Site icon Düşünbil Portal

“Tanrı’yı ilk insanların hayal gücü ölüme karşı bir silah olarak icat etti”

Paylaş

Hans Abendroth, üst-orta sınıfa mensup bir ailenin üç çocuğunun ilki olarak 1909 yılında Frankfurt’ta dünyaya geldi. Hukuk okumasını isteyen ailesine karşı çıkarak Freiburg Üniversitesi’nde klasik filoloji okudu. Hannah Arendt, Herbert Marcuse, Karl Löwith ve Hans Jonas gibi ünlülere hocalık yapmış Martin Heidegger‘in öğrencisi oldu. Heidegger’in danışmanlığında yazdığı “Habilitasyon Tezi” edebiyat ile klasik ve Helenistik Yunan felsefesinde geliştirilmekte olan psişe kavramını ele almaktadır ve alanında ufuk açısı bir belge olarak görülmektedir. Abendroth 1935’te Berlin’e taşındı ve orada Prusya Bilimler Akademisi’nde bir araştırma grubunun üyesi olarak, M.S. beşinci yüzyıldan kalma, yeni bulunmuş Gnostik el yazması Akhmim Codex’in çevirisi ve Almanca baskıya hazırlanmasından sorumlu olarak çalıştı. 1949 yılında erken emekli olana kadar Berlin Üniversitesi’nde Yunan felsefesi, erken Hristiyan teolojisi ve Helenistik edebiyat konularında ders verdi.

Emekli olduktan sonra, yaşadığı süre içinde yayımlayacağı tek kitap olan Null und Eins (Sıfır ve Bir) üzerinde çalışmaya başladı. Kitapta Wittgenstein’ın son dönemleri, Nietzsche ve Cioran tarzında düzensiz bir şekilde bir araya getirilen aforizmalar, matematik felsefesinden intiharın etiğine kadar çeşitli konularda düşünceler dile getiriyor. Abendroth’un Gnostisizm çalışmasının izlerini açık bir şekilde taşıyan Null und Eins, hem dine hem de seküler bir yaklaşımla Tanrı’nın yerine doğayı koyma denemelerine karşı eleştirel bir tutum sergilemekteydi; kendilerini insanın materyalist açıklamalarıyla haklı çıkaran her tür ahlak, politika ve ekonomiye de özellikle düşmandı. Abendroth’un tamamen trajik bir hayat anlayışı vardı; ona göre ahlakın ve politikanın sorunları zorlu meselelerdi. İnsan özgürlüğünün korunması, bu sorunları çözmeye değil, kaçıp düşünce içinde kaybolarak onlardan kurtulmaya bağlıydı. Bu duruşuyla Abendroth, savaş sonrasında Alman felsefesinde ortaya çıkan neredeyse her akımın karşısında oldu ki eski hocası Heidegger’in felsefesi de buna dâhildir. Null und Eins 1953 yılında Nothungs Verlag yayınevinden çıkınca da dinginci ve usaaykırıcı olmakla eleştirildi. Oysa kitap Fransa’da daha sıcak karşılanmıştı; bunda kitabın çevirmeni Pierre Klossowski’nin ve psikanalist Jacques Lacan’ın büyük etkisi vardı. Lacan için kitap, 50’li yılların ortalarındaki çalışmalarına mihenk taşı olmuştu.

Kitabın İngilizce baskısı 1972’de çıktı. Abendroth o zamana kadar, Null und Eins’ın aldığı tepkilerden dolayı incinerek veya kitapta söz ettiği zorlu hayat sorunlarından kaçma eylemine girişerek Berlin’in Charlottenburg semtindeki sessiz bir mahallede devletten aldığı emekli maaşıyla geçinen bir münzevi olmuştu. 2001 yılında akciğer kanserinden öldüğünde neredeyse tamamen unutulmuştu. Yayıncısı ve vasisi olan Wilhelm von Nothung’un Die Zeit’a verdiği ölüm ilanında ise Abendroth’un sosyal hayattan uzak yaşadığı yıllarda felsefe çalışmalarını sürdürdüğü yazıyordu. Gerçekten de arkasında, ilk bakışta birkaç yüz sayfalık bir metafizik tezi için tutulmuş gibi görünen notlar içeren, büyükçe bir Nachlaß bırakmıştı. Ne yazık ki Nothung da kısa süre sonra öldüğü için ima ettiği tezin varlığını doğrulamak mümkün olmadı zira Abendroth’un yazdıklarının nerede olduğu hâlâ bilinmiyor. Ryan Ruby

Null und Eins’tan alıntılar

1.

YİNELENME
Bir kez olan bir şey, hiç olmamış da olabilir. Ne yazık ki hiçbir şey bir kez olmaz. Her şey yinelenir, hiçbir şey bile.

EVRENSEL EVSİZLİK
Düşünce insanı vücuttan kovar, vücut insanı benliğinden kovar, benliği insanı dış dünyadan kovar, dış dünya insanı zamandan kovar ve yarını da insanı bugününden kovar, aynı bugününün insanı dününden kovması gibi. İnsan hiçbir zaman, hiçbir yerde gerçekten evinde değildir. Bunu hissetmek için tek yapması gereken, doğduğu kentten çok kısa süreliğine de olsa uzaklaşıp sonra geri dönmektir.

KUM SAATİNİN GÖBEĞİNDE
Her birimizin ayaklarının altından Sahra’dan daha engin bir kum çölü kayıyor; belleğin, kuru tepelerin üzerinde sekerken, durmadan değişenin daima aynı kalandan farksız göründüğü numenal manzaranın yüzeyinde yalnızca geçici anımsama ve yeniden yorumlama desenleri oluşturabildiği bir çöl, geçmişimizin çölü bu.

FELSEFE HASTALIĞININ SEMPTOMLARI
Felsefe merakla başlamaz. Kaygıyla, şeylerin olması gerektiği gibi ve göründükleri gibi olmadığı şüphesinin verdiği rahatsızlıkla başlar.

BİZ KENDİ ÖLÜMÜMÜZÜ TECRÜBE ETMEYİZ
Bu iyi bilinir, üzerinde çok söz söylenmiştir. Yalnızca Öteki‘nin ölümünü tecrübe ederiz ve buna bakarak kendi ölümümüzü de yalnızca Öteki’nin tecrübe edeceği sonucunu çıkarırız. Ölüm, bir olgu olmaktan ziyade tanıma durumudur. Ölümsüzlüğü arzu eden kişi, aksi yönde görünen her şeye rağmen aslında ölmediğine Öteki’ni ikna etmelidir. Yani ölümsüzlük, gözü pek bir göz bağcının, Öteki’nin gözleri önünde sergilediği, tamamen yanlış tanımaya dayanan dramatik tasarılarla, kişinin öldüğü çıkarımının kendisini yok eden bir hiledir; bu tasarıların en açık olanı da Ölümdür.

VASIFSIZ BİR İNSAN
Babam zamanında Tanrının varlığını sorguladığım için beni evlatlıktan reddetmekle tehdit etmişti; araştırma konumu bilen üniversitedeki meslektaşlarım da beni kendimi metafiziğe kaptırmakla suçlamıştı. Bir zamanlar tanıdığım komünistlere göre yeterince materyalist değildim, öte yandan liberaller de benim yoldaş olduğumdan şüpheleniyorlardı. Cumhuriyetçiler arasında aristokrat değerlerini savunurdum, monarşi yanlıları arasında da genel iradeyi överdim. Bana faşist diyen bir estetikçi ve yoz diyen bir faşist oldu. Söz konusu politika olunca herkese göre ben başka bir yerdeyim ve hiç kimseye göre belirli bir yerde değilim. Çok da dert etmiyorum. Yalnızca böcekler kolayca bir yere sabitlenir.

SÖZ İNSAN OLDU
Düşünce ile dil arasındaki ilişki, yara ile yara izi arasındaki ilişkidir.

PUTPERESTLİK
Putperestlik, her şeyden önce uzaklık meselesidir: Tapınılan nesne hem son derece yakın hem de sonsuz uzaktadır.

DÜNYANIN KENARINA YELKEN AÇMAK
Düz dünyanın kenarına yelken açıp tepeüstü boşluğa devrilen kalyonları resmeden fantastik gravürler, hayat deneyimimizi, yaşıyor bulunduğumuz deneysel küre gerçekliğinden daha doğru yansıtır. Kolomb’un Amerika kıtasını keşfi, Varlığın Unutulma Tarihinde kesinlikle bir dönüm noktası olmuştur.

ET IN ARCADIA EGO
Herhangi bir yaşta geçmişinizdeki bir döneme bakıp da “O zamanlar hayatımın en güzel günleriydi” demek korkunç bir şey. Zira bu cümle der ki geleceği geçmişe böldüğünüzde kalan, sonsuza kadar tekrarlayıp duran aynı devirli ondalık sayı olacaktır. Mutluluk vakitsiz olduğunda, keder kadar derilere inerek sakatlayabilir hayatı.

GİYSİLERİN KÖKENİ
Giysilerin kökeni, insanın derisinin zaten bir çeşit üniforma olduğunu unutma arzusunda aranmalıdır. Maskeler, sahte kılıklar, kostümler… Bunların hepsinin amacı, esas olarak bir şeyleri, kendi bedeninin Doğanın giydiği bir maske, kılık ya da kostüm olmadığı yalanına kendini inandırmak için başka biri ya da başka bir şey olarak görünmek isteyerek giyinen kişiden gizlemektir. Tam da bu nedenle, gerçeğin çıplaklığından söz ettiğimizde hiç olmadığımız kadar aldanıyoruz. Gerçek uyarlanan bir şeydir; dikerek, dikiş atarak birleştirdiğimiz, nakışla işlediğimiz, dokuduğumuz, kenar baskısı yaptığımız ve biçtiğimiz bir şey. Aynı diğer giysiler gibi giyilmesi gereken bir şey.

HAYATIN ANLAMI
“Hayatın anlamı”nı anlamlı bir sorun olarak gören kimsenin, çok tehlikeli olduğu düşünülmelidir çünkü ya sorunun çözümünü bildiğine inanıyordur ya da sorunun hiçbir çözümü olmadığına.

AHLAKİ OLAN VE TRAJİK OLAN
Uygulamada günlük ahlak, nadiren trajedi seviyesine ulaşır. Ahlaki kararların çoğu, temel aritmetik kadar basittir ve bu nedenle başarısızlıklarda asıl mesele bilgi değil, toplumsal eğitimdir. Trajik ikilemler adı verilen gerçek ahlaki sorunlarla karşılaşıldığında, ikilemin doğası gereği olası yanıtların hiçbiri sonunda yeterli olmaz. Dolayısıyla trajik bir ikilem karşısında verilen her karar, maruz görülebilirlik düzeyi değişse de, ahlaka aykırı olacaktır; bu tür bir ikilemle karşılaşan her ahlaki fail de ne kadar ölçüp biçse de ve hangi etik sisteminin tarafında olsa da söz konusu ahlaksızlığın sorumlusu olmaya devam edecektir. Ve bu fail vicdan sahibi bir insansa, verdiği karşılık ne olursa olsun, sonuçlarından dolayı kalıcı zarar görmekten kurtulamayacaktır.

GÜNEŞİN, DÜNYANIN VE AYIN ÇOCUKLARINA BİR UYARI
Varlığa eklenen hiçlik, birlik değil ikilik oluşturur. Ne var ki hiçlik tarih sırasıyla Varlıktan önce geldiğine göre Varlık hiçbir zaman Bir olmamıştır. Yalnızca hiçlik birliktir, tamlıktır, uyumdur, bütünlüktür. Varlık ise Sıfırı onarılmaz bir şekilde İkiye bölen işlemin adıdır. Kayıp tamlığımızı geri kazanma arzumuz, ölüm istediğidir.

ŞİDDET ÜZERİNE
Çağdaş insan şiddeti insanların içinde olan bir şey olarak görüyor, şiddetten söz ederken genelde insanın içinden çıktığını söylüyor; sanki şiddet insanın gerçekleştirebileceği bir dizi eylemmiş ve eğer cahilliği, akılsızlığı ve batıl inançları daha az olsaydı insan şiddeti tercih etmeyebilirmiş gibi. İşte bu nedenle çağdaş insan şiddetin aniden baş gösterdiği durumlarda hep şaşkınlığa uğruyor, bilimsel ve teknolojik başarıları şiddeti katbekat artırsa da sonunda asıl olayı anlayamıyor. Eskiler ise işin aslını biliyorlardı. Şiddet insanın içinde değildir; insan şiddetin içindedir. İnsan şiddet için sadece bir taşıyıcı, şiddetin meydana geldiği yer, şiddetin kendisini sergileyen alete bizzat verdiği isim olabilir. İnsan, içindeki insanı soyununca kaynağına geri döner ve kendi Tanrısı olur.

2.

İKİ MEKTUP
Ölümü kendi elinden olmayan her kişinin mezarında şu yazı olmalıdır: GÖNDERİCİYE İADE EDİLDİ. Müntehirin mezarına ise şu yazılmalıdır: VARIŞ YERİNE ULAŞTI. Zarfın üzerindeki adresi annenin yazması ve pulu babanın alması, mümkün olsa da mektubun içeriğini de onların yazmasına ya da sonucu belirlemelerine izin vermek için geçerli bir neden değildir.

KİRİLOV’UN MUCİZESİ
Dostoyevsky’nin Ecinniler adlı romanında Kirilov’un kendi intiharının sonucu konusundaki düşünceleri tam olarak yanlış değil. Kendini öldürdüğünde, inandığı Tanrı’yı da öldürecektir. İntihar, tam da Tanrı’nın varlığıyla güvence altına alınması beklenen kimlik istikrarını temelli olarak altüst ettiği için Hıristiyanlığın birinci ahlak ilkesini ihlal eder. Kirilov kendini öldürmekle Tanrı’yı öldürmez, kendisi Tanrı olur, yani var olmayan bir şeye dönüşür. Düşünmek ölüme açılan bir savaştır, gerçeklik de savaş alanı. Tanrı’yı ilk insanların hayal gücü ölüme karşı bir silah olarak icat etti; sonra bu gerçek unutulunca icat edilen silah, mucidine doğru çevrildi. Tanrı’nın Ölümü sonunda ilan edildiğinde, onu öldürenler farkında değil ama, Tanrı’nın yerine başka bir şey illaki geçecek. Apaçık olan gaspçıdan da kimse şüphelenmiyor: Doğa denen, gereksiz varsayımlar unutulup gidince geriye kalacak olan gaspçıdan. İntihar sorunu, Tanrı ile birlikte yok olup gitmek yerine şiddetlenir aslında. Ölümcül bir günahken doğaya aykırı bir eyleme dönüşür. Bu sebeple, Kirilov’un tam anlamıyla başarılı olabilmesi için bir mucize gerçekleştirmesi gerekir: Kendini iki kez öldürmelidir.

3.

GURUR VE KİBİR
Nasıl ki kendinden nefret etmek, gururun en saf biçimidir, başka biri olma isteği de kibrin en saf hâlidir.

KİŞİNİN KENDİ FİİL ÇEKİMİ
Bugün için yaşamak, anı yaşamak: Aptalların bilgeliği. İnsan her an kendi için tüm zamanlara göre fiil çekimi yapabilmelidir: Geçmiş, şimdiki ve gelecek zamana göre ve tabii ki dilek ve şart kipleriyle de. Tamamen şimdiki zamanda yaşamanın uygun olduğu yalnızca tek bir an vardır.

GELECEK NOSTALJİSİ
Öyle bir zaman gelecek ki gelecek özlemi çekeceğiz; yani eskiden düşlediğimiz geleceği özleyeceğiz.

HÜMANİZMİ ELEŞTİRENLERE BİR UYARI
İnsan kavramının çözülmesinin ardından yaşamaya devam edecek iki ideadan biri ırklar, diğeri de robotlardır.

METAFİZİK ÇATIŞMA
Kişinin kendisini eylemleri ile tanımlamayıp değişkenliğini sürdürmesi, kendisini hiç durmadan yenileyebilmesi ve bu yenilemelerin sıklığı ya da tutarlılığı hakkında fazla endişelenmemesi, kendini düşündüğünde aklına hâlihazırda yapılıp geri alınamayacak eylemleri yerine henüz yapmadıklarının ve hâlâ yapabileceklerinin gelmesi, gençlerin metafizik açısından yararınadır. Ne ki gençler bir noktada şunun farkına varırlar: Bu süreç çok uzun sürerse bu kararsızlıkla, ölecekleri gün geldiğinde belirsiz, hiçbir şeye sahip olmayan ve sıfatsız biri olacaklardır. Böylece kendilerini o zamana kadar yaptıklarıyla tanımlamaya, “Böyle olacağım” yerine “Ben buyum” demeye başlarlar. Bu türden her tanımlamayla birlikte bir kırışıklık kazanan alınları pürüzsüzlüğünü yitirip farklılaşmaya başlar. Yaşlanırlar. Ve gençliğin sürekli yenileme kuşatmalarına karşı, eskisine göre daha yavaş ve zahmetli de olsa devam eden yenilemeler arasında süreklilik sağlayarak ve tüm yenilemelerin tutarlılık mantığıyla incelenmesinde direterek kendilerini ve kendi benliklerini korumaları, sonuçta tanımlayıcı yok olma anına daha yakın olan yaşlıların metafizik yönünden yararınadır. Yaşlıların gençlerden daha bilge olmasının nedeni, hem gençliği hem de yaşlılığı tecrübe etmiş olmaları değildir; bilgelik, yaşın çıkarlarını savunmak için gerekli olan benlik duygusuna verilen addır sadece. Tüm metafizik savaşlarında olduğu gibi, hangisi galip gelirse gelsin iki taraf da yenilir.

TRAJEDİ YAZARLARI VE AHLAKÇILAR
Temaya dair kaygılarını dengelemek için -deve kuşu gibi davranarak- konularını gündelik ahlakın ıvır zıvırlarıyla sınırlayan Alman filozofların ve İngiliz roman yazarlarının, tarih onlara yetişmeden önceki dönemlerde pek sevdikleri matematiksel olma iddiaları, tüm edebi türler içinde yalnızca trajedide yoktur. Bu tür ahlakçılar, son çözümlemede yalnızca, bir ellerine mantık ve savları, diğer ellerine de anlatı ve diyalogları alıp süslenen, görgü kuralları kılavuzu yazarlarıdır. Ayakkabı üretimindeki gelişmelerle birlikte tarihte zeminlerin olmadığını unutan bu yazarlar kitaplarında, trajedinin yazıldığı derinliklerin üzerinde dans etmekten hoşnutlardı.

KALANLAR
Tanrıdan kurtulmanın kolay olduğu kanıtlandı. Günün birinde din diye bir şey kalmayabilir. Ne var ki insanlar teoloji olmadan yaşayamazlar.

CESETLERLE HOKKABAZLIK SANATI
İktidar, maddi cisimlerin fiziksel uzayda teşekkülü, düzenlenmesi ve dağılması süreciyle ilgilidir. Bu sürece uygulanacak her tür fikir ve ülkü, çürüyen maddeye temas edince ister istemez bozulur ve yük altında ezilir. Diğer bir deyişle politika, cesetlerle hokkabazlık sanatıdır ve en yüksek değer olarak iktidarı benimseyen kişi, mezar kokar.

Almancadan Bettina Müller tarafından 1972’de çevrilmiştir.

Yazar: Hans Abendroth
Çeviren: Burçin İçdem
Kaynak: The Paris Review

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş
Exit mobile version