İnsan tekinin vebadan kaçar gibi kaçtığı kimi duygular vardır. Umutsuzluk da bunlardan biri. Belki de en yakıcısı. Melankoliden daha kıyıcı bir duygudur umutsuzluk. Malum, melankolide bir vakitler sevgi yatırımında bulunulmuş nesne –ölüm, terk etme gibi nedenlerle– yitip gitmiştir.
Ama özne bu yitikliği kabule yanaşmaz, kayba karşı reaksiyon geliştirir; bedenine ceza çektirmek maksadıyla yemeden içmeden kesilir, midesi burulur, uykuya iltica eder, ağlama nöbetlerine tutulur mesela. Sevilen nesne gittiği yerden geri çağrılır. Demek azıcık da olsa hâlâ bir umut vardır öznede: Belki gelir! Gelir ve bazı şeyler şimdi olduğundan başka türlü bir hal alır.
Umutsuzlukta işte bu kurtarıcı “belki” dahi devre dışı kalmıştır. Kaybedilen bir kez ve sanki sonsuza kadar kaybedilmiştir. Ufukta bu kaybı telafi edebilecek bir başka kazanç da parıldamıyordur: Kıyılıp biçilmiş bir sevinç –her ne kadar tamir edilse de- tekrar toparlanamaz. Umutsuzluk sevinçsizliktir, sızılı ve kesik kesik işleyen bir keder türüdür. Umutsuzluğun panzehiri olan sevinç, hayli uzaklarda kalmış bir anıdır en çok: Herhangi bir görüntü, işitilmiş bir ses, damakta tortuları kalmış bir tat.
Sevmek kudretle alakalıdır. Umutsuz öznenin sevme kapasitesi azalmıştır. Nedenlerin önemi yoktur, belirleyici olan sonuçlardır. Yeniden güçlenmek, sevmek için çaba harcamaya da değmez: Ne de olsa elde edilen güç de ziyan olacaktır. Varlıktan gidenler geri dönmeyecek, açıklar kapatılamayacaktır.
Zembereği boşalmış zaman meleği de kendini duyurmaktadır tabii. Gelecek diye bir zaman parçası yoktur, teselli niyetine. Gelecek addedilen muamma şimdinin tekrarıdır. Şimdi de geçmişten ibarettir: Yaralar açan olaylar, sevince vesile olan ve giderek buruklaşan tatlar. Gelecek zaman temellerinden sarsılınca beklemek de nafilelik duygusuna yenik düşer: Bunca şeyden sonra neyi beklemek, neyi umut etmek? Hal böyleyken eylemek, kalkıp gitmek de mümkün değildir. Gitmekle kalmak arasında parçalanmak: umutsuz öznenin kör talihi, kara yazgısıdır bu da.
Umutsuzluk kalakalmak değil, öylece kalmaktır. Kalırken donmak, külçeleşmektir. Olan bitenler karşısında susmaktır umutsuzluğun payına düşen. Melankolik özne boyuna kendini suçlar yahut cezalandırır, kendini aşağılamak şeklinde de olsa konuşur, kafa ütüler, bağırıp dövünür. Hayatını sürdürdüğüne, dünyada hâlâ var olduğuna kanıttır konuşmak. Umutsuz özne bunlara gerek duymaz. Kendini aşağılamanın, kanırtmanın, konuşmanın, vicdanı yumruklamanın zevkinden çoktan geçmiştir.
Acı da çekmiyordur umutsuz özne, ya da çekiyorsa bile somut bir kaynağı yoktur acının. Acı çekmediği gibi “mutsuz” da değildir. Melankolik özne mutsuzluktan geberir. İntiharın bir kurtuluş haline gelmesi, bundandır. Umutsuz kişi için intihar edimi bile gereksiz bir çırpınmadır. İntiharla gelen ölüm hayata, hayatta kalanlara karşı bir itirazdır. Umutsuz özne için, hiçbir tesiri olmadığını bildiği halde, itiraza kalkışmanın ne anlamı vardır? İntihar zayıflık yahut güç meselesi olmaktan çıkmıştır; olsa olsa lükstür, şımarıkça bir fazlalıktır hatta.
***
Umutsuzluk eylemsizliği getirir: Yılgınlık, takatsizlik. Dünyaya müdahale etme, hayatı değiştirme isteği sönmeye yüz tutmuştur. Hem dış dünyaya neden müdahale edilsin ki? Ne hakla, kimin ve neyin adına, hangi tutarlı gerekçeyle, hangi istemle? Özne kendisini dahi kurtaramamışken bir başkasını –ötekini- nasıl kurtarabilir? Ya her şey tehlikeli ve iç karartıcı bir oyunsa? Kurtuluş yahut özgürlük mümkün değilse? Varlığı hayatta tutan değerler yanılsamaysa? Bu gibi kuşkular öznenin hayata müdahil olma isteğini baltalar. Kimileyin küllerden küçük ve ani çakımlar yaratma arzusu belirse de, “olsa da olur, olmasa da olur,” duygusu baskın çıkar. İtiraza, direnmeye, öfkeye yahut hınca bile gerek yoktur. İmanla imansızlık, inançla inançsızlık, akılla delilik gibi kurucu karşıtlıklar anlamını kaybetmiştir.
İnsanlığın karşısında dönülecek yahut gidilecek bir yer yoktur. Umutsuz öznenin haletiruhiyesini bu türden metafizik yargılar şekillendirir. Çetin yargılardır bunlar, şüphe yok. Uzaktaki doğa gridir, hatta ölüdür, kentlerse saçma, bulanık ve keşmekeştir. Her an sürmekte olandan, kendini her daim yineleyenden, tekrarın boğuculuğundan çıkış-kaçış da imkânsızdır. Bütün yollar denenmiş, olanaklar tükenmiştir. Katı ve bükülemez gerçeklik vardır sadece. Uğruna enerji sarf etmeyi hak eden bir fikir, bir imge yahut arzu nesnesi kalmamıştır. Eldekiyle yetinmek gerekir ama bu da umutsuzluğu içten içte çoğaltır: hiçbir şey değiştirilemiyordur, değiştirilse bile artık bir anlam ifade etmiyordur. İleride birtakım şeyler değişecek olsa bile –keşke- özne kendi payını koparıp alamamıştır hayattan. Harisçe homurdanmalara, yerinden kımıldamalara neden olur bu eskilik de. Muhtemel taşkınlıkları önlemek, umutsuzluğun kendisini ifade etmesine, yani söze kavuşmasına sınır çekmek, manevi boşluğa tampon yapmak için politika kurumu devreye girer: Umutsuzluğun ayarını bozmak, içeriğini yağmalamak üzere…
Yazar: Derviş Aydın Akkoç
Kaynak: insanokur
Yayınladığımız alıntı yazılarda yanlış ya da güncel olmayan bilgiler, imla hataları veya anlam bozuklukları bulunması durumunda bundan Düşünbil Dergisi sorumlu değildir.