İnsanlar hayvanları daha önce hiç olmadığı kadar seviyor. Onları koruyoruz, ölümlerine yas tutuyor ve ailemize kabul ediyoruz. Bu türler arası sevgi, hepimizin paylaştığı Dünya’yla daha etik bir ilişki için ön hazırlık mı? Dünya’yı, insanlığı ayakta tutan bu zengin ilişkisellik ağını, müşterek evimiz gibi sevmek ne anlama geliyor? Darwin anlayışında sevgi, hisseden tüm varlıkları hassasiyete, merhamete ve işbirliğine teşvik eden sosyal bir içgüdüdür. Darwin, hayata yayılana ve nihayetinde anonimleşene kadar başta birkaç kişi tarafından aktarılan “erdemler” haline gelmiş hassasiyet ve “sempati”nin evrimini, bildiğimiz anlamıyla tasavvur eder. Sempati yalnızca merhamet ve işbirliğine değil empati ve oyuna da mahal verdi. Başka bir deyişle, sosyal bağlar sevginin çeşitli tezahürleri vasıtası ile hayatın kuvvetli gücü olarak biçimlendirildi.
Zoolog ve primatologların teyit ettikleri üzere oyun, insanlar da dahil birçok hayvan türünde empati ve sosyal bağ kurmada önemli rol oynadı. Örneğin, yakın dönemde psikolog Alison Gopnik “insanların uzun zaman hayali oyun oynaması ve onun geliştirdiği niteliklerin, büyük beyin ve Homo sapiensi karakterize eden zengin sinirsel ağın seçilimine yardım ettiğini” ileri sürdü. Sinirbilimci Paul MacLean oyunun, insan türünün empati evrimi üzerinde esas nokta olduğunu iddia ediyor. Üstelik oyunla sosyal sorumluluk algısının inşası arasında bağlantı kuruyor. Türler içi ve arasında diğerleri için duyulan empati ve etik sorumluluğun, hayvan krallığında var olmakla kalmayıp insan ırkında evrilmeye devam ettiğine dair giderek artan kanıtlar mevcut.
Primatolog Frans de Waal’ın hayvan atalarımızdaki ve atalarımızdan insanlardaki ahlakın evrimi üzerine yaptığı öncü çalışma; etik bir karşılık/denklik olmasa dahi hayvanların proto-etik olarak görülebilecek (diğerlerine karşı) sorumluluk algısına sahip olduğuna ve hayvanların empati kurabilen varlıklar olduğuna dair kanıt sunuyor. Çalışmalar gösteriyor ki fare ve maymunlar diğerlerinin acıya maruz kalmalarına şahit olmaları karşısında kendilerine sunulan yiyecekleri almadan gitmeyi yeğliyorlar. Hayvanlarda paylaşma ve bakım davranışları proto-etik davranışlar olarak yorumlanabilecek minnettarlık ve karşılıklılık algısına delalet eder.
Türler Boyu Empati
Ahlak algımız ya da bilincimizin hayvan sosyalliğinden evirildiği ve belli seviyede entelektüel kabiliyet geliştiren her hayvanın ahlaki hassasiyet geliştireceği gün geçtikçe netlik kazanmakta. Belki, giderek globalleşen dünyada, doğadan ve hayvanlardan empati ve paylaşım üzerine, yardımlaşmamıza yardım edebilecek dersler alabiliriz. De Waal’ın araştırması empatinin sadece türler içinde değil türler arası ve türler boyunca evrildiğini destekliyor. Bu durumda, biyosfer daha da empati kurabilmeye doğru evriliyor. Şüphesiz ki insanlar, diğer hayvanlara karşı daha fazla empati sahibi varlıklar olmakta.
Özellikle Avrupa ve Birleşik Devletler’de insanlar arasında hayvanlara artan ilgi yalnızca evcil hayvanlara değil gezegeni paylaştığımız diğer hayvanlara karşı değişen tutumumuzu da işaret ediyor. Son birkaç onyılda hayvanlara karşı tutumumuz radikal biçimde değişti. Şimdilerde Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde daha fazla insan, evcil hayvanlarla yaşıyor ve bu hayvanları ailelerinin bir parçası olarak görüyor. Hayvanları koruyan ve hayvan haklarını destekleyen kanunlar bilhassa İspanya ve başka yerlerde primatları koruyan güncel yasalar bu değişen tutumların değişen yansımaları olarak görülebilir. Bu akım devam ederse, gelecek birkaç on yılda hayvanlara, daha önce türleri için uygun olduğu düşünülmemiş empati, şefkat ve hakkın teslim edildiği tamamıyla farklı bir dünyada yaşayabiliriz. İnsan tüketimi odaklı protein üretimindeki teknolojik gelişimle birlikte fabrika çiftliklerinin sonunu görebiliriz. Ayrıca, hayatımızda üstlendikleri önem ile zihinsel, duygusal ve fiziksel sağlığımız üzerindeki pozitif etkilerinin -demem o ki onlara olan bağımlılığımızın- farkındalığının devamıyla, gerçek hayatta (bilim kurgunun artık konusu olmayan) karışık türlerden hane halkı ve aileler görebiliriz. Hakikaten diğer hayvanlarla, hem belirli hayvanlarla hem bilumum diğer hayvanlarla, olan alakamızdaki bu temel değişim çağımızın en mühim gelişmesi olabilir.
Dünya’yla Kurulan Özel Bir Bağ
Türler arası sempati ve sevgi, biyosferin hatırına evriliyor olabilir. Biyosferimizin bağlı olduğu biyo-çeşitliliğin, türler arası işbirliği ve sevgi talep ediyor olması mümkün. İnsanların kendilerini ve çeşitli türlerin habitatlarını tahrip ettiğini ve diğerlerini katlettiğini göz önüne alırsak, dünyalı dostlarımıza yönelik tutumlarımız değişmeli, eğer gezegeni paylaşmayı öğrenmemiz gerekiyorsa. Diğer hayvanlara yönelik değişen tutumlarımız, türler arası ilişkilerimizin yeni bir çağını işaret ediyor. Evcil hayvanlara ailesi nazarıyla bakan, onları seven ve yaslarını tutan gelişmiş ülkelerdeki birçok insan arasındaki bu belirgin değişim, sempati ve sevginin evriminin kanıtıdır.
Türler arası birlikte yaşama, dünyaya ve sakinlerine yönelik etik bir sorumluluk için zemin oluşturabilir mi? Dünyevi varlıklar olduğumuzu söylemek dünyayla özel bir bağımızın var olduğunu söylemektir. Onun bize ait olduğu gibi biz de ona aitiz. Sahip olmaktan ziyade, bu aitlik duygusu; sevgiyi özlem ve dostluk olarak anan bu kelime daha kadim bir duyguyu anımsatır. Yeryüzünde yalnızca fiziksel alan veya yakınlığı paylaşıyor değiliz; daha önemli olan, tek evimiz olan -evimiz ya da habitatımız- dünyayla aramızdaki özel bağı da paylaşıyoruz. Bütün yaşayan varlıkların dünyaya ve diğer dünyalılara olan bu münferit bağı, dolaylı ve doğrudan bizi sadece var olma ve hayatta kalma değil, yaşama ve başarılı olma erdemiyle sürdürülebilirlik olasılığına mecbur bırakıyor.
Başkalarıyla -insan ve insan dışı, organik ve inorganik- ilişkilerimiz sayesinde, dünyayı birlikte yaşamamıza anlam aşılanıyor. Bir âlemi değil Dünya’yı paylaşıyor olsak bile.
Hannah Arendt “Eğitim, dünyayı, sorumluluğunu üzerimize alacak kadar sevip sevmediğimize karar verdiğimiz noktadır,” diyor. Bu duyguyu yinelemek adına, dünyayı, sorumluluğunu üzerine alacak kadar sevmenin ne manaya geldiğini sorabiliriz.
Yazar: Kelly Oliver
Çevirmen: Hüseyin Sığırcı
Kaynak: The Philosophical Salon
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.