Ünlü ölü filozoflar panteonunda, Spinoza kadar yaratıcı edebi uydurmaların konusu olmuş çok az kişi vardır. Spinoza’nın yaşam öyküsündeki ayrıntıların çoğunun saklı olması yüzünden, hayranları ve eleştirmenleri Spinoza hakkında, onu kâfir ya da kahraman olarak gördükleri, sadece tarihi kayıtlardaki çürük, dayanıksız temellere dayanan, olağanüstü hikâyelere inanma eğilimindeydiler. 17. yüzyıldan günümüze kadar gelen hikâyeler arasında özellikle dramatik olan bir kısım öne çıkar: Spinoza’ya, aforoz edildiği Amsterdam’daki Portekiz Yahudi Cemaati’nin üyelerinden biri tarafından yapıldığı iddia edilen suikast girişimi. Peki, böyle bir saldırı gerçekleşti mi? Gerçekleştiyse altında yatan sebep neydi?
Hikâye ilk olarak Spinoza’nın ölümünden yirmi yıl sonra, 1697’de, Pierre Bayle’in Spinoza üzerine yazdığı makalesi Dictionnaire historique et critique’de görülür. Spinoza’nın Musevilikle ilgili artan kuşkuları ve cemaatin “ en azından dini törenlere dışarıdan katılmasının sağlanması ve ona müsamaha gösterilmesi teklifi” hakkında tartışan Bayle daha sonra şöyle yazar:
Her şeye rağmen Spinoza onların sinagoglarından adım adım uzaklaştı. Eğer tiyatrodan çıkarken bir Yahudi tarafından hain bir bıçaklı saldırıya uğramasaydı, sinagogla olan ilişkisini biraz daha sürdürebilirdi. Yara hafifti; fakat O, suikastçının niyetinin onu öldürmek olduğuna inanıyordu. Bu olaydan sonra onlardan tamamen ayrıldı ve bu onun aforoz edilmesine neden oldu.
Tüm bunlar aşırı duygusal olsa da makul. Spinoza ona Latinceyi ve klasik edebiyatı öğreten, Descartes felsefesini daha fazla çalışması için teşvik eden, eski Cizvit Franciscus van den Enden’la çalışırken tiyatroya ilgi duymaya başlamıştı.
Maalesef Bayle, bu olayla ilgili kaynağını belirtmemiştir. Bununla beraber hikâye sadece sekiz yıl sonra, bazı farklılıklarla Lüteriyen rahip Johannes Colerus’un Korte, dog waaragtige Levens-Beschryving, Van Benedictus de Spinosa (Benedictus de Spinoza’nın Yaşamının Kısa fakat Gerçek Açıklaması) adlı yazısında tekrarlanır:
Bay Bayle de Spinoza’nın tiyatrodan çıkarken bir Yahudi tarafından yüzünü bıçakla hafifçe yaralayan bir saldırıya uğradığını ve bunun bir suikast girişimi olmasından şüphelendiğini yazar. Bununla birlikte, Spinoza’nın hala hayatta olan ev sahibi ve karısı, bana Spinoza’nın bu hikâyeyi sık sık farklı şekillerde anlattığını söylediler; örneğin Spinoza onlara, o gece eski Portekiz sinagogundan çıkarken bir hançerle saldırıya uğradığını ve arkasını döndüğü için giysilerinin darbe aldığını ve o giysiyi bir anı olarak sakladığını anlatmıştı.
Colerus Lahey’de yaşıyordu, bahsettiği ev sahibi ve karısı onunla aynı kilisenin üyeleriydi ve 1670’ten 1677’ye kadar Spinoza onların kiracısıydı. Filozofun ölümünün üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen Colerus bu fırsatı değerlendirerek onlara ünlü kiracılarını sordu ve Bayle’in anlatımını “doğrulamak” istedi. Bayle ve Colerus iddia edilen suikast girişimi bağlamında sahip olduğumuz tek kaynaklar. Spinoza’nın bu olaydan kimlere bahsetmiş olabileceğini bilmiyor olmamıza rağmen, ölümünden sonra arkadaşlarının yok ettiği kişisel mektupların birinde bahsetmiş olması mümkün.
Tiyatroya karşı sinagog, yüz yarasına karşı kıyafetteki bir yırtık gibi farklılıklara rağmen Bayle ve Colerus önemli bir noktada anlaştılar: Saldırı, Spinoza hala Amsterdam Portekiz Musevi cemaati Talmud Torah’ın bir üyesiyken gerçekleşti. Colerus Spinoza’yı hereminin ya da yasaklanmasının ardından güç bela gittiği sinagogdan çıkarken anlatır. Gerçekten de aforozunun öncesindeki aylarda, Spinoza cemaat vergilerini ödeyeceğine dair taahhüt vermeye devam ettiği için (tamamını ödememiş olsa bile) cemaatin, en azından görünürde, önde gelen üyelerinden biriydi. Bayle sinagogdan bahsetmez; fakat onun anlatımında da saldırının herem öncesi gerçekleştiği ve bu saldırının Spinoza’yı Musevi cemaatinden ayrılmaya ikna eden ve aforozuna sebep olan saldırı olduğu iddiaları yer alır. Bu saldırının, eğer gerçekleştiyse, 1656 Temmuzundan önce, Spinoza’ya o zamana kadar cemaat tarafından ilan edilen kuşkusuz en aşırı heremin verildiği zaman gerçekleştiği anlamına gelir. Sebebi ne olursa olsun, suikast girişimi, Spinoza’nın cemaatinden ayrılması için bir misilleme eylemi değildi.
Amsterdamlı bir Yahudi tarafından yapılan bıçaklı saldırının gerçekleştiğini varsayalım. Bayle’in kaynağını bilmesek de, Colerus hikâyeyi, Spinoza’nın birinci ağızdan anlattığı birinden duyduğunu ima etmektedir. Spinoza’nın ev sahibi ressam Hendrick van der Spijk’in saldırıyı Bayle’in sözlüğünü okuyarak öğrenmiş olması mümkün olsa da bu durum şüphe uyandırır. Van der Spijk entelektüel birisi olmasına rağmen, bu çok ciltli Fransız eserinin eline geçmiş olması pek mümkün görünmemekte. Dahası, Spinoza’nın arkadaşları olan Van der Spijk ve karısına olayları birinci ağızdan anlatmaması için hiçbir sebep düşünülemez.
İnanılanın aksine Yahudi saldırgan, yakın zamanda kurulmuş Alman ve Doğu Avrupa Yahudi Topluluklarından birinden değil, Amsterdam Sefaradlarındandı ve muhtemelen Talmud Torah cemaatinin önde gelen üyelerinden biriydi (fakat bu son varsayım için hiçbir kanıtımız bulunmamakta). Saldırganın etnik kökeni ve bıçaklı saldırının tarihi mevzuları, gerekçelerin netleşmesi için önemli noktalar. Sonuç olarak elimizde isimsiz bir şüpheli ve bir silah var. Fakat henüz elimizde saldırının sebebine dair bir şey yok. Bayle de Colerus da saldırıyla ilgili bir sebep sunmuyorlar.
Bayle ve Colerus’un açıklamalarından sonra suikast girişimi, en asgari biçimde bahsedildiğinde genellikle Spinoza’nın hayatı ve düşünceleri hakkındaki popüler açıklamalarda kısa kısa geçer. Akademik edebiyatta da nadiren üstü kapalı bir biçimde bahsedilir. Saldırıyla ilgili bir açıklama getirmeye çalışıldığında genellikle, Spinoza’nın Tanrı, Musevilik yasası ve ruh hakkında ileri sürdüğü, inanışa ters düşen fikirleri sebebiyle, şehrin Portekiz Musevi Cemiyeti üyeleri arasında Spinoza’ya karşı büyüyen kızgınlık ve hatta korkudan bahsedilir. Erken dönem renkli (fakat güvenilirliği tartışmalı) anlatımlardan biri olan 1719’da yayımlanmış, anonim, Vie de Spinoza’ya göre onun heremine giden dönemde Spinoza’nın düşünceleri hakkında bu tarz konuşmalar cemaat arasında mevcuttu. İnsanlar, özellikle de hahamlar, genç adamın ne düşündüğünü merak ediyorlardı. Vie’nin yazarının anlattığına göre –bu anekdot herhangi bir kaynak tarafından doğrulanmamıştır– “onunla ilişki kurmaya en istekli kişilerin arasında, Spinoza’nın en samimi arkadaşları olduklarını öne süren iki genç bulunmaktaydı. İki genç, Spinoza’ya gerçek düşüncelerini söylemesi için yalvardılar, düşünceleri ne olursa olsun kendileri adına Spinoza’nın korkacak hiçbir şeyi olmadığına söz verdiler.” Hatta bir insanın Musa’yı ve peygamberleri iyice okuduğunda, ruhun ölümsüz olmadığı ve Tanrı’nın maddi olduğu sonucuna varabileceğini öne sürdüler. Spinoza’ya “Sence nasıl?”, “Tanrı’nın bedeni var mı?”, “Ruh ölümsüz mü?” sorularını sordular. Dediklerine göre de Spinoza biraz tereddüt ettikten sonra zokayı yuttu.
İtiraf ediyorum, (dedi Spinoza), İncil’de gayrı maddilikle ya da cisimsizlikle ilgili hiçbir şey bulunamadığından, Tanrı’nın beden olduğuna inanma hususunda itiraz edilebilecek hiçbir şey yoktur. Bunların ötesinde Peygamberin de dediği gibi, Tanrı muhteşemdir ve onun muhteşemliğini uzantı olmadan kavramak imkânsızdır ve bu sebeple de O bedeni olmadan idrak edilemez. Ruhlar içinse; Kutsal kitabın onların gerçek ve kalıcı cisimler olduklarını söylemediği kesindir, onları salt hayaletler olarak açıklar ve melek olarak adlandırır çünkü Tanrı melekleri, iradesinin beyanında kullanır. Melekler ve diğer tüm ruhlar öyle varlıklardır ki görünmezlikleri özlerinin çok ince ve yarı saydam olmasından kaynaklanır. Böylece onlar yalnızca, birinin hayaletleri aynada, rüyasında ya da gece yarısında gördüğü gibi görünürler.
İnsan ruhu dikkate alındığında Spinoza’nın şöyle cevap verdiği söylenir, “kutsal kitap ne zaman onun hakkında bahsetse ‘ruh’ kelimesi hayatı ya da yaşayan herhangi bir şeyi ifade etmek için kullanılır. Ruhun ölümsüzlüğünü desteklemek adına bir pasaj aramak neticesiz olacaktır. Fakat tam tersini yüzlerce yerde görmek mümkündür ve hiçbir şey, bunu kanıtlamak kadar kolay olamaz.”
Spinoza’nın “arkadaşları” başta Spinoza’nın yalnızca onları şok etmeye çalıştığını düşündüler. Fakat onun ciddi olduğunu görünce, diğerleriyle Spinoza hakkında konuşmaya başladılar. “İnsanların bu genç adamın sinagogun önde gelen isimlerinden biri olacağını düşünürken kendilerini kandırdıklarını ve Musa’nın kanunlarına karşı nefret ve küçük görme dışında başka bir şeye sahip olmadığı için onun sinagogun yok edicisi olmasının daha mümkün olacağını söylediler.” Vie’ye göre; Spinoza yargı önüne çağrıldığında yine aynı insanlar onun aleyhinde tanıklık etmişlerdi ve Spinoza’nın “yahudileri Tanrı’nın ne olduğunu ve kim olduğunu bilmeyen, buna rağmen diğer ulusları küçümseyerek kendilerini O’nun kulları olarak görme cesaretine sahip olan, cehalet içinde doğmuş ve büyümüş, batıl inançlı insanlar olarak küçümsediğini” iddia etmişlerdi.
Vie bıçaklı bir saldırıdan bahsetmez; fakat saldırının fantastik anlatımı, muhtemelen suikastın ardındaki dini sebeplere bağlı spekülasyonların çoğunun büyümesine yardım etmiştir. Spinoza’nın bu gibi durumlardaki görüşleri Amsterdam Sefarad Yahudileri için oldukça tehditkârdı ve çoğu İberia Konversolarının dini anlamda endişeli torunlarıydı. Muhtemelen cemaatin içindeki birkaç vahşi fanatik Spinoza’yla ilgili bir şey yapmaya karar verdi. Spinoza’yı daha geniş bir izleyici kitlesine tanıtmayı amaçlayan Philip Krantz’ın Baruch Spinoza, zayn leben ve zayn filozofye (1905) adlı Yiddiş kitabından daha az bilinen bir spekülasyon örneği:
Yahudiler arasındaki (Spinoza’ya karşı) kışkırtmalar güçlenmişti ve onu öldürmeye, tüm bu kargaşaya ve bu tehlikeli kâfirin hayatına [apikores] son vermeye kolayca karar veren bir fanatik vardı. Bir gece Spinoza tiyatrodan çıkarken biri ona elinde bıçakla saldırdı. Spinoza durumu zamanında fark etti ve hafifçe yana doğru dönmeyi başardı, böylece bıçak yalnızca kabanını kesti.
Bu tip açıklamalar dram bulundursa da Spinoza’nın hayatına kastetme girişiminin, Spinoza’nın Tanrı, Kutsal kitap ya da ölümsüzlükle ilgili erken düşünceleriyle herhangi bir ilgisi olduğu hususunda şüpheliyim.
Spinoza’nın biyografisini yazdığım kitabın ilk basımında; böyle bir saldırının gerçekleşip gerçekleşmediği konusunu askıya alırken, daha kapsamlı bir şekilde “Yahudi cemaatinde var olan ve Spinoza’nın da o zamanlar, erken fakat açık belirtilerini gösterdiği, din değiştirmeye yönelik aşırı düşmanlık ortamına” parmak bastım. Hahamların ve cemaat liderlerinin son zamanlarda cemaat içinden insanların Hristiyanlığa geçmeleri yüzünden hüsrana uğradığına ve böylece bazı üyelerin, cemaatte din değiştirenlere ya da değiştirecek gibi olanlara karşı “tutkulu ve ölüm saçan bir tavır takınmaya sürüklendiğine” değindim. İkinci baskıyı hazırlarken olayın bu biçimini değiştirmek için hiçbir sebep göremedim.
Bununla birlikte derinlemesine düşününce Spinoza’nın inanışa ters düşen fikirlerinin böyle saldırgan bir saldırıya sebep olabileceği konusunda şüpheliyim. Amsterdam’daki Portekiz Yahudi Cemaati oldukça kozmopolitti. Şüphesiz ki bir kişi ne isterse söylemekte özgür değildi, ne de olsa bu bir 17. Yy Yahudi cemaatiydi ve birinin neler yapabileceği ile ilgili belirgin sınırlar olmasıyla beraber hangi fikirleri dile getirebileceğiyle de ilgili sınırlar bulunmaktaydı. Fakat cemaatin birçok üyesi, hahamları da dâhil olmak üzere geniş çaplı felsefi ve teolojik tartışmalarda bulunuyorlardı.
Spinoza çok ileri gitmiş olduğu halde –şüphesiz öyle de yapmıştı– bu cinayet teşebbüsünün, cemaatin otoritesine karşı gelmesine ya da inanışa ters düşen fikirlerine bir tepki olarak gerçekleştiğini söylemek, bana biraz zoraki geliyor. Hatta halihazırda daha uygun ve makul bir açıklama mevcut – tüm unsurları çoktandır gözümün önünde olan bir açıklama.
Spinoza’nın babası Miguel de Spinoza 1654 yılında öldüğünde, Spinoza ve kardeşi Gabriel ailenin ithalat firmasını devraldılar. Nisan ve Mayıs 1655’ten kalan birçok noter kaydı Spinoza’nın karakteri ve iş zekâsıyla ilgili ilginç bir bakış açısı sağlıyor. Paris’ten Amsterdam’a gelmiş olan Portekiz Yahudi’si üç erkek kardeş vardı: Anthonij, Gabriel ve Isaac Alvares. Uylenburg’ta De Vergulde Valck (Yaldızlı Şahin) isimli bir evde yaşıyorlardı. Sarraftılar ve görünüşe bakılırsa tekin durmayan tiplerdi. Spinoza’nın Anthonij Alvares tarafından ödenecek 500 florin değerinde bir kambiyo senedi –aslen borç senedi– vardı. Senet 1654’ten kalmaydı ve aslen alacaklısı önde gelen bir Yahudi ailesinden olan Manuel Duarte’ydi. Duarte de mücevher sarrafıydı. Duarte senedi Spinoza’ya devretti ve alacaklı şimdi Spinoza’ydı. (A.M. Vaz Diaz’ın da belirttiği gibi bu Spinoza’nın aile işletmesini, o zamanlar özellikle karlı olan mücevher sarraflığı alanına genişlettiğinin bir göstergesi olabilir.)
Anthonij Alvares senedin ödemesini sürekli “iki üç güne ya da bir haftaya ödeyeceğini söyleyerek” erteledi. Spinoza en sonunda üstüne gidince, Anthonij Spinoza’ya, kardeşi Gabriel Alvares tarafından ödenecek, 200 florinlik kambiyo senediyle kısmi bir ödeme önerdi ve kalan borcunu yakında ödeyeceğine söz verdi. Spinoza teklifi kabul etti; fakat beklendiği üzere Gabriel Alvares işbirliği yapmayı reddetti. Böylece Spinoza Anthonij’e dönerek ödemenin tamamını yapmasını istedi. Anthonij “her gün ödemeye söz vermesine” rağmen ertelemeye devam etti. Sabrı taşan Spinoza ödemenin tamamının ödenmesini ya da güvence olarak mücevher verilmesini istedi; fakat tüm bunlar da sonuçsuz kaldı.
Anthonij’nin bir numarası daha vardı: Ondaki senedin aslının yalnız Anvers’te ödenebileceğini iddiası. Anvers’te ödendiği takdirde ödemenin Pedro de Palma Carillo tarafından karşılanabileceğini söyledi. Oyundan sıkılan Spinoza –ki bu birkaç aydır sürüyordu– Amsterdam icra memuru Cornelis de Vlaming van Oudtshoorn’la beraber şikâyette bulundu ve Anthonij Alvares Mayıs 1655’te tutuklandı. Alvares De Vier Hollanders hanına götürüldü ve Spinoza’ya olan borcunun tamamını ödeyene kadar orada tutuldu. Müteakip olayları en iyi şekilde noter belgesi anlatır:
Anthonij Alvares alacaklıya [Spinoza’ya] hana gelmesini ve bir anlaşmaya varılmasını teklif etti… [Spinoza] hana vardığında, söz konusu Anthonij Alveres, kafasına yumruk attı ve alacaklı hiçbir şey yapmadı, hiçbir sözel karşılık da vermedi.
Sonunda Spinoza ve Alveres bir çeşit anlaşmaya varmış gibi görünüyordu fakat bu anlaşma Spinoza’nın Alveres’in tutuklanma masraflarını ödemesini de içeriyordu. Spinoza parayı almak için hanı terk etti; fakat döndüğünde Anthonij’nin kardeşi Gabriel onu bekliyordu:
Gabriel Alvares, Anthonij Alvaresin kardeşi, hanın önünde dikiliyordu ve sebepsiz yere davacının kafasına yumruk attı, davacının şapkası düştü ve Gabriel Alvarez şapkayı yoldaki su oluğuna atıp üstüne bastı.
Yine de, hancı ve olayın şahitleri eşliğinde Spinoza ve Anthonij ertesi gün bir anlaşmaya vardı. Anthonij beş bin altın ödemesi için kefil olacaktı. Spinoza ise tutuklanma masraflarını ödemek istemiyordu, bunun yerine Alvares’e masrafları ödeyebilmesi için borç vermeyi kabul etmişti. Üçüncü kardeş, Isaac Alvares, Spinoza’nın verdiği borcu, “faizi ve Spinoza’ya verdiği diğer hasarlar ile” tekrar hesaplayarak ödeyeceğine söz vermişti, buna şapkanın masrafı da dâhildi. Ancak bu anlaşma sonrası Spinoza’nın cebine beş kuruş para girip girmediğini bilemiyoruz.
Tüm bunlar Spinoza’nın hereminden bir yıl önce gerçekleşti ve muhtemelen bıçaklı saldırının olduğu düşünülen zamana da yakındı. Fiziksel şiddete eğilimli izlenimi veren Alvares kardeşlerle Spinoza arasında kesinlikle bir düşmanlık vardı. Spinoza’yı başlarından savmakla kalmayıp, onun yasal mecralara başvurmasına ve tutuklanmalarına sebep olmasına kızmışlardı. Bu, ticari anlaşmazlıkların sıklıkla yaşandığı ve birinin işletmesinin adil ticaret adına iyi bir nama sahip olmasının gereklilik olduğu, altın çağındaki rekabetçi ticaret kenti Hollanda için tipik bir hikâye. Noter onaylı şikâyet dilekçeleri ve tutuklamalarla Spinoza Alvares kardeşleri alenen güvenilmezlikleriyle ilgili zan altında bırakmıştı. Bu tekinsiz üçlüden birinin, tüm bunlara Spinoza’yı öldürmeye çalışarak karşılık vermesini beklemek şaşırtıcı olmaz. Öyleyse, Colerus’un Spinoza’yı sinagogun dışında, Yahudi mahallesinin tam kalbinde anlattığı suikast girişiminin, tehlikeli bir kâfire yapılan ateşli bir saldırıdan ziyade, daha çok kaba ve haydut iş adamları tarafından gerçekleştirilen basit bir intikam davası olması çok daha mümkün.
Yazan: Steven Nadler
Çeviren: Sena Uzunal
Kaynak: Jewish Review Books
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.