadece, en kötüsüne hazır olmamız gerektiğiyle koşullar ne kadar acımasız olursa olsun, tamamıyla insanca yaşamamız gerektiğini düşündüler.

Pratik bir yaşam okulu olarak Stoa, aslında Makedonya Krallığı’nın hızlı çöküşüne, Büyük İskender’in ölümüne ve Platon’un iyi bir toplum yaratma öğretilerinin başarısızlığına doğrudan bir tepki olarak doğdu.

Bir şehirde hayat kötüye gittiğinde, kişi nasıl davranmalıdır? Bu gibi durumlarda Stoacılık, daima acı dolu ve dürüst cevaplar vermiştir.

Epiktetos, geç dönem Stoa düşüncesini temsil ediyordu. Bazı açılardan bakıldığında, Stoacılığın 400 yıllık fikirsel birikimini alıp adeta Budizm ya da Konfüçyüs’ün eserleri zenginliğinde bir bilgelikle onlara ışık tuttu. Epiktetos’un hayranı olan Seneca ve Marcus Aurelius da aynı şeyi farklı yollarla yapmışlardı.

Bunu bilsek de bilmesek de Epiktetos’un bilgeliği daima kültürümüzün bir parçası olmuştur.

Yüzüklerin Efendisi’nde Frodo, Gandalf’a, keşke bu kadar zorlu bir dönemde yaşamasaydım, dediğinde zaman büyücü, aynı Epiktetos’un da söyleyeceği gibi bir cevap verdi: Kim olsa aynı şeyi hissederdi. “Ama bu onların kararına bağlı değildir. Tek karar vermemiz gereken, bize verilen zamanla ne yapacağımızdır.”

Epiktetos’u, İki Şehrin Hikâyesi’ndeki Sydney Carton’ın sesinde duyabilirsiniz. Dinginlik Duası onun her yerindedir.

Epiktetos, Primo Levi ile Auschwitz’e gitti. Bilim insanı Louis Pasteur, “Şans, hazır olan zihinden yanadır.” diye yazarken Epiktetos da onun yanında oturuyordu.

Ernst Henley’in şiiri Invictus, bu yaşlı adamın öğretilerini onurlandırmıştı. Şair Mary Oliver, Doğa’ya dikkat etmemiz gerektiğini söylerken Epiktetos’un öğretileri yankılanmaktaydı. Hemen hemen her geleneksel ve yerli kültür, Stoacılığın bazı unsurlarını da içermektedir.

Epiktetos, hiçbir zaman bir kişisel gelişim kitabı yazmadı ancak onun öğrencilerinden biri olan Arrianos, onun bazı konuşmalarını kâğıda aktardı. Bunlar, Söylevler ve “elinizin altında” anlamına gelen Enkheiridion isimleriyle iki kitap olarak günümüze ulaşmıştır. Roma dönemindeki birçok savaşçı gibi Stockdale de Enkheiridion’un bir kopyasını başucunda bulunduruyordu.

Peki pandeminin ortasında ekonomiler debelenirken, iklim kötüye giderken, zalimler insanların hayatlarıyla oynarken, faşist teknolojiler bizim her hareketimizi izlerken ya da Çin ve Rusya gibi devletler kaostan fayda sağlamaya çalışırken Epiktetos’un bize öğreteceği ne var?

Ve evet, bu korkunç gösterinin ortasında bir de işinizi kaybettiniz. Ya da işiniz battı ve devlet size, Tanrı bilir ne zamana kadar, sığınmanızı emretti. Hiç kimse gerçekten de hiç kimse, bir sonraki adımda ne olacağını bilmiyor. Herkesin tek bildiği, tıpkı uygarlıkların başı ve sonu olduğu gibi pandemilerin de birer başlangıcı ve sonu olduğudur.

Epiktetos, bu ağıtı dinledikten sonra gülümseyebilir ve bu kadar kısa bir listeyle beni neden rahatsız ediyorsunuz, diyebilir.

Ve daha sonrasında yaşlı adam, küçük bir nasihat verebilirdi: “Bazı şeyler bizim kontrolümüzde olsa da bazıları değildir.”

Yeni bir virüsün bulaşıcılığını ya da zalimlerin cıyaklamalarını kontrol edemezsiniz bundan dolayı bu gibi dış etkilerin, canınızı sıkmasına izin vermeyin.

Kontrol edebilecekleriniz ise: iradeniz, düşünceleriniz, keder ve neşeniz, hepimizin başına gelenlere verdiğiniz tepkiniz ayrıca tutkularınız ve nefretlerinizdir. Hepsinden önemlisi, kendinizdeki iyiliği bulabilir ve ahlaki amacınızı yerine getirebilirsiniz.

Pandemiyle karşı karşıyayken bir grup insan, zengin bir adam olan Donald Trump’ın da ilan ettiği gibi her zaman “sorun yok” diyecektir, başka bir grupsa “yapacak hiçbir şeyimizin olmadığını” söyleyecektir.

Bir Stoacı ise her zaman, her şeyi olduğu gibi kabul edelim ve işe koyulalım, der.

Epiktetos, bunu şöyle ifade etmiştir: “O halde ne yapmalı? Elinizden gelenin en iyisini yapın ve gerisini oluruna bırakın.”

Bu eski kölenin söyleyebileceği ikinci şey ise umutsuzluğa kapılmamanız gerektiğidir. “Zorluklar, insanın karakterini gösterir. Böylece zorlu bir krizle karşılaştığınızda, eğitici olan Tanrı’nın güreştiği ham bir genç olduğunuzu unutmayın.”

Hayatımızdaki zorluklardan kaçınmak yerine onları hoş karşılamalıyız.

Pandeminin ilk zamanlarında hemşireler, kamyon şoförleri, laboratuvar teknisyenleri ve tezgâhtarlar; Epiktetos’un gözlemlediği gibi sıradan insanların başlarına gelen şeyleri “her ne olursa olsun” alınlarının akıyla atlatabilmelerini sağlayan, Tanrı tarafından (ki Epiktetos’a göre Tanrı “iyi” olandı) kendilerine verilmiş güç ve imkanları olduğunu göstermiştir.

Epiktetos daha sonrasında “ölüm” hakkında da bir şeyler ekleyebilirdi çünkü bu virüs, herhangi bir katildir.

Onun varlığından korkmayın. O, hayata anlam katar ve bize iyi yaşamamız gerektiğini hatırlatır. Ne de olsa her günümüzü, son günümüz gibi yaşamalıyız.

Epiktetos, korkulacak tek bir şey vardır, der ve bu da “ölümün ya da acının korkusu”dur.

Yaşlı adam, korkuyla ilgili çok şey söylemiştir. Ancak korkunun, insanların zihnine bir bulut ya da bir hayalet gibi sürüklendiğini düşünmemiştir.

Epiktetos, insanların korkuyu kasten zihinlerine davet ettiğine inanıyordu. Ve onlar bir şekilde korkuyu işleyebilirlerse aynı zamanda onu durdurup kovabilirler de. Özgür olmak isteyen her bireyin görevi buydu.

“Çünkü hem yıkımın hem de kurtuluşun, senin içindedir.” dedi, Epiktetos.

Bu mantıklı Yunanlının, acizlik gösterilerine karşı çok fazla sabrı yoktu. Epiktetos sözü dolandırmadı: “Ellerin yok mu, ahmak? Tanrı, onları senin için yaratmadı mı? Otur şimdi ve burnun akmasın diye dua et! Ya da bunun yerine ellerinle onu sil ve Tanrı’yı suçlama.”

Şimdi yaşasaydı, filmler için çalışan kostüm tasarımcılarına ve bugünlerde kendi oturma odalarının huzurlu ortamında sakince koruyucu tıbbi kıyafet dikenlere hayranlık duyardı.

Epiktetos’un sıklıkla söylediği gibi hayat, denize gitmek gibidir. Kaptanı, mürettebatı, günü ve imkânları seçebilirsiniz. Ancak nasıl bir fırtınayla karşılaşabileceğinizi seçemezsiniz.

Rüzgârlar yelkenlerinizi yırtıp tekneyi sallarken yine de kendinize “Başıma ne gelirse gelsin, olan biteni onurlu bir şekilde atlatabilmek için bana Tanrı tarafından verilen imkân ve güce sahibim!” diyebilirsiniz.

Pandeminin ilerleyen yıllarında, belki bu pandemiyi takip edecek olan ayaklanmalarda ve devrimlerde kendi rolümüzü oynayacağız. Uzun sürecek bir krizin içine girdik ve nasıl çıkacağımız belli değil.

Ama hepimizin oynayacağı önemli rolleri olacak.

“Unutmayın, yazarın seçtiği bir tür dramada oyuncusunuz: kısaysa kısa olan bir dramada, uzunsa da uzun olanında. Fakir bir insanı, bir sakatı ya da bir hükümdarı canlandırmanız yazarın hoşuna gidiyorsa rolünüzü iyi yapmaya bakın.”

Son olarak Epiktetos, insan olmakla ilgili de bir şeyler söyleyebilir. Bir saat nasıl ki günün bir parçasıysa biz de daha büyük bir bütünün parçasıyız ve bu temel hakikati hatırlamak için bize bir pandemi gerekmişti. Diğer insanlarla ve onlar aracılığıyla Tanrıyla bir yakınlık paylaşmaktayız.

Ve böylece biri Epiktetos’a hangi ülkeden geldiğini sorduğunda, o, basitçe cevapladı: “Ben bir dünya vatandaşıyım.”

İşte geldiğimiz nokta burası ve pandemiyle ilgili olağan durum hakkındaki kuruntularımızdan çok daha iyi bir yer gibi görünüyor.

©® Düşünbil (2022)

Yazar: Andrew Nikiforuk
Çevirmen: İrem Elçi-Bozkurt
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: thetyee.ca


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com