Sosyalleşme; tanım olarak kişinin yaşadığı toplumdaki değer, davranış ve normları algılama sürecidir. Bu süreç doğumla birlikte başlar; ilk olarak aile düzeyinde bir sosyalleşme ve çevresine uyum sağlama süreci geçiren birey daha sonra okul ve iş hayatında bir sosyalleşme sürecine girer. Bu sosyalleşme sürecini (sosyalizasyon) etkileyen önemli bir faktör ise doğum tarihimiz! Doğduğumuz tarihsel dönemdeki siyasal, sosyal ve kültürel yaşam, bireysel kimliğimizi ve akranlarımızın genel olarak kimliğini belirler (Giddens, 2016). Bundan on yıl önceki üniversite birinci sınıf öğrenci kimliği ile bugünkü kimlik farklılık göstermekte ve durum toplumsal bir nitelik taşımaktadır.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran şey toplumsal hayatın içerisinde yer almasıdır. Toplumsal hayat, doğduğunda boş bir levha olan insanın aklının, düşünme yeteneğinin bir eseridir ve canlıdır. Sosyalleşme süreci olarak adlandırılan bu değişim süreciyle birlikte insanın kişilik oluşumu gerçekleşmektedir. Böylece başlangıçta yalnızca biyolojik bir varlık olan kişi zamanla sosyal bir varlık hâline gelmektedir (Yılmaz, 2013).
Sosyalleşme, sosyal bilimler içerisinde ilk olarak Emile Durkheim tarafından kullanılmıştır. Durkheim’a göre birey bir gruba girerken o grupta geçerli olan sosyal normları, üstleneceği rolleri, ulaşacağı sosyal statüleri, bu rol ve konumların gerektirdiği davranış, grubun kültürünü oluşturan değerleri ve inançları benimsemek durumundadır (Suğur, 2009). Topluma kendini kabul ettirebilmek için öğrendiklerini aktarmaya çalışacağını söyleyen işlevselciler bireyin topluma aykırı bir eylemi ile grup dışına çıkarılacağını söyler. İşlevselci bakış açısına göre sosyalleşme kavramında birey durağan ve toplumun öğretilerini öğrenip aktaran bir konumdadır. Bu bakış açısı, modern toplumda bireyselliğin artması ile gerçekliğini biraz yitirmiş gibidir. Bu bakış açısına eleştiri sembolik etkileşimcilik cephesinden gelmiştir. Sembolik etkileşimciliğe göre birey bu “sosyalleşme” sürecinde aktif olarak rol alır. Kendine geçmişte öğretileni aynen alıp uygulamak yerine kendinden bir şeyler katar. Birey, toplumsallığı oluştururken etkilenme ve değişim sürecini paralel yaşar. Birey, bu süreçte kendine uygun gördüğü etmenleri benimser, kendi doğru ve yanlışlarını belirler ve bu süreçte hem sosyalleşir hem de toplumun dokusuna dokunmaya çalışır. Alfred Schütz sosyalleşme sürecinde bireyin önemi şöyle anlatmaktadır: “Dünya içinde bireyler hem toplumsal gerçekliği yaratırlar hem de kendilerinden önce gelen kuşakların yarattıkları toplumsal ve kültürel yapılar tarafından sınırlandırılırlar” (Ritzer, 2012). Bu sınırlandırma ile toplumsal değişimler ani ve radikal olmaz, uzun bir sürece yayılarak kendilerini var ederler. Sosyalleşme serüveni, çocukluk döneminde aile ortamında başlamış etkileşim alanları arttıkça, değiştikçe ve şekillendikçe kültürel kodlar çerçevesinde kendine has bir benlik oluşturmuştur.
Genel olarak sosyalleşme hakkındaki yaygın söylemlerden bahsettik. Kişinin bu sosyalleşme sürecinde benliğinin önemli bir noktada olduğunu söyleyebiliriz. Kişiliğin oluşmasında aile, yaşanılan yer, kültürel değerler, toplum yapısı gibi faktörler oldukça önemlidir. Ancak her yaş grubunun sosyalleşme süreci içinde kendine has özellikleri vardır. Yani doğduğumuz yıl bizim sosyalleşme sürecimizi etkilemektedir. Örneğin toplumsal bir süreci oluşturan grubu daha rahat anlatmak için daha önceden oturmuş olan karakteristik özelliğini doğdukları yıllara göre isimlendirebiliyoruz (örneğin; yetmiş kuşağı, seksen dörtlüler vb.).
Bir dönemin üniversite ve lise öğrencilerinin karakter özelliklerinin, başka bir sürecin genel karakter yapısına uygun olmayışı da buna örnek gösterilebilir.
Sosyolojide bu sosyalleşme süreci tarihsel sosyalleşme olarak değerlendiriliyor. Tarihsel sosyalleşme tanım olarak insanlık tarihinin herhangi bir döneminde yaşayan bireyler, yaşadıkları dönemin koşulları doğrultusunda karakteristik bir bilgi ve davranış yapısına sahip olurlar (Ritzer, 2012). İlkokul başlarken liseye giden öğrencilere baktığımızda ileride onlar gibi olacağımızı düşünürüz. Ancak liseye geldiğimizde kendimizden önceki kuşaktan bambaşka özellikler gösterirken bulacağızdır kendimizi. Bizi bugünkü kişilik yapımıza ulaştıran şey bir açıdan dönemsel kimliğimizdir. Kimlik; bireyin, bir grubun veya maddesel bir varlığın ayırt edici özelliklerinin tümüdür. Kazanılmış kişilik özellikleriyle bağlantılı olarak, bireyin ya da toplumun görünmeyeninin görünür kılınmasıdır (Baudrillard, 1991). Dönemimize özgü davranış biçimlerimiz ve bir konuşma tarzımız bulunmaktadır. Kuşaklararası çatışmanın en büyük sebeblerinden birisi de budur. Farklı tarihsel süreçler içinde sosyalleşme sürecini gerçekleştirmiş bireylerin farklı bir anlam ve tanım dünyası bulunmaktadır. Bundan kaynaklı olarak da, birbirlerini anlamakta güçlük çekmektedirler. Örneğin, sokakta futbol oynayan son nesil olarak tanımlanan doksan kuşağı güncel gündem olaylarında zor çözülebilecek siyasî-sosyal olaylarda desteğe olan ihtiyacını çocukluk dönemine ait bir terimle anlatmaktadır: “Allah’ını Seven Defanstan Ayrılmasın!” Bu gibi örnekler tarihsel sosyalleşmenin o döneme ait bireylerin oluşturduğu ortak bir dildir. Her önceki kuşak kendinden sonra gelen kuşağa geleneklerini aktarmakta olsa da tanımlamalar gittikçe değişmektedir. Bunun sebebi tarihsel sosyalleşmeden kaynaklı gelişen farklı dönemsel kimliklerdir. Örneğin, doksan kuşağının hemen hemen hepsinin bildiği oyun, dizi veya film isimleri o döneme ait bireyler tarafından farklı anlamlar taşımaktadır (GTA, Yedi Numara, Tusubasa). Güncel konulara ait yorumlamalarında bu göze çarpmaktadır.
Tarihsel olarak belli bir dönemde yaşayan bireylerin dönem koşullarından kaynaklı olaylara bakış açısı farklıdır. Farklı dönemlerde çocukluğunu yaşamış bireylerin davranış biçimleri farklıdır. Bu farklılık ve özgün tanımlama şekilleri ilerleyen süreçlerde devam etmektedir.
Sözü Geçen Çalışmalar:
BAUDRILLARD, J. (1991). Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu.
GIDDENS, A. (2016). Sosyoloji. Kırmızı.
RITZER, G. (2012). Sosyoloji Kuramları. İstanbul: DeKi YAyıncılık.
SUĞUR, N. (2009). Sosyolojiye Giriş. Anadolu Üniversitesi.
YILMAZ, N. (2013). SOSYALLEŞME SÜRECİNİN SİYASALLAŞMA BOYUTU. Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi, 320.
Yazar: Ali Eren Demir
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.